TÜRK EDEBİYATINDA BAYRAM ŞİİRLERİ

En eski bayramlarımızdan biri de Nevruzdur

TÜRK EDEBİYATINDA BAYRAM ŞİİRLERİ
TÜRK EDEBİYATINDA BAYRAM ŞİİRLERİ
Nurullah Çetin
*Öncelikle bütün Türk ve İslam dünyasının Ramazan Bayramını Türk-İslam birliğine bir zemin oluşturması dileğiyle kutlarım.
Giriş: Bayram, bir milletin millî, dinî ve evrensel anlamda önemli gördüğü ve kutsal saydığı olayları, durumları, düşünceleri ve inançları kutlamak, kutsamak, vurgulamak ve hatırlamak amacıyla birlikte yaptığı sevinç ve mutluluk gösterileri ve eğlenceleridir. Her milletin olduğu gibi bizim de tarih boyunca bayram törenlerimiz olmuştur ve biz de bayramlara bağlı zengin bir millî kültür ürettik ve bunu edebiyatımıza da yansıttık. Türk edebiyatı, Türk bayram kültürü bakımından oldukça zengindir.
Kaşgarlı Mahmud, 11. yüzyılda yazdığı Divanü Lügati’t-Türk adlı eserinde “halk arasında sevinme ve gülme” anlamında bayram kelimesine “bedhrem, badham, beyrem” şekillerinde yer verir. O zamanlar bayram yeri gündüz çiçeklerle, gece ışıklarla bezenirmiş ve halkın toplanıp eğlendiği buraya “gönül açan yer” derlermiş. Bayramlarda at yarışları yapılır, bazı insanlar kurt kılığına girip katılımcıları eğlendirirlermiş, şarkı söyleyip kısrak kımızı içerlermiş. Özellikle bahar bayramları önemli bir yer tutarmış.
İslam öncesi Türk topluluklarında sürgün avları ‘sığır’ adıyla bayram havasında yapılırdı. Genel kurban törenlerine ‘şölen’ deniyordu. Yine bayram havasında geçen genel ziyafet ve eğlence toplantılarına da ‘toy’ deniyordu. Bu tür törenlerde şairler kopuz eşliğinde şiirler okurlardı. En eski bayramlarımızdan biri de Nevruzdur.
*Divan Edebiyatında Bayram: Eski Türk edebiyatında Ramazan Bayramı için, serbestçe yeme içme, eğlenme bayramı anlamına gelen ‘ıyd-ı fıtr’ (iftar bayramı) tamlaması kullanılmıştır. ‘ıyd-ı adhâ’ ise Kurban Bayramı demektir. Ayrıca Kurban Bayramı için bazen ‘Hacılar Bayramı’ adı da kullanılmıştır.
Divan edebiyatında 15. yüzyıldan itibaren padişah ve diğer bazı devlet büyüklerinin Ramazan ve Kurban bayramlarını kutlama, bayram tebriği, tebrikname içeriğine sahip kasidelerin nesib veya teşbib bölümlerine 'îydiyye’ deniyordu. ‘Bayramiyye’ adı da kullanılmıştır. Kişi merkezli olan bu şiirlerde güzel ortamlar, tabiat, bayram tören ve eğlence yerleri, mesire yerleri tasvirleri yapılır, bayrama kavuşulduğu için Allah’a şükredilir, padişaha ve diğer devlet büyüklerine insanüstü özellik ve nitelikler yüklenerek övülür, bayramlaşma törenlerinden bahsedilir, bayramı neşeyle kutlamak için eğlenceler yapılması gereği üzerinde durulurdu.
Ayrıca el öpmelerden, hediyeleşmelerden, mesire yeri eğlencelerinden, bayramlaşma merasimlerinden, mehter konserlerinden, kır ve semâî kahvelerinde icra edilen mûsikiden, temcid, salâ ve ilahî gibi dinî musikiden, fakirlere yapılan yardımlardan, mahpusların affedilip zindanların boşaltılması gereğinden, bayram vesilesiyle giyinip kuşanma ve süslenmelerden bahsedilir ve devlet büyüklerinin bayramı kutlanıp onlar için dua edilirdi.
Diğer yandan bayramı sevgili, aşk, gezinti ve eğlence ile birleştiren bazı gazel ve şarkı metinleri de vardır.
*Yeni Türk Edebiyatında Bayram Şiirleri: Tanzimat’tan günümüze kadar pek çok bayram şiiri yazıldı. Ancak biz hepsini değil; sadece seçilen bazı metinleri inceleyeceğiz.
*Tevfik Fikret: “HALUK’UN BAYRAMI”: Tevfik Fikret, oğlu Haluk için yazdığı ‘Haluk’un Bayramı’ adlı şiirinde bayramı sosyolojik, ekonomik ve ahlakî boyutu itibariyle ele alır. Onda bayram amaç değil, sosyal bir konu için araçtır. Fikret, bu şiirinde bayramın sosyal ve ekonomik konum itibariyle farklı sınıflar tarafından nasıl algılandığı meselesi üzerinde durmuş ve buna göre zenginler yerine fakirler açısından bayram algısına önem vermiştir.
Şiir şöyle:
“Baban diyor ki: "Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin?... Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyâh-ı mâteme (matem feryatlarına) benzer terâne-i îydi (bayram şarkısı)!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu rû-yı zerd-i sefalet (Yoksulluğun solgun yüzü)... Evet meserrettir (sevinç, mutluluk)
Çocukların payı; lakin senin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor... Hâluk, dinle! 1898”
Şiirde anlatılan durum ve olay kısaca şöyledir: Fikret’in oğlu Halûk, üç dört yaşlarında iken bir bayram günü yeni bayramlık elbiseleri ile dolaşırken onun sevincini gören babası, bir çağrışımla fakir, yetim, elbisesi olmayan ya da eski püskü elbiseler içinde bayram geçirmek zorunda kalan çocukları hatırlar ve oğlu Haluk gibi onların da sevinmesini ister. Yani bayramın ve aslında her zamanın sevinmede, eğlenmede, mutlu olmada zengin ve fakirleri eşitlemesini ister.
Zenginlerin sevinç, neşe ve eğlence içinde bayram kutlamaları yerine fakirlerin bayramdaki durumuna yer vermiştir. Bayram, zenginler için bayramdır, sevinç, neşe ve eğlence vaktidir ama fakirler için hüzün ve keder ortamıdır. Fakir çocukların bayramda sevinmek ve eğlenmek yerine adeta yas tutarcasına bir tavır içinde oluşlarına üzülür.
Şiirini fakir ve yetim insanların durumunu yansıtmak, devletin ve toplumun onlara ilgisini çekmek için bir araç olarak kullanmıştır. Şairin bayramı böyle yansıtmasının amacı, bayramda hali vakti yerinde olanların fakirlere eğilmelerini, onlara yardımcı ve destek olmalarını sağlamaktır. Yani zenginlerin yanında fakirlerin de bayram etmelerini sağlayıcı tedbirler alınmasına yönlendirmektir.
*Mehmet Akif Ersoy: “BAYRAM”: Akif de Fikret gibi ‘Bayram” başlıklı şiirinde bayramda fakir çocukların hali vakti yerinde çocuklar gibi sevinmek, eğlenmek yerine hüzünlü duruşlarını merkeze alır. Fikret gibi o da bayrama sosyolojik, ekonomik ve ahlakî açıdan yaklaşır. Bu şiirinde, bir bayram günü yaşanan toplumsal neşe ve eğlence ortamını, çocuk eğlencelerini canlı hayat sahnesi olarak tasvir eder.
Önce ilk bölümde genel manada bayramla birlikte adeta bütün dünyanın neşe içinde gülüp eğlenmekte olduğuna vurgu yapar. Buna göre bayramda şen şakrak, eğlenceli, coşkulu bir ortam vardır. Masum çocukların saf ve temiz yüzlerinde ümit görünür. Herkesin yüzünde soyut bir nur parlamaktadır. Her gözde bir ruh dolaşmaktadır.
Hayatın elem ve sıkıntılarının belini büktüğü insanlar bile bayramda mutlu ve huzurludurlar. Ümitsiz kalplere ümit gelir. Bayram, geçim sıkıntılarının, feryatlarının dindiği bir andır. Her göğüste sevinçli kalp çarpar. Sanki yeryüzü baştanbaşa şevkle coşmaktadır. Bayramda insanlar bir ömre verilmeyecek değerde hoş hatıralara dalar. Hatıralar adeta derinlerden gülümser.
Sonra şiirin ikinci bölümünde şairin bayram eğlencelerini ve ortamını izlemek, eşi dostu görmek üzere evinden çıkıp Fatih’e gidişine ve orada gördüklerine yer verilir. Fatih’te çoluk çocuk, genç yaşlı herkes neşe içinde eğlenmektedir.
Her yerde salıncaklar, atlıkarıncalar, tahtırevanlar, davul zurna gibi çalgı aletleri, oyuncaklar vardır. Biraz ötede bir çadır kurulmuştur. Oraya girmek için çoluk çocuk sıraya girmiş bekleşirler. Çadırın içinde Japonya’dan gelmiş insan suratlı bir canavar vardır. Orada macun, simit, muhallebi gibi yiyecekler satılır. Bu sevinç evreninde gezdikçe en çok eğlencenin çocukların tarafında olduğu görülür.
Çocuklar güzelce süslenmiş halde annelerinin nazlı ellerindedirler. Bu ortamda yaşlı, fakir bir kadının koltuğunda gür kaşlı, uzun saçlı, güzel bir kız çocuğu ağlayıp durmaktadır. Gelen geçen bu neden ağlıyor diye sorar. Yaşlı kadın da onun yetim torunu olduğunu, çocuk olduğu için onun da eğlenmek, oynamak istediğini, salıncağa binmek istediğini söyler. Fakat kadının bunun için verecek parası yoktur. Salıncakçıya bu kızın ücretsiz olarak, sevabına biraz bindirilivermesini, yetimi sevindirmesini ister. Salıncakçı da yetim kızı bedavaya salıncağına bindirip onu sevindirir.
*Fikret’le Akif’in Bayram Şiirlerini Karşılaştırma: Hem Fikret hem de Akif, bayram şiirlerinde özellikle çocukları merkeze almışlar, bayramın en çok çocukların hakkı olduğuna vurgu yapmışlardır. Her iki şaire göre bayram demek, büyük ölçüde çocuk eğlencesi ve sevinci demektir. Her iki şiirde de bayramda diğer çocuklar gibi eğlenip sevinemeyen, mahzun duran fakir, yetim çocukların iç burkan, hüzünlü durumu nazara verilir. Her iki şair de bayramın öncelikle fakir ve yetimleri sevindirme günü olduğuna vurgu yaparlar.
Belirleyici olan etken, fakir ve yetim çocuklara merhamet duygusudur. Fakir çocukların diğer çocuklarla aynı sevinci ve eğlenceyi paylaşması gereği üzerinde durulur ve onları sevindirme unsuru ön plana çıkarılır. Zengin çocuklar ne giyiyorsa fakirler de onu giymeli, zengin çocuklar hangi oyuncakla oynuyorsa fakir çocuklar da onlarla oynamalıdır. Yani bayramda zenginle fakir, eğlenmede ve sevinçte eşitlenmelidir.
Her iki şiirin nihai amacı, toplumsal dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma duygusunu telkin etmektir. Fikret, toplumsal paylaşım ve yardımlaşmayı hümanizm planında salt insanî bir vicdan meselesi olarak alırken; Akif meseleyi İslamî açıdan değerlendirir, yardımlaşma ve dayanışmayı İslam’ın bir kavramı olan sevapla ifade eder. Fikret’e göre insan, başka insanlara yardım edince vicdanı rahatlar ve vicdanen mutlu olur. Akif’e göre ise sevaba girer.
*Ziya Gökalp: “BAYRAM”:
“Bir Arkadaşa
Bayram: Bütün İslâmlık’ın sevindiği bu günde,
Daha şafak açılmadan sizi andım, özledim..
Gözlerimi kapayarak bu umûmî düğünde,
Sizi tebrik etmek için hayâlimde gözledim.
Bu gün bütün yeryüzünde hep muvahhid gönüller,
Aynı hisle çarpınıyor, birbirine koşuyor,
Bütün yüzler bir müşterek meserretle gülümser,
Bir ud gibi hep telleri bir perdeden coşuyor.
Her birisi öz işine çabalayan insanlar,
Bu günlerde kardeş olur, hepsi candan birleşir;
Benlik kalkar, gönüllerde bizlik hissi yerleşir,
Ey şanlı gün! Seni takdis eder bütün vicdanlar.
Sen, insanlık kardeşliktir diyen büyük bir günsün,
İslâmiyet her yıl sana kavuşarak öğünsün!...”
Ziya Gökalp, şiirinde bayramın özellikle Müslümanların bayramı olduğuna vurgu yaparak dinî boyutu ön plana çıkarır. Bu bayram gününde tek tanrıya inanan bütün müslümanların gönülleri aynı duyguyla çarpar, birbirlerine kardeşlik bağıyla bağlı olarak koşarlar, sevinirler, bütün yüzler ortak bir sevinçle gülümserler. Bir ud gibi bütün teller bir perdeden coşar, yani toplumsal bir armoni ortaya çıkar.
Dolayısıyla bayramın bütün müslümanları ortak bir duyguda, ortak bir eylemde birleştirerek ahenkli, uyumlu bir toplumsal yapıya dönüştürmesi gibi birleştirici, bütünleştirici, kaynaştırıcı işlevi vardır. Bayramda bütün müslümanların kardeş olup birleşmesi, benliklerin ortadan kalkıp bizlik duygusunda buluşması, aslında Gökalp’in sosyoloji kuramının bir yansımasıdır. Zira Gökalp, Emile Durkheim sosyolojisini benimsemiş ve onun kuramını bize uyarlamış bir Türk sosyoloğudur.
Durkheim, toplumu bir arada tutan unsurların değerler ve gelenek olduğuna inanıyordu. Gökalp de bu bayram şiiri üzerinden biz Müslüman Türkleri bir arada tutan, bizi uyumlu, ahenkli, dayanışmacı, aynı duygu, düşünce ve eylemlerde birleştiren asıl unsurun geleneksel, millî ve manevî değerler olduğuna inanır. Yani bayram bizi organik, ahenkli, şuurlu bir millet yapmada yapıştırıcı, kaynaştırıcı bir eylemdir, bir gelenektir, bir töredir.
Yine Durkheim'a göre toplumsal dayanışmayı sağlayan en önemli unsur dindir. Ahlakî uzlaşı ve toplumsal ahlakın kaynağı dindir. Ona göre dinin kaynağı ise toplumun kendisidir, yani kutsal olan ilke kutsal olmayan üzerinde yapılan ayrım dinin belirleyicisidir. Gökalp, Durkheim’ın bu ilkesini de bize uyarlar. Buna göre biz Müslüman Türk milletinin dayanışmasını sağlayan en önemli etmenlerden biri de İslam dinidir ve bayramda bu dayanışmayı somut olarak görmekteyiz.
Gökalp bireyciliğe karşı toplumculuğu öne çıkarır. Toplumculuktan da sosyalist toplumculuk filan değil, milliyetçi toplumculuğu anlar. Nitekim “Sen ben yokuz, biz varız.” “Sakın hakkım var deme. Hak yok, vazife vardır!” Sözleri de “Bayram” şiirinde yer alan “Benlik kalkar, gönüllerde bizlik hissi yerleşir,” mısraını destekleyen sözleridir.
Onun sosyolojik anlayışının temelinde bu yaklaşımı yatar. Çünkü onun amacı, bireyci liberal bir toplum tasavvuru değil; dayanışmacı ve işbölümüne dayan milliyetçi bir toplumsal yapı inşasıdır. İşte bayram da bütün Müslüman Türk milletini bireyci, bireysel menfaatçi, bencil olmaktan uzaklaştırıp toplumcu yapan yani bizi ben olmaktan çıkarıp biz yapan bir millî geleneksel törendir.
Bayram ona göre, aynı zamanda Türk ve Müslüman kardeşliğini de aşan bir işleve sahiptir. Müslümanların bayramı, aynı zamanda bütün insanları da kardeş yapan bir gündür. Zira Müslümanlar, kendi bayramlarında başka dinden olan insanlara da bayram yaşatırlar. Mesela Hristiyan ve Yahudi ya da başka din ve inançtan olan komşularına da hediyeler vererek bütün insanları kardeşlik algısı içine alır. Nitekim şiirde geçen:
“Ey şanlı gün! Seni takdis eder bütün vicdanlar.
Sen, insanlık kardeşliktir diyen büyük bir günsün,“
Mısraları, İslamî bir kurumsal tören olan bayramın, Müslümanların ötesine geçerek bütün insanlığa uzanan bir bayram oluşuna vurgu yapar. Onun için İslamî bayramlar, bütün insanlık için şanlı bir gündür. Türk İslam dünyasının modern anlamda uyumlu ve bilinçli bir millet olmasında bayramların yapıcı etkisi önemlidir.
*Yahya Kemal Beyatlı: “SÜLEYMANİYE'DE BAYRAM SABAHI”: Yahya Kemal Beyatlı, ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ adlı şiirinde bayramın bir görüntüsüne ve bir boyutuna yer verir. O da bayram namazı tasviri ve gözlemlemiş olduğu halkın bayram namazına gidişi, camide toplanmaları ve namaz kılmaları görüntüsünün kendisinde uyandırdığı izlenimlerdir.
Ona göre Müslüman Türklerin sabah erkenden camiye bayram namazı kılmaya gitmesi görüntüsü, manevi ve maddi olmak üzere iki önemli değeri ortaya koymaktadır:
1.Manevi değer: Bayram namazı insana İslam imanı bağlamında huzur ve mutluluk veren manevî, uhrevî bir durumdur. Müslümanlar bayram namazı ibadetini yaparak mutluluk, tatmin ve ferahlık hissederler. Nitekim şair şiirinin ilk bölümünde bunu hissettiriyor:
“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede,
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mubarek, ne garip âlem bu!..
….
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.”
2.Maddi değer: Bayram namazı aynı zamanda maddi değer bağlamında Türk milletinin millî birlik ve bütünlüğünü sağlayan sosyolojik bir değer üretir. Yahya Kemal’e göre bayram dinî, manevî boyutunun yanında ayrıca bütün Müslüman Türkleri ortak değerlerde bir araya getiren, toplayan ve bilinçli bir millet yapan Türk milliyetçiliğinin bir kurumudur.
Buna göre Müslüman Türk milleti bir çatı altında, camide bir araya gelerek millî birlik ve bütünlük ruhunu ortaya koyarlar. Cami, zaten kelime anlamıyla ‘toplayan, müslümanları bir çatı altında, bir binada toplayan, bir araya getiren’ demektir. Nitekim şu mısralarda şair, bayram vesilesiyle Türk milletinin şuurlu millî birlikteliğini sağlayan değerlere şöyle vurgu yapar:
“Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını,
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes,
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;”
Buna göre Türk milletinin ‘dili’nin bir olması millî kimliğini, ‘iman’ının bir olması İslamî kimliğini, ‘gönlü’nün bir olması ise toplumsal kimliğini temsil eder ve şair Türk milletinin bunların toplamı demek olan Türk-İslam kimlik değerlerini özetlemiş olur.
Dolayısıyla Yahya Kemal’e göre bayram, hem bireysel anlamda ruha ferahlık ve huzur veren manevî bir tören; hem de toplumsal anlamda Müslüman Türkleri ortak millî ve manevî değerlerde buluşturarak şuurlu ve ahenkli bir millet olduğumuzu gösteren dinî, millî, maddî bir törendir.
Bayramın Türk milletini ölü ve diri kesimleriyle bir arada toplama işlevi: Yahya Kemal’e göre Türk milleti ölen ataları ile, yaşayan halkı ile ve doğacak olan çocukları ve torunları ile bir bütün olan toplumsal yapının adıdır. O Türk milleti deyinde ölen, yaşayan ve doğacak olan bütün Türkleri bir bütün olarak algılar. Ona göre bayramın Türk milletinin iki kesimini yani yaşayan ve ölmüş olan Müslüman Türkleri bir araya getiren bir işlevi vardır. Şöyle der:
“Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahî yapıya.
Ulu mabette karıştım vatanın birliğine,
Çok şükür Tanrı’ya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı.”
Bu mısralarda belirttiği gibi şair, Türk milleti kapsamını ölen atalarımızın ruhlarını da dahil ederek genişletmektedir. Yani ona göre Türk milleti, sadece yaşayanlardan ibaret bir toplumsal yapı değil; aynı zamanda ölmüş atalarımızın ruhlarının da içinde yer aldığı daha geniş ve büyük bir millettir. Zira camiye namaz kılmaya sadece canlı milletimiz değil; aynı zamanda ölmüş ata ruhları da gelmektedir. Şair, adeta havada onların da varlığını görür gibidir.
Atalarımızın ruhları bayram vakti camide iki anlamda vardır:
1.Meleklerin dolaşması gibi atalarımızın ruhlarının da bizzat camiye geldiğinin düşünülmesi.
2.Hem de mecazî anlamda atalarımızın bize bıraktığı maddî ve manevî eserleri ve miraslarıyla aramızda hatıralarıyla var olması. Yani mesela Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan Süleymaniye Camii gibi bir eser bırakmışlar, ölmüşler; ama o camide bayram namazı kılarken milletimiz onları manen, duygusal ve soyut olarak hatırlamakta; aralarında onların da varlığını hissetmektedirler.
*Cahit Sıtkı Tarancı: “BAYRAM YEMEĞİ“: Cahit Sıtkı’nın dünya görüşü, dramatik hayat algısıdır. O, dünya görüşünü karşıtlık üzerine, Hegel’in diyalektik felsefesine, “tez-antitez-sentez” üçlü formülüne göre kurgulamıştır. Bu formülün ondaki somut karşılığı ise şudur: “Ölüm-hayat-yaşama sevinci”. Onun tezi, verili bir gerçeklik olan ölüm; antitezi, bu dünya hayatı; sentezi ise yaşama sevincidir. Yani ölüm ve hayat karşıtlığından ve çatışmasından bu dünya hayatının neşeli, mutlu, memnun, asude, kanaatkâr biçimde doya doya yaşanması gereği gibi bir sentez çıkar.
Cahit Sıtkı hayata, olaylara genellikle ölüm penceresinden bakar. Dünya hayatını ve toplumsal ilişkileri, genellikle ölüm mihengiyle değerlendirir. Ölüm, onun için hayata ve olaylara anlam yüklemede daima birinci hareket noktasıdır. Onun dünyaya dair yaşama sevinci, daima ölüm korkusu kaynaklıdır. Ölüm yok sayılarak ortaya konacak her düşünce, duygu ve eylem temelsizdir. Bayram gibi tamamen mutluluk ve sevinç günlerini bile ölüm karşıtlığı olmadan ifade edemez. Şiirine bakalım:
“Korkarım felekte bir gün,
Bir bayram yemeğinde.
Anam, babam gibi kardeşlerim de,
En güzel dalgınlığında ömrün,
Beni gurbette sanıp
‘Keşke gelseydi bu bayram’ diyecekler.
Ve birdenbire yürekler,
Aynı acıyla yanıp
Hepsinin gözleri yaşaracak;
Öldüğümü hatırlayarak.”
*Orhan Veli Kanık: ”BAYRAM”: Cahit Sıtkı Tarancı, hayata dramatik açıdan bakarken, Orhan Veli Kanık tam tersine komik, mizahî açıdan bakar. Orhan Veli için hayat, dünya, olaylar, kişiler ciddiye alınacak, dert edilecek şeyler değildir. Hayatı yüzeysel, hafif, eğlenceli, esprili yaşamak gerekir. Ona göre hayata mizahî bakış, aslında bir protestodur. Ona göre tarih boyunca insanlar her şeyi çok abartmışlar, çok fazla ciddiye almışlar, derin felsefî acılar çekmişler, dünyayı sürekli bir mücadele, çalışıp didinme, bir dram ve trajedi ortamı haline getirmişlerdir.
Bunun sonucunda toplum somurtuk, öfkeli, kızgın insanlar toplamı haline gelmiştir. İşte Orhan Veli’nin hafif mizahı, bu duruma bir tepki olarak gülen, eğlenen, dalga geçen, gırgır geçen, derin düşünmeyen, ince sızılar çekmeyen insanlar toplumu haline getirme isteğinin bir sonucudur. Ona göre hayat ve dünya, matrak geçilecek bir ortamdır. Bayramı da böyle değerlendirir. Bir önceki örnekte Cahit Sıtkı için bayram bile ölüm, ayrılık gibi son derece dramatik bir olgu olarak algılanırken; Orhan Veli için dalga geçilip eğlenilecek çocukça bir olaydır. Şiiri şöyle:
“Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye Nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!” (Kasım 1938)