POST TRUTH ÇAĞINDA İNSAN OLMAK

“İtaat, belirsizlik, gizem” post-truth’a hizmet eden stratejilerden bazılarıdır.

POST TRUTH ÇAĞINDA İNSAN OLMAK

Sosyal bir varlık olan insanın aidiyet ve güvende olma ihtiyacı bir gruba dahil olması ile karşılanır. Güvenli ortamın bağlayıcıları duygusal, düşünsel ve davranışsal dışavurumdaki ortaklıktır. Bu ortaklığın temelindeki kurallar silsilesi de, ödül ve ceza mekanizmasının tetikleyicileri olarak karşımıza çıkar. Kalıcılığı sağlamak için mitlere ve öykülere ihtiyaç vardır. Böylelikle duygusal bellek, “öğretileri” çağlar boyunca hafızasında tutar.

Post-truth’un tarihçesi Eski Ahit’teki apokrif metinlere (şüpheli dini metinler) kadar dayanır. Eril dille biçimlenen mitlerin cinsiyetçi söylencelerinden doğan metaforik ve alegorik metinler “iyi ve kötü”yü erkek ve kadın olarak kategorileştirir. Kolektif bilinçdışına kazınan post-truth hikayeler evrensel hakikatlere dönüşmüştür çoktan. Ödül ve ceza mekanizmasına gönderilen ince mesajlar ile hakikati bulma çabasındaki birey iman ve inkâr arasında sıkıştırılır.

“İtaat, belirsizlik, gizem” post-truth’a hizmet eden stratejilerden bazılarıdır. Gizem çözülmesi gereken bir mevzudan ziyade mutlak surette kabul edilmesi gereken bir mefhuma dönüşmüşse hakikat değerini yitirir. Oysa hakikate ulaşma çabasındaki insanın sorgulamasından daha doğal bir şey yoktur ve sorgulama edimini yitirmiş bireyin yargılama yanılgısına düşmesi olasıdır.

Post-truth’a karşı duran görüşler insanı stereotiplerin kalıp yargıları içine sıkıştıran varoluş engelinden kurtarır. İnsanın kendiliğine ya da biricikliğine ait iç ve dış dinamiklere bakılmaksızın stereotiplerle yorumlanması yanılgıdan öteye gitmeyen bir düşünce biçimidir.

Post-truth’un beslendiği mitler, öğretiler ya da kadim bilgilerin modernize edilmiş versiyonu ise insanı yalnızlaştırmaya yöneliktir. Post-truth insanın nevrozundan beslenir. İşin en riskli boyutu ise, bir başkasının hezeyanlı düşünceleriyle biçimlenen yargıların hakikat olarak yansıtılmasıdır.

Oysa:

Kaosun içindeki harmoni ve harmoniden çoğalan kaos evrenin ve insanın keşfedilmeyi bekleyen gizemi değil midir?

Algısal düzeyde yorumlayamadığımız bilgileri indirgemeci bir anlayışla sınıflandırarak ya da reddederek varoluşun hakikatine ihanet etmiş olmuyor muyuz?

Bilinçdışı henüz bir muamma iken insanın öngörülemez davranışlarını açıklayacak keskin örüntüler nasıl tanımlanabilir?

Anormal durumlar karşısında bireyin sıra dışı tepkiler vermesi normalken, bu tepkisinin arkasındaki fenomenleri bilmeden yargılamak ne kadar doğrudur?

İyiliğin ve cömertliğin narsisizm ille ilintilendiği bir çağda koşulların değişkenliğine rağmen “iyi” kalmaya çalışan bireye yaftalanan etiketler ne kadar vicdanidir?

Duygusal ve davranışsal dışavurumun öznelliğini yadsımak, insanı nesnel bir varlığa dönüştürmez mi?

...

Velhasıl efendim!

..

Her çağ kendi post-truth’unu yaşar ve post-truth çağında “insan” olmak zordur.

Elif SÖZER

Yüksek Mimar