TARİHTE İZ BIRAKMAK İHTİRASI

Belki de güç, kudret ve paraya sırtını dönüp, bırakacağı ismi düşünmeye başlayabilir.

TARİHTE İZ BIRAKMAK İHTİRASI

1800’lü yıllarda Viyana Avrupa’nın müzik başkentidir. Öyle ki bu mümbit iklimde her biri kendi alanında birer efsane olan büyük müzisyenler ve bestekarlar yetişmişti.

Macar asıllı Franz Liszt müzisyenler içinde belki de en büyük süper yıldızdı. O, tarih boyunca belki de ilk defa, müzisyenlerin hem ünlü olup hem de saygın bir sanatçı olarak görülebileceğini ispatlayan biri idi.

1840’larda çok ünlüydü ve Lisztmania Avrupa'yı kasıp kavurmaya başlamıştı. Kadınlar Liszt için deli divane oluyordu. Mendillerini yırtıp, kullandığı kadehleri çalıp, çok değerli bir eşya imiş gibi saklıyorlardı. Hatta puro izmaritlerini göğüs dekoltelerinde gururla sergileyenler bile oluyordu.

Geliştirdiği piyano tekniği ile piyanistliğin de piyanoların da kapasitesini zorluyordu. Konserlerinde piyanoların telleri kopar, taşları kırılır ve akortları bozulurdu. Her konsere iki piyano ile çıkardı. Çünkü konser sonunda kesin biri darmadağın olurdu.

Modern konseri de onun icat ettiğini söyleyebiliriz. Tek sanatçı olarak çıktığı sahnede saatler süren konserler verirdi. Lisztmania etkisi ile yakışıklı piyanisti dinleyen kadınlardan bayılanlar olurdu.

1840'larda Avrupa turnesine çıktı ve 1000'i aşkın konser verdi. 1847 Haziranı’nda İstanbul’a geldi, beş hafta kaldı. Bu süre içinde ikisi Çırağan Sarayı’nda Sultan Abdülmecit’in huzurunda olmak üzere 10 civarında konser verdi. Karşılığında sultandan değerli hediyeler aldı, iftihar nişanıyla onurlandırıldı. Ziyareti sırasında ayrıca, piyano için Mecidiye Marşı uyarlaması dahil, beş beste yaptı.

Franz Liszt şöhretin zirvesinde idi. Gittiği yerlerde krallar gibi karşılanıyordu. Çok sayıda genç ve zengin kadınla birliktelik yaşamıştı. Ama bunlar ona yetmiyordu.

Liszt’in asıl istediği şey Beethoven ve Schubert gibi bestecilerle aynı saygıyı görebilmekti. Tarihte büyük bir iz bırakmak istiyordu.

Bu yüzden kendisi için bayılan kadınlardan sıkılan Liszt şans şöhrete sırtını dönüp bırakacağı ismi düşünmeye başladı. Almanya’ya gitti. 1856’da Weimar’da Faust Senfonisini besteledi. Bu çok farklı bir Liszt idi.

Faust Senfonisi ile Liszt, Paganini tarzı şovmenliğini bir tarafa bırakmış, Beethoven ve Schubert'inki kadar saf ve berrak bir eser yaratmıştı.

Liszt’in daha önce parası vardı, hayranları, şöhreti vardı. “Müzik dünyasının altın çocuğu” muamelesi görmüştü. Fakat şimdi yeni eserleriyle büyük romantik sanatçıların hayal ettiği bir mertebeye ulaşmayı da başarmıştı. Artık tarihte yer alacağı kesinleşmişti.

******************************

MASLOW’UN İHTİYAÇLAR PİRAMİDİ

Franz Liszt hakkında bir belgeselde anlatılan bu bilgileri dinleyince Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” veya “ihtiyaçlar piramidi” denilen teorisi aklıma geldi.

Bilindiği gibi, 1943 yılında Amerikalı Psikolog Abraham Harold Maslow, bir insanın en temel ihtiyaçlarını gidermeden üst basamaklarda bulunan diğer ihtiyaçlarını karşılamaya yönelmeyeceğini yazmıştı.

Maslow Piramidi’nin en alt ve en geniş tabanında, yani en öncelikli ihtiyaç statüsünde ‘Fizyolojik ve biyolojik’ ihtiyaçlar yer alıyordu. (Açlık, susuzluk, cinsellik, uyku gibi temel ihtiyaçlar…) Sadece bunlar giderildiğinde insan, bir diğer ihtiyaç düzeyini karşılamaya yöneliyordu.

Bir üstteki ihtiyaç düzeyi ‘Güvenlik’ olarak tanımlanıyordu. Kişi hayati ihtiyaçları karşılandığında, kendini de güvende hissettiğinde ise bir sonraki ihtiyaç hiyerarşisine yani ‘Aidiyet ve sevgi’ (Bir gruba ait olma, ilişki kurma, yani özetle sosyalleşme) ihtiyacına yöneliyordu.

Bu üç düzey yeterince doyurulduğunda ise sıra ‘Saygı görme’ aşamasına geliyordu. Ve hiyerarşide en üstte ‘Kendini gerçekleştirme’ ihtiyacı yer alıyordu.

“Kendini gerçekleştirme” hayattan ne istediğine bağlı olarak kişiden kişiye değişiyordu. Maslow “bir insan neye ulaşabiliyorsa ona ulaşmalıdır” diyordu.

Maslow piramidi tamamlamamış insanların mutluluk seviyesinin de tam olmadığını öne sürüyordu.

******************************

ERDOĞAN’IN İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ

Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyet tarihimizin en uzun süreli ve Atatürk’ten sonra en muktedir kişisi. Çoğu beşerin hayal dahi edemeyeceği şan şöhret, güç kudret, para servet gibi “ihtiyaçların” tamamına sahip. Bir iddiaya göre de dünya liderlerinin en zenginleri arasında yer alıyor.

Tam da Franz Liszt’in şöhretinin zirvesinde iken kapıldığı duygulara kapılması gereken bir konumda.

Çok iyimser bir bakış açısıyla düşünmek istiyorum: Belki de güç, kudret ve paraya sırtını dönüp, bırakacağı ismi düşünmeye başlayabilir.

Atatürk gibi, sonrasında ülkemize Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak hizmet eden ve hayırla yad edilen seçkin devlet ve siyaset adamları gibi, olmak isteyebilir.  

Onlar gibi tarihe büyük ve olumlu bir iz bırakmayı hayal edebilir.

Böyle bir hayali gerçekleştirme ihtirası olabilse, Türkiye için ne büyük şans olurdu.

Böyle olsa, günlük başarılar yerine ülkeye kalıcı ve gerçek başarılar kazandıracak öncelikleri olurdu.

Bunca imkândan sonra ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesine geçebilirdi. Bu basamakta olsaydı, söz ve tavırlarında bilgece bir felsefi derinlik ve hoşgörü, yaşantısında tevazu ve sadelik olurdu. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın bütün halklarından saygı görürdü.

Eğer bugüne kadar elde ettiklerine sırtını dönebilecek bir dönüşüm yaşayabilir ve ihtiyaçlar piramidinin tepe noktasına geçebilirse, dünyanın en huzurlu, en mutlu insanlarından biri olabilirdi.

Fakat böyle bir mertebeye geçebilmek için vazgeçmek zorunda kaldığı muazzam maddi imkanlar hem O’nun ve hem de Türkiye’nin şansını azaltıyor.

 

03 Aralık 2020

Ruhittin Sönmez