ENGELLENMİŞLİK DUYGUSU

Pek çok insan çalıştığı kurumda gelişemiyor

ENGELLENMİŞLİK DUYGUSU

“Pek çok insan çalıştığı kurumda gelişemiyor. Ne içindeki potansiyeli tatmin edici bir şekilde kullanıyor, ne de heyecan duyuyor. Engellenmişlik duygusu yaşanıyor.

Kişiler kurumlarının nereye yöneldiği ya da en yüksek önceliklerinin ne olduğundan emin değiller. Dikkatleri dağılmış durumda, saplanıp kalmışlar. Çoğunlukla, bir değişim yaratabileceklerini hissetmiyorlar.

İşgücünün tutku, yetenek ve zekâsını tam olarak kullanamamanın kişisel ve kurumsal maliyetini düşünebiliyor musunuz? Bütün vergiler, faiz tutarları ve işçilik giderlerinin toplamından çok daha fazla!”

Bu cümleleri Türkiye için, çalıştığınız şirket için, gönüllü olarak katkı sunmaya çalıştığınız STK veya siyasi partiniz için söylenmiş gibi hissetmiş olabilirsiniz. Oysaki bu cümleleri, Stephen Covey “8’nci Alışkanlık” adlı kitabında dünyanın her yerinde yapılmış araştırmalara ve gözlemlerine dayanarak yazmış.

Gerçekten bir şirketin veya kurumun en önemli sermayesi insan gücü veya insan kaynağıdır. Bu kaynağın verimli kullanılması halinde, diğer girdilerin hepsinin daha verimli kullanıldığını görürüz.

Bu konudaki israfı bana ilk fark ettiren, 2002 yılında, Prof. Dr. Ali Akdemir dostumuz ve O’nun doktora tezi olan “Yönetici Engeli” kitabıyla tanışmam olmuştu. Kitapta anlatılanlar sanki o sıralarda çalıştığım kamu kurumunda yaşadıklarımı anlatıyor gibiydi.

Ali Akdemir’in tespitine göre, kendisinden daha yetenekli, bilgili veya donanımlı astları olan amirler, bu astlarını kendileri için tehlikeli olarak kabul ediyorlar. Yetenekli astların kendisine rakip olmasından korkarak veya kendisinden önce üst makamlara geleceğini düşünerek astlarını engellemeye çalışıyorlar.

Bu amirler yeteneksiz veya daha az yetenekli astlara öncelik verip, kurumun sağladığı eğitim, temsil, tanıtım gibi imkânlardan yeteneksiz astlarını yararlandırıyorlar. Görevlendirme ve yetkilendirmede hep yetenekli astların aleyhine karar veriyorlar.

O zamanlar Kocaeli TV’de “Geniş Açı” adlı bir programın programcı ve sunuculuğunu yapıyordum. Prof. Dr. Ali Akdemir ile tezi konusunda yaptığımız programda, “Yönetici Engelinin” sadece kamu şirketleri veya kurumlarına özgü olmadığını, özel sektör şirketleri ile diğer her türlü kurum ve kuruluşta yaygın olduğunu söylemişti.

Prof. Dr. Ali Akdemir bu suretle yetenekli ve üretken insanların “tutku, yetenek ve zekâsını kullanması engelleyenlerin” ülkeye yüklediği maliyetin her türlü israftan daha fazla olduğunu anlatıyordu.

*************************************

BİRLİKTE İŞ YAPMA KÜLTÜRÜ

Stephen Covey dünya bazındaki geniş açılı tespitleri ile “İşgücünün tutku, yetenek ve zekâsını tam olarak kullanamamanın kişisel ve kurumsal maliyetini” vurguluyordu.

Prof. Dr. Ali Akdemir ise,  bu alandaki uygulamaların özel bir türü olan “yönetici engeli” ile insan kaynağını verimsiz kullanmanın, Türkiye için  maliyetine dikkat çekiyordu.

Buradan hemen “bu hastalık Türkiye’ye özgü değilmiş, bütün dünyada varmış” diye bir rehavete kapılmayınız.

Bana göre, kalkınmış, gelişmiş, rekabetçi olan kurum ve kuruluşlar, “yönetici engeli” gibi uygulamaları rakiplerinden daha düşük oranlara indirmek ve insan kaynağı israfını minimize etmek suretiyle rakiplerine fark atmaktadır.

Başarılı olmak isteyen, iyi şirket/ kurum/ STK/ siyasi parti olmak isteyenler, “işgücünün tutku, yetenek ve zekâsını” kullanma oranını yükseltmek zorundadır.

Bu söylemesi kolay, uygulaması zor ve zaman alıcı bir eylemdir. Çünkü insan yetiştirme düzeni ve birlikte iş yapma kültürü ve alışkanlıklarla ile alakalıdır. Alışkanlıkların değişmesi asla kolay olmamıştır.

İnsanımızın takım çalışmasına yatkınlığı azdır. Şirketlerimizin, kurumlarımızın, bilim adamlarımızın, sanatçılarımızın, sporcularımızın velhasıl her alanda insanımızın birlikte iş yapma kültürü zayıftır.

“Adam yeme”, “yönetici engeli” gibi hastalıklar sosyal bünyemizde yaygındır. Bu hastalıkları fark edip tedavi etmek, birlikte iş yapma kültürümüzü geliştirmek için geç bile kaldık.

*************************************

SİYASİ PARTİLERİN İNSAN KAYNAĞI İSRAFI

Siyasi partilerin hedefi iktidar olmak ve kendi dünya görüşüne uygun olarak tercih edeceği ekonomik, siyasi, sosyal politikaları uygulamaktır. Partiler bu yüzden devleti rakiplerinden daha iyi yöneteceklerini, insanlarımızı daha mutlu ve müreffeh yapacaklarını iddia ederler.

Teorik olarak böyle olmakla beraber siyasi partilerden bazılarının iktidar olmak gibi bir hedefi bulunmuyor. Mesela MHP ve HDP yöneticilerinin iktidar olma talebinin dahi olmadığı görülüyor. Bu ideolojik görünümlü partiler kendilerine çizilmiş bir görev alanında top koşturuyorlar.

Mademki diğer partiler iktidar olmak hedefi peşinde, insan kaynağını en verimli şekilde kullanma yarışında olduklarını bilmeleri gerekir.

Önce vatandaştan oy alabilmek için, ilçe ve il teşkilatlarından, genel merkez teşkilatına kadar vitrinde kamuoyunun sevdiği ve saydığı isimleri bulundurmak zorundalar.

Parti üyeleri ve seçmenleri, partilerinin “nereye yöneldiği ya da en yüksek önceliklerinin ne olduğundan” emin olmalıdır.

Ayrıca ülkeyi daha iyi yönetebilecek bilgili, tecrübeli, hizmet etme heyecanı olan bir kadro ile memleket meselelerine dair çözüm yolları sunabilmeleri, iktidar olduklarında da uygulayabilmeleri gerekir.

Bu vasıflardaki insan kaynağını antidemokratik yöntemlerle, parti içi katakullilerle, seçim hileleriyle israf edenlerin, ne seçim kazanması ve ne de kazansa bile ülkeyi başarı ile yönetmesi mümkün değildir.

Parti içindeki yetkin kişileri ön plana çıkarmayan,  onlara hizmet edebilecekleri alanda görev vermeyentutku, yetenek ve zekâlarını tam olarak kullanmalarına engel olanların partilerine ve ülkemize maliyeti son derece ağır olmaktadır.

 

23.01.2020

Ruhittin Sönmez