KALP İSTİKLALİMİZİN TEMEL ZEMİNİ: ORUÇ

İstiklâlin temelinde Allah'a tam teslim olarak hür olma hâli vardır

KALP İSTİKLALİMİZİN TEMEL ZEMİNİ: ORUÇ

KALP İSTİKLALİMİZİN TEMEL ZEMİNİ: ORUÇ
Nurullah Çetin

Ramazan ayına giriyoruz. Her yıl bir ay boyunca bütün dünya Müslümanları günün belli saatlerinde oruç tutarak evrensel nitelikli, ortak ferdî ve toplumsal bir eylem gerçekleştiriyorlar. Milyarlarca Müslüman, ortak bir davranış biçiminde, ortak bir tavır alışta, ortak bir duyarlıkta buluşarak bir gönül birlikteliği gerçekleştiriyor.

Oruç, salt bir biyolojik faaliyet, sadece bir sıhhat ve yeme içme meselesi değildir. Yılda bir ay tutulan orucun biz Müslümanlar için anlamı, önemi, işlevi ve sembolik değeri çok büyüktür. Oruç, İslâm'ın soyut planda kalan iman ve somut eylemlere dönüşen amellerinin pek çoğunu bir arada toplayan kapsamlı, öz, temel bir ibadet zeminidir. Ramazanda kalple, bedenle, malla yapılan birçok ibadet çeşidi bir aradadır.

Bundan öte ve tabii bilinen bütün dinî özelliklerinin yanında benim oruca yüklediğim çok özel bir önem vardır. Ben, orucu Müslümanın kalp istiklâlinin çok önemli başlangıç ve çıkış zemini olarak görüyorum. Kalbin Allah'ın dışında dünyalık bütün değerlere, mala mülke, paraya, yiyecek ve içeceklere, bedensel zevkleri karşılayan bütün faaliyetlere, konformizme tapınır derecede bağlı olması, bir esaret hâlidir.

Acınacak derecede bir tutsaklık hâlidir. Kutsal, yüce, derin, manalı, ilahî değerlere bağlı kalarak var oluş işlevini yerine getirmiş olması gereken kalbin, aşağılık, dünyevî, maddî, süflî değerlere bağlanması, tam bir esaret ve zillet hâlidir. Bu durum, insanın kendi varoluşuna ihanettir.

İnsan, bu esaretten kurtularak istiklâlini ve özgürlüğünü kazanmış olur. İslâm imanı ve oruç, bize bu özgürlük ve istiklâl imkânını veriyor. Kalp, ruh, zihin ve bilinç istiklâlimiz, bizim insan olma sürecimizi tamamlamamızda ilk başlangıç noktasıdır. Bütün mutasavvıfların en büyük hedefi olan insan-ı kâmil olmanın ilk şartı, kalp istiklâlidir. Yani bedeni, nefsi, dünyaya dönük ihtirasları bir disiplin içinde terbiye ederek ruh ve kalbe özgürlük alanı açmak. İnsan, ancak bu yolla insan-ı kâmil olma sürecine girebilir.

Biz, bugün modern dünya şartları içinde hayatımızın merkezine öncelikle "istiklâl" kavramını yerleştirerek; "insan", "Müslüman" ve "Türk" şahsiyetini ve kimliğini kazanabiliriz.
İstiklâl, kişinin tam bağımsızlığı demektir. Tam bağımsızlık hâlinin terimsel karşılığı olan istiklâlin en kısa tarifi de, "Allah'a tam teslim olarak Allah'ın dışındaki her şeyden özgürleşmek" demektir. İstiklâl, Allah'a tam teslim olarak içine girilen ruh hâlidir. Demek ki istiklâl meselesi iki boyutludur:

1- Sadece ve sadece Allah'a teslim olmak,
2- Allah'ın dışındaki hiçbir şeye teslim olmamak. Allah'ın dışındaki dünyevî, maddî, beşerî değerlere, hal, olgu ve olaylara tanrılık, kutsallık vasfı izafe eden kişi, özgür değildir, bağımsız değildir, müstakil değildir. Çünkü kalbini sonsuz ve kalıcı olana değil; geçici olana bağlamıştır. Bu, insanda trajik bir duygu doğurur. Sonsuz olana talip kalbin, sonlu ile avutulmaya çalışılması, büyük bir tatminsizlik doğurur, bu da trajediyi sonuç verir.

İstiklâlin temelinde Allah'a tam teslim olarak hür olma hâli vardır. Bu, paradoksal gibi görünebilir ama değil. Dünyada sadece iki temel değer var: Yaratıcı ve yaratılan. Ya yaratıcıya teslim olacaksınız, ya yaratılanlara. İnsanın kendisi ile aynı değer ve ayarda olan yaratılanlara teslim olması esaret; ama kendisiyle birlikte her şeyi yaratana teslim olması ise özgürlük ve bağımsızlıktır.

İslâm imanının en önemli ve en belirgin özelliği, kişiye tam istiklâl sağlamasıdır. Allah'a teslim olmuş adam, dünyalık değerlerden özgürleşmiş ve böylece tam şahsiyetini kazanmış demektir. Allah'a imanla ferdî istiklâlini kazanan adam, toplumsal ve millî anlamda da yabancıların, düşmanların, emperyalistlerin dayattıkları siyasi, ekonomik, kültürel, askerî her türlü işgal, istila ve tahakkümlere karşı istiklâl davasını yürütebilir. Dolayısıyla millî istiklâlin temelinde ferdî manada iman istiklâli vardır.

Biz Müslümanlar, oruç tutarak bir tavır, bir duruş, bir eylem ortaya koyuyoruz. Oruç tutarak demek istiyoruz ki, bedenimizi, cesedimizi, biyolojik varlığımızı nefsin dünyalık taleplerinden oluşan esaretinden kurtarabiliriz. Hayatı sadece biyolojik taleplere göre düzenleme, sadece yeme içme, uyuma, iyi imkânlar içinde yaşama algısını reddederek hayata bu maddi yapı ve değerlerden öte bir anlam yüklemiş oluyoruz.
Hayatımızı ve bedenimizi dünyanın maddi varlıklarına teslim ve bağımlı olmaktan özgürleştirerek ruh ve kalp istiklâlini sağlamış oluyoruz. Ruhu ve kalbi, bedene esir olmaktan kurtaran kararlı, anlamlı bir tavır alıştır oruç.

Oruç, aynı zamanda kapitalist zihniyetin dünyalık maddî değerlerle inşa ettiği esaret atmosferine karşı bir tepkisel tavır alış asaletini sergileme zeminidir. Kapitalizm, bugün dünya toplumlarını esir almıştır. Kapitalizm, kısa zamanda çok mal üretip bunları kısa zamanda kitlesel tüketim sürecine sokarak çok para kazanma ve bunun da kısır bir döngü halinde sürekliliğini sağlayıcı bir sistem kurmanın adıdır.

Dünyayı, hayatı ve toplumları böyle bir mekanizmaya sokarak, "çok tüketmek için yaşamak" gibi insanın fıtrî hayat süreciyle hiç uyumlu olmayan, sakat bir durum ortaya çıkarıyor. Çok tüketmek, çok fazla sayıda ve çeşitte eşya kullanmak, bedeni iyi, rahat, konforlu imkânlar içinde yaşatmak gibi tamamen maddeye bağlı bir hayat kurgusu ortaya çıkarmak demektir.

Bu mekanizmanın işleyebilmesi için de kapitalizm, insana bir araç olmaktan öte hiçbir kutsal değer ve anlam yüklemez. Kapitalizm, insanı bir vida, bir böcek, bir robot, bir hayvan gibi görür. Kapitalizm, maddeye dayalı tüketimi ve konformizmi kutsallaştırır ve insanı ezer. Dolayısıyla kapitalizm, madde hırsının ve ihtirasının yönlendirdiği zalim, ezen bir insan sınıfı (müstekbir) ile ezilen, mazlum, mağdur bir sınıf (müstazaf) doğurur.

İnsan fıtratına tamamen aykırı bu sınıflaşmaya karşı oruç, bizde bir muhasebe, bir murakabe, bir sorgulama ihtiyacı doğurur. Dünya nimetlerinden mahrum bırakılan mazlum ve aç insanın hâlinden ancak oruç tutarak, o hâlle özdeşleşebilen insanlar anlar.

Oruç eylemimizle ferdî manada, belli zaman aralıklarında dünya nimetlerinden uzak durarak, bedenimize, dünyanın maddi varlıklarına, nefsin ihtiraslarına ve keyfine esir olmadığımızı göstererek kalp istiklâlimizi sağlamış oluruz.

Öte yandan maddeyi, dünyayı, konformizmi, hedonizmi, tenperverliği tanrılaştıran kapitalist anlayışa karşı bir tavır geliştirmiş oluyoruz. Oruçla asıl olanın madde değil; mana olduğunu, dünya nimetlerinin belli kişi ve gruplar tarafından gasp edilerek yağmalanmasına karşı, adaletli bir dağılımın esas olduğunu anlayarak ruh istiklâlimizi gerçekleştirmiş oluyoruz.
Bireysel anlamda nefsimizin ruhumuz ve kalbimiz üzerinde kurduğu maddeci tahakküme karşı oruçla istiklâlimizi kazanmanın verdiği manevî tatmin ve huzur tarif edilemez. Bununla kazandığımız özgür şahsiyetle, kimliğimizi ve kişiliğimizi buluruz.

Ayrıca Allah'ın hepimize verdiği rızkı kör ihtiraslarla tekelimizde toplamak yerine, bu rızkın insanlar arası adaletli paylaşımını hatırlatan bir ay olarak ramazanın toplumsal ve ekonomik anlamda kazandırdığı ruh da bizi hem ferdî hem de toplumsal anlamda istiklâle götürür.

Hayatımızın, bedenimizin, zamanımızın ve sahip olduğumuz malî değerlerin Allah'ın iradesine bağlı olarak, gönüllü bir şekilde disipline etmemiz demek olan oruç, bizi dünyalık bütün değer, varlık ve ihtirasların esaretinden kurtaran istiklâlci bir eylemdir. Bizi bizden kurtararak özgürleşmemizi sağlayan bu istiklâlci eylemin yani orucun, bütün Müslümanlar için bir iç sorgulama, bir arınma, bir kendine gelme, bir yeniden başlangıç, bir büyük insanlık medeniyetinin doğuş zemini olmasını temenni ediyorum.