13 Ocak 1942 ekmek karneye bağlanmıştı.

13 Ocak 1942 ekmek karneye bağlanmıştı.

Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmese de seferberlik günlerini yaşıyordu. Tek parti yönetimi kıtlık ve karaborsacılığa karşı karne uygulamasına geçti. Bugün bile siyasi malzeme olan ekmek karnesi ne anlama geliyordu?Balkan Savaşları, 1914-18 Birinci Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı ile hayli yıpranmış Türk milleti, 1930’lu yılların sonuna gelindiğinde yeni bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştı. Takvimler 1 Eylül 1939’u gösterdiğinde, bir önceki dünya harbinden kalan öfke ve intikamla başı dönen Nazi Almanyası silahlı birlikleriyle Polonya topraklarına girdi. Bu hamle, dünya üzerinde gelmiş geçmiş en kanlı muharebelerin resmen başladığını işaret ediyordu. Yaklaşan tehlikeye karşın henüz genç bir devlet konumundaki Türkiye, tarafsız bir politika izleme gayretindeydi. Almanya’nın başını çektiği Mihver Devletler ve onlara karşı birleşen Müttefikler arasında tarafsız fakat gitgelli bir politika izlemek yeğlendi. Savaş öncesi Müttefikler ile imzalanan anlaşmaya karşın Alman kuvvetlerinin ilerleyişi Türkleri onların yanında yer almaya itmişti. Bunda Hitler’in İsmet İnönü’ye yazdığı mektubun da büyük bir payı vardı şüphesiz. Türkiye, beş yıl devam edecek savaş boyunca hiçbir çatışma durumuna sahne olmadı ancak ülkeyi saran ekonomik güçlüklerle baş etmek zorunda kaldı. Her an savaşa girebilme ihtimaline karşı tüm yurtta seferberlik durumu ilan edilmesi bazı tedbirler de doğuracaktı. Bu minvaldeki politik gelişmeler, Türkiye’yi tüm muharip ülkeler gibi kısa sürede mali darboğaza sürükledi. Genç nüfusun silah altına alınması, artan iç talep beraberinde pahalılığı getirmiş, savaş koşulları ise halkı zaruri ihtiyaçlarını teminden yoksun bırakmıştı. Piyasada her türlü ihtiyaç malzemesi kısa sürede tüketiliyor ya da fahiş fiyatlarla satılmaya başlıyordu. Orduya ayrılan geniş bütçe, çiftçiden toplanan mahsuller ile ekstra vergiler, Türkiye’de toplumsal bir infiale yol açıyor, meydan karaborsacı ve vurgunculara kalıyordu. Savaş başladıktan iki yıl sonra Refik Saydam başbakanlığındaki CHP hükümeti, gitgite derinleşen krizi dizginlemek adına bir dizi ticarî tedbir almayı kararlaştırdı. Yurdun dört bir yanını saran karaborsacı tüccar ve spekülatör kişilere karşı verilen mücadele sonuç vermeyince, devrin hükümeti ağır şartları içeren Milli Koruma Kanunu tasarısını meclisten geçirdi. İşte bu yasa, denetmenlere verilen yetki ve yaptırımlarla birlikte, siyasi etkisi bugünlere kadar sürecek ekmek karnesi uygulamasını gerektirdi. Karaborsacılık faaliyetleri artık önlenemez duruma gelmiş, buğdaydan zeytinyağına, sabundan gazyağına kadar saklanan ve istiflenen en küçük ihtiyaç malzemesi büyük kabahatler arasında addedilir olmuştu. Hükümetin yüksek yetkilerle donattığı denetimciler ise beklendiği kadar etkili olamazken, bürokratların arasında bulunduğu tröst grupları oluşmaya başlamıştı. Yakup Kadri o dönemki ahvali ‘Politikada 45 Yıl’ kitabında şöyle tasvir ediyor: “Zeytinyağı piyasasını inhisarı altına alan bakan mı istersiniz, karaborsacıları koruyan vali, umum müdür vesaire mi istersiniz, o devirde bunların her köşe başında size sırıttıklarını görebilirdiniz.” Hal böyle iken, denetim mekanizması işlemiyor, ilgili merciler dolgun rüşvetlerle susturuluyordu. Dönemin gazetelerinde ekseri alt gelir sınıfından oluşan kişilere yapılan baskın haberleri yer almaya başladı. Politikacılar, kıtlığın tüm dünyayı sardığını ve halka biraz daha kemer sıkmasını tavsiye ederken, pasta, bisküvi, börek, baklava ve benzeri hamur işi gıdaların satılması da Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklandı. Kıtlık o boyuta varmıştı ki, Filistin’de insanların portakal unundan ekmek yaptığı ve İngiliz bilim adamlarının ürettiği bu unun besleyici yönleri yine gazete yoluyla halka duyuruluyordu. Bu arada tüm malzemelere konan ağır vergiler altında ezilen fakir halkın elinden tohumları ve mahsulleri de alınıyor, başta ekmek olmak üzere ana gıda maddeleri de karneye bağlanıyordu.‘Bugün ekmek istihkakımızı tam olarak alacağız’Artan talebin yanı sıra üretimin giderek azalması zaten zorda olan ekonomik çarkı hareket edemez hale getirdi. Karaborsa ile mücadelede ağır tedbirler sürüyordu. 21 Aralık 1941 tarihli Ulus Gazetesi manşetinden verilen haber, yeni tedbirleri şöyle duyurdu: Lüzum olduğu takdirde ihtiyaç maddelerini aramak, bunlara el koymak için hükümete salahiyet verildi. Buna göre Milli Korunma Kanunu ile zaten piyasadaki ürün tekeli elinde bulunan devlet, lüzum gördüğü takdirde üreticinin elinden malını da alabilecekti. Kabul edilen kararların ardından devlet memurları da dâhil olmak üzere Ankara’ya şikayetler yağmaya başladı ve bunu birçok ilde tertiplenen protestolar takip etti. Eldeki stoklar öyle azalmıştı ki, ülke genelinde çavdar karıştırılarak yapılan tek tip ekmek üretilir olmuştu. Hatta yurdun bazı yerlerinde palamut ve küspe de ekmeklik una karıştırılmış ve sonunda taşla moloz arası kara bir hamur parçası ekmek adı altında halka satılır olmuştu. Artık zaruri gıda malzemeleri, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin hazırladığı karnelere göre belirleniyordu. Halka eşit şekilde pay edilme görevi belediye ve valiliklerin denetimi altına alındı. Karneler, muhtarlıklardan aile fertlerini tebliğ eden belge karşılığı alınıyor, herkese düşen istihkak yaşa göre değişiyordu. 1942’de karne beraberinde dağıtılan kupon mukabilinde alınan ekmek çizelgesi şöyleydi: 7 yaşına kadar çocuklar için 187,5 gram, büyükler için 375 gram, ağır işçiler için ise 750 gramlık ekmek... Ekmeğin yanı sıra yağ, şeker gibi maddelerin de karne usulüyle dağıtımı yapılırken, stokların yer yer tükenmesiyle birlikte tam ekmeği bulmak bile lüks olmuştu. Bazı gazeteler o gün alınacak tam ekmeği sevindirici bir haber olarak duyuruyordu.Devlet kendi memurunu yedirmezSavaşa her an girebilme endişesiyle müteyakkız davranan Tek Parti’nin bu tutumu toplumu derinden etkilemişti. Ankara’ya gelen şikayet mektupları ve rica dilekçelerinin sayısı giderek artıyordu. Devrin kıdemli memurları bile zor durumda bulunduklarını, maaşlarına zam veya giysi yardımında bulunulmasını talep ediyordu. O zamana kadar ekmek, şeker gibi yiyecek maddelerini ayrıcalık tanımadan dağıtan devlet, halkın arasında kendi temsilcisi olarak gördüğü memuruna bir istisna göstermiş ve ücretsiz giysi yardımı yapmaya karar vermişti. 13 Kasım 1942’de çıkarılan kanun gereğince, memur ve müstahdemlere, subay ve askeri memurlara, eğitmenlere ve sair memurlara bir defaya mahsus giyim eşyası yardımında bulunuldu. Yardımın ulaştığı kesim sonrasında daha da genişleyecek ve bu giyecek yardımına ek gıda maddeleri eklenecekti. Hükümet nezdindeki bu tasarruf, bir taraftan açlık çeken halk ile memur arasında bir ayrımcılığa sebebiyet veriyordu.

http://akcan07.blogspot.com/