Utnapiştim, Gılgamış destanında adı geçen Sümer devleti Şuruppak’ın kralıdır.

Kahraman Gılgamış ise yine ölümlüdür..

Utnapiştim, Gılgamış destanında adı geçen Sümer devleti Şuruppak’ın kralıdır.
Utnapiştim, Gılgamış destanında adı geçen Sümer devleti Şuruppak’ın kralıdır. Karısıyla beraber büyük tufandan sağ kurtulmayı başardıkları için Tanrı Enlil tarafından kendilerine tanrılık bahşedilir. Ve karısıyla beraber etrafı ölüm sularıyla çevrili olan özel adalarında yaşamaktadırlar. Gılgamış, en yakın arkadaşı Enkidu’nun ölümünden sonra korkuya kapılır ve ölümsüzlüğün peşindedir. Bunun sırrına ulaşmak için de ölümsüzlüğe hak kazanan Utnapiştim’in adasına gider. Utnapiştim, Gılgamış’ı bazı sınavlardan geçirmek ister ve Gılgamış pek de başarılı olamaz fakat karısının ricası üzerine yine de Gılgamış’a ölümsüzlüğün sırrını söyler. Bir denizin dibinde ebedi gençlik veren bir bitki vardır. Gılgamış tereddütsüz suya dalar ve onca meşakkatli yolculuktan sonra nihayetinde o bitkiden bir dal koparır. Ölümsüzlüğe erişmek sevinciyle ülkesi Uruk’a doğru yola çıkan Gılgamış susar ve bir pınardan su içmek için oturur. Otu bir taşın üstüne koyup daldırır kafasını suya.. Tam o esnada bir yılan otu kapıp yer. Yılan otu yer yemez deri değiştirir ve gençleşir. Kahraman Gılgamış ise yine ölümlüdür..

Eskilerin efsaneleri, logos yani mantıksal evre öncesi tüm mitoslar aslında sanki insanın ötelere sevdalı ve yüce ruhuna dair daha derin bir kavrayışın dile getirilişi gibi. İnsan modern akılsal evreye geçişiyle beraber yani kainatı matematik, fizik, kimya, mantık gibi bilimlerle analiziyle bir büyük devrimi gerçekleştirirken diğer yandan göksel kontağımız da kopmuş gibime geliyor. Hani sanki kâinatı okumak için bazı anahtarları bulan insanın ceza olarak bazı sırlı odalara girişinin yasaklanması gibi.

“Esâtîr ul evvelin” eskilerin efsaneleri demektir. Kaynaklar esatir kelimesinin yazı yazmak anlamına gelen “satr” kelimesinden türediğini ve Aramice ve Süryanice’den batı dillerine geçen historia/storia yani tarih kelimesiyle aynı kökten gelmiş olabileceğini söylüyor. Eskilerin efsanelerinin yazılı tarih öncesi (dünyayı bilimle çözümlemeye başladığımız zaman öncesi) insanlığın kolektif şuurunun ve algısının çekirdeği olduğunu düşünüyorum. Minik ama milyarlarca ton ağırlıkta bir çekirdek. Hani sanki 80 santim çelikten mâmül bir kasayı bile delip geçebilen gama ışınları sentezleyen bir çekirdek. Genişleyip duran kainatta her istediği yerden ilim devşirebilen bir cin. Dünyanın kendine has mantık öncesi lisanındaki kudret, adına “akıl dışı” dense de beni sürükleyebilen bir dildi. Ve şimdilerde kafalarda patlayan sorular, okunması elzem filozoflar, her saniye kulağımıza ve gözümüze fışkırtılan katrilyon mertebesinde "To do list"ler..Ve daha "ben şu sonsuzda neydim?" sorusunun kuyruğu bile yakalanmadan yitip giden kısa ömür.

Daha ana rahmindeyken yapacaklarımız ve donanımlı biri olacaksak okumamız, dinlememiz ve eylememiz gerekenlerin çoktan kayıtlarımıza düşürüldüğü kısa ömür..Oysa ben adıma deli dense de Gılgamış gibi, geleceğimin önceden belirlenmediği bir macerayı yeğlerdim. Belki de gerçek ölümsüzlük buydu: hiç yaşanmamış bir hayatı yaşayabilmenin lezzeti.

can küçükşahin

mühendis
Resim önizleme