Adamın biri bir kadını sever. Evlenirler.

Evlenirler. Gel zaman git zaman çok arzu ettikleri çocukları bir türlü olmaz

Adamın biri bir kadını sever. Evlenirler.
Adamın biri bir kadını sever. Evlenirler. Gel zaman git zaman çok arzu ettikleri çocukları bir türlü olmaz. Nihayetinde bir hekime giderler. Hekim inceler ve görür ki kadının rahminde bir ur vardır ve gebe kalamaz. Çaresiz eve dönerler. Allah’ın işi ya bir süre sonra adam da kör olur. Yıllar geçer, kadın vefat eder. Cenaze namazını kılıp defnederler. Definden sonra adam yolu bulmasına yardım eden değneği bir köşeye fırlatır ve herkes gibi gören gözlerle yoluna koyulur. Şaşkına dönenler omzundan tutup hikmetini sorunca açıklar: “Eşim, çocuğu olamayacağını anlayınca bir süre gözlerimi kapadım. Kapadım ki kendisindeki durum ona eksik hissettirmesin, kapadım ki bendeki eksiklikle bir eşitlik yaratayım, kapadım ki içindeki sızıyı biraz olsun dindirebileyim.”*




Empatide bu derinlik mümkün müydü?  Bir çift gözün hatırına kendi gözlerinden vazgeçer miydi insan? Ve geçerse eğer neydi arkasındaki motivasyon? Çoğu zaman olduğu gibi gizlenip saklanan bir kelimededir diye düşündüm sırrı. Bir yerlerde görülmek için can atan, duyulmaya hasret, hatırlanınca hissettiği memnuniyetle insana mâna âleminin hazinelerini sunan kelimeler. Yekdil yahut hemdil diye iki kelime kendisini gösterdi. Empatiye karşılık gelen iki Farsça kelime. Tek yürek olmak, yürek birlikteliği demek. Empati kelimesinden daha derde derman, daha hissedilir iki kelime. Empatinin sunamadığını sunan iki kelime.




Evet yekdil olmaktı anlamakta güçlük çektiğim. Beni şaşırtan şey, henüz bu mertebenin eteklerinde bile gezinemeyişimdendi. Bir insanın bir diğerinin hatırına dünyayla arasına mesafe koyması ve elinin tersiyle itmesi, bir insanın hatta kendiyle bile arasına mesafe koyup kendinden vazgeçecek derecede başkası olmayı becerebilmesi. Derdi ve kederi idrak etmeye çalışmaktan da öte derdi bir ekmek gibi bölüşmek. Bazen sadece dert de değil; anlaşılmak isteyen insandaki o dile gelemeyen açlık ve iştiyakı, karşımızdaki kendini yormadan sezip hemen onun hücrelerinden sızmak ve ferahlatmak.




“Sîne hâhem şerha şerha ez-firâk Tâ be-gûyem şerh-i derd-i iştiyâk” ** Sinemdekini sunabileceğim kişinin içi de benimki gibi parçalanmış ve yanmış olmalıdır. Salt bir keder ve acıya öykünmekten çok başka bir şeyden bahsediyorum. Anlamak ve anlaşılmanın perde arkasından sözlerim. Tekleşemeyen ruhların, sözcüklerin paylaşımı seviyesinde kalan o eksik hal ifade etmeye çalıştığım. Oysa insan, ruhların bir zamanlar bir olup kaynaştığı yerden fırlayandı. Çoklukta tekliği yitirmiş, elifsiz kalmış bir alfabe gibi şimdilerde. Unutulan bir dili hatırlamaya çalışırken bir zamanlar  ulaşılan seviyelere hayretle bakan gözler bundan. Evet gözlerim keskin, gözlerim benden gebe kalmayacak bir dünya için, eski bir ur için kısılacak kadar ümitsiz değil. Ancak  “Yok mu beni duyan?” diye çağlayan insanları göremeyeceksem kör olmak revadır bana. Empati pek yeni bir kelimedir çoktan insan olanın coğrafyasında. Hemdil olmayı tatmışların damağına yavan gelir empati.


Böylece gözlerini kapatan adamı anladım.

can küçükşahin

mühendis
Resim önizleme