Gün uzun anlatamayacağım kadar...

Sözcüklerin sanatına sığınmak önemlidir. Yeterki söz maksadini aşmasın.

Gün uzun anlatamayacağım kadar...
Gün uzun anlatamayacağım kadar...
Durgun bir deniz ve mışıl mışıl uyuyor
Dalgalar kendi masalında…

Sevgi ve dostluk, insanları doğru anlamak ve onlarla doğru iletişim kurmakla mümkün olacaktir.

Sözcüklerin sanatına sığınmak önemlidir. Yeterki söz maksadini aşmasın.

Mevsim ilkbahar, toprak kımıl kımıl, tomurcuklar açtı açacak, her şey çığlık çığlığa ve her şey bir o kadar direngen…

Ya insan, insan kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu.
Her şey yaşamak üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda kokarken, insanlarda bir dünya telaşi, bir mal mülk edinme telaşı!

Yaşarken mi öldürüyoruz sevdiklerimizi, ya da gülde dikeni unutan biz miyiz ?

Dokundukça ''Ah'' diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız sakat.
Bir dünya telaşına kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize yuvalanır dururuz.
Telaş dediğin de maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma, onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere.

Sevmiyoruz kendimizi.
Yaşamı kutlamak değil, ölümü kutsamak öğretiliyor bize.

Ölüme dair, Seneca’nın seslenişi oldukça etkileyicidir:
“Ölümün olduğunu öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek nedeni var mutlu olmaktır.
O zaman, üçgenin ille de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz…” Ama insanoğlu kural koyar, insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder… ben ben diye bağırır durur, bencildir.

Kendimize adil, kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça aramızdan usul usul kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.

Ozanın dediği gibi, “Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz?
Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi onu bir kenara koyup eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz?

Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?

"Çoğumuz ömürlerimizi sadece minik bir "kelebek etkisi" için yaşıyoruz belki de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız. Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden... İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısırdöngü."

Ve bizler ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki:
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan cikarttiğimizda bakiyoruz tedavülden kalkmış.

Yaşama kırgın, kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu, ya da kör bir kurşunla hoşçakal diyenler kadar yaşarken kendini bulamayanlar da beni bir o kadar üzer...

Olcay Kasımoğlu/Şair/Yazar/Eğitimci

İlk Yardım Eğitim Merkezi Mesul Müdürü

Bu resim için alternatif metin açıklaması yok