YENİ ANAYASA YAPICILARA LAİKLİK DERSİ

Kur’an’da somut ve ayrıntılı bir sistem olarak İslam Devleti, Şeriat devleti tasavvuru yoktur.

YENİ ANAYASA YAPICILARA LAİKLİK DERSİ
              Millî Düşünce Gazetesi: Batı'da Laiklik, Kilisenin dayatmalarına karşı tepki olarak doğdu, dinlere ve dini inançlara karşı cephe alındı. Laiklik, 1921 ve 1924 Anayasasında olmamasına rağmen 1937 yılında kabul ediliyor. Bir ihtiyaca ya da halktan gelen talebi karşılamak için mi böyle yapıldı yoksa Avrupa'dan yapılan baskı sonucu mu Laiklik kabul ediliyor. Sizce böyle bir yolun izlenmesindeki temel amaç nedir?
                     Prof. Dr. Nurullah Çetin: Ortaçağ’da Avrupa’da muharref Hristiyanlık yani aslından saptırılmış, papaz yapımı beşeri bir din haline dönüştürülmüş olan Hristiyanlık ve onun temsilci kurumu olan Kilise, insanların özgürce bilim, sanat, felsefe ve iş yapmasını engellediği için orada laiklik, kiliseye karşı olarak konumlandı, kiliseyi devletin dışında bir alana itti ve Hristiyanlığı insanların vicdanlarına hapsetti.
                     Allah katında tek hak din olarak İslam ise, insanların özgürlüğünü yok edici bir dayatmaya sahip olmadığı için esasında bizde laiklik İslam karşıtı olamaz. Bizde laikliğin kabulü ne Avrupa’dan gelen bir baskı, ne de halktan gelen bir talep sonucudur. İşgal döneminde Avrupalı devletler birliği olan İtilaf Devletlerine yani o zaman için son Haçlı ordularına karşı savaşıp tam istiklalci ve milliyetçi bir Türk devleti kuran Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk, Avrupa’dan gelecek baskılara boyun eğecek bir sömürge memuru değildi. Bize laiklik Avrupa’nın ya da başka bir devletin baskısı sonucu gelmedi. Halktan gelen bir talep de yoktur. Laikliği anayasaya koymamız, bir ileri görüşlü Türk aydın ve idareci iradesinin sonucudur.
                      Başta Atatürk olmak üzere dönemin önde gelen aydın ve idareci kadrosu, dinli dinsiz bütün Türk milletinin selameti ve güvenliği için laikliğin zorunlu olduğunu öngörmüşlerdir. Laikliğin anayasaya konulması kararı doğru bir karardır. Zira laiklik, esas itibariyle din ve vicdan hürriyetidir. Yani isteyen istediği dine inanır ya da inanmaz, ya da isteyen inandığı dini istediği ölçü ve derecede uygular ya da uygulamaz, bu konuda vatandaşlar güvence altındadır. Laiklik esas itibariyle budur. Bu anlamıyla da laiklik İslam’a tamamen uygundur. İslam’da laiklik kelimesi yoktur ama bu kelimenin anlamı ve içeriği vardır.
Zira Kur’an-ı Kerim’de “dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256), “Sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kafirun, 6), ”Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi topluca iman ederdi. Hal böyleyken, mümin olsunlar diye sen tutup insanları zorlayacak mısın!” (Yunus,99) ayetleri esas itibariyle laikliğin din ve vicdan hürriyeti anlamına uygundur.
                       Ancak zaman zaman bazı İslam ve Müslüman düşmanları laikliği dinlerini yaşamak isteyen Müslümanlar üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmışlardır. Ancak bu tür uygulamalar da laikliğe aykırı uygulamalardır. Laiklik inanan ve inanmayan, dindar ya da dinsiz herkesin özgürce yaşama güvencesidir. İslam da insanların özgürce yaşamalarının güvencesini veren bir dindir. Laiklik kaldırılıp yerine mesela din kaynaklı bir dayatma ve mecburiyet ilkesi getirilirse o zaman bu tutum da İslam’a uymaz. Zira İslam yukarıdaki ayette belirtildiği gibi zorla herkese din dayatmaz. Tebliğ ve tavsiye eder ama dayatmaz.
Mesela namaz kılana ve başörtüsü takana müdahale etmek laikliğe aykırı olduğu gibi, herkese namaz ve başörtüsü dayatmak ve zorlamak da İslam’a aykırıdır.
Atatürk’ün: “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.” diye tanımladığı laiklik, aslında kendisinden sonraki dönemlerde laikliği İslam düşmanlığı olarak uygulayanlara da bir tepkidir.
Aynı zamanda Atatürk’ün şu sözleri laikliğin hem mahiyetini hem de anayasaya niçin konulduğunun gerekçelerini ortaya koymaktadır: “Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, İlerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz. Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bunun gibi bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlar ve tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün ögelerinden bir an önce kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.”
Atatürk’ün “büyücüler”, “softa sınıfı”, “dinden maddi menfaat temin edenler”, “dini politika aracı yapanlar” dediği kişi ve gruplar bugün de varlıklarını kılık değiştirerek sürdürüyorlar. Büyücü ve üfürükçüler, cahil ve kötü niyetli hocalar, İslam’ı siyasi propaganda aracı yapanlar, İslam dışı sahte cemaat ve tarikatlar bugün de gerçek İslam’ın ve samimi dindarların başının belasıdır.
                 Millî Düşünce Gazetesi: Türkiye'de Laikliğin ne Anayasa’da ne de bir hukukî metinde tanımı net olarak açıklanmıyor ve Laiklik ilkesinin muhtevasının ne olduğu Anayasa'da açıkça belirtilmiyor. Size göre Anayasa'da ve yerleşik hukuk belgelerinde Laiklik kelimesi hangi anlamda kullanılıyor?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Laikliğin açık seçik ve doğru biçimde tanımlanmamış olması büyük bir eksikliktir ve bu durum laikliğin zaman zaman yanlış uygulanmasına ve istismarına yol açmıştır. İslam’dan ve Müslümanlardan hazzetmeyenler bu belirsizliği kendi kötü niyetleri için zaman zaman kullanmışlardır. Başörtülüler üzerinde uygulanan zulümler bunlardan biridir. Laiklik ilkesini belirsizlikten kurtarıp net ve açık bir tanıma kavuşturarak bu kavramı herkesin keyfine göre kullanmasına, eğip bükmesine izin vermemelidir.
                 Millî Düşünce Gazetesi: Türkiye'de bazı kesimler, yıllarca, laik devlette dinsel simgelerle kamu kurumlarında bulunulmayacağını savunarak başörtülü öğretmen ve öğrencilerin okullara girmesini yasakladılar. Başörtülülerin hâkim, asker, avukat, polis vb. olarak kamusal alanlarda çalışamayacağı topluma dayatıldı ve hala bu düşüncede olan bir kesim var. Sosyolojik olarak bu çatlağın onarılması nasıl olacaktır? Laik devletin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı ise başörtüsünün İslam Dininin bir vecibesi olduğunu açıkça ifade ediyor. Oluşan bu ikilemden yola çıkarak, ülkemizde gündemi uzun süredir meşgul eden yeni anayasa tartışmaları çerçevesinde laiklik anayasada yer alacaksa nasıl ele alınıp yorumlanmalıdır?
                 Prof. Dr. Nurullah Çetin: Bir dönem dindar Müslümanlar üzerinde laiklik adına büyük bir baskı uygulandığı, haksız müdahalelerde bulunulduğu doğrudur. Gerçekte Atatürkçü olmayıp da Atatürk’ü kendi sapkın düşünceleri için araç olarak kullananların Atatürkçülük adına yaptıkları bu zulümler hem laikliğe hem de Atatürk’ün laiklik anlayışına tamamen aykırıdır. Nitekim Atatürk, laikliği dinsizlik olarak anlayanlar ve çağdaşlığı İslam düşmanlığı olarak yorumlayanlar hakkında şöyle demişti: “Laik hükumet kavramından dinsizlik manası çıkarmaya çalışan fesatçılara fırsat vermeyiniz. Bazı kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslam’ın kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.”
           İslam’ı yanlış anlayıp yorumlayan bazı selefilerin ve İslamcı geçinen terörist grupların da anayasal ve hukuki bağlamda istedikleri zemine kavuştuklarında inançsız, veya başka dinden veya Müslüman olup da dininin bazı vecibelerini yerine getirmeyen insanlar üzerinde güya İslam adına korkunç baskılar uygulayacak olmaları da doğrudur. Bunun çözümü laikliktir, laikliğin doğru ve açık tanımlanıp doğru uygulanmasıdır. Hem anayasamızda hem de diğer hukuki metinlerde laiklik ilkesi kalmalıdır ve laikliğin tanımı şöyle yapılmalıdır:
                     ”Laiklik, din ve vicdan hürriyetidir. Buna göre her Türk vatandaşı istediği dine inanmakta veya inanmamakta, ayrıca isteyen her Türk vatandaşı inandığı dini istediği gibi yaşamakta ya da yaşamamakta özgürdür. Hiç kimse bir başkasının inancına, inançsızlığına, dinine ve dindarlığına karışamaz, müdahale edemez. Devlet işlerinde dindarlık ya da dinsizlik belirleyici ve yönlendirici bir ölçüt olamaz.”
                      Millî Düşünce Gazetesi: Din anlayışını yok sayan, vahyi inkâr eden, insan aklının üstünlüğünden başka bir gerçeği kabul etmeyen, maneviyata inanmayan bir laiklik anlayışı ile devlet ve millet bütünlüğü muhafaza edilebilir mi?
                       Prof. Dr. Nurullah Çetin: Yukarıda aslına uygun olarak tanımını verdiğim laiklik, din anlayışını yok sayamaz, vahyi inkar edemez, böyle bir yetkisi ve hakkı yoktur. Kaba bir rasyonalite ile aklı tek ölçü kabul edip kutsallaştıramaz, maneviyata inanıp inanmamakta serbesttir ama inananlara da karışamaz. Salt dine ve dindara müdahale edenlerin, laikliği kendi İslam düşmanlıklarına alet edenlerin hakimiyetinde devlet ve millet bütünlüğü muhafaza edilemez.
Nitekim Atatürk de İslam karşıtı bir laikliği önermemiştir, anayasaya laikliği koyarken İslam düşmanlığını ya da İslam’ı dışta bırakmayı kastetmemiştir. Atatürkçülük adına İslam’ı reddeden laiklik savunucuları Atatürk’ün şu cümlelerini iyi okuyup anlamalıdır:
               “Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabi olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.”
                  Millî Düşünce Gazetesi: %99’u Müslüman olan bir toplumda, Devletin bütün dinlere karşı tarafsız olması mümkün müdür?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Mümkündür. Hem Osmanlı Devleti hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti başka dinden olan vatandaşlarının dinlerini özgürce yaşamalarının garantisi olmuştur. Ancak çok büyük çoğunluğu Müslüman olan vatandaşlarının dinlerini öğrenmeleri ve yaşamaları için de hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti Devletleri resmi planda ve kurumsal düzeyde gereğini yapmışlardır.
                     Mesela Atatürk’ün bir devlet kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığını kurması, Kur’an-ı Kerim’i tercüme ve tefsir ettirmesi, hadisleri toplatıp Türkçeye tercüme ettirmesi çok büyük bir şans olmuştur. Böylelikle Müslümanlar dinlerini cahil cühela hocalardan ya da Batılı devletlerin ajanı gibi çalışan yanlış ve çarpık cemaat ve tarikatlardan değil, asıl kaynaklarından ve doğru olarak öğrenme ve yaşama imkanı bulmuşlardır. Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat fakülteleri ve İmam Hatip Okulları Kur’an ve Hz. Muhammed merkezli sahih İslam’a bağlı, İmam Maturidi yorumuna ve Ahmed Yesevi uygulamasına yaslanan bir İslam anlayışını temsil eden bilgili, bağımsız, güvenilir temsilcilerin elinde Türk milletine büyük hizmet verecektir.
             Millî Düşünce Gazetesi: Laiklik anayasanın temel kurumu mudur? Laiklik demokrasinin vazgeçilmez şartı mıdır? Laiklik olmadan demokrasi uygulanamaz mı?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Laiklik anayasamızın temel kurumu olarak kalmalıdır. Demokrasimizin vazgeçilmez şartı olmalıdır. Laiklik olmadan demokrasi uygulanamaz. Zira laiklik kaldırılıp yerine cihadcı, İŞİDci, DAEŞçi, ELKAİDEci, BOKO HARAMcı gibi selefi grupların rahatça faaliyet yürütebilecekleri bir anayasal zemin inşa edildiğinde o zaman gerçek Müslümanın da, Hristiyanın da, Yahudinin de, ateistin de, deistin de yaşama imkanı yoktur. Din ve vicdan hürriyeti tanımına uygun olmayan, belirsiz ve soyut bir laiklik de dindar müslümanların kabusudur. Herkesin özgürce aklını kullanıp düşünebilmesinin ve düşünüp karar vermesinin, kararını uygulamasının garantisi de Kur’an’a da uygun olan yukarıda tanımını verdiğim laikliktir.
              Kur’an-ı Kerim’deki “akletmiyor musunuz?”, “düşünmüyor musunuz?” ayetleri devletin laik olmasını gerekli ve zorunlu kılar. Zira İslam kişinin aklını kullanma ve düşünme özgürlüğünü garanti ediyor. Bu durumda özgürce düşünen insanlar bir dini seçebilir ve onu istediği gibi yaşayabilir de, seçmeyebilir de. Kimse kimsenin seçimine ve seçimi doğrultusunda yaşamasına müdahale edemez. İnanç, din seçimi ve dini yaşama pratiği konusunda tek müdahale hakkı Allah’a aittir. Herkes kendi seçiminin hesabını insanlara ve devlete değil sadece Allah’a verir. Devlet, insanların, haklarını gözeterek ve koruyarak uyum içinde birlikte yaşamasını sağlayan üst bir idari teşkilattır.
               Millî Düşünce Gazetesi: Devlet yönetimi için bir anayasa şart mıdır? Şartsa; Anayasanın kaynağı akıl mı, vahiy mi, gelenek midir? Anayasa metni hangi kaynaklara dayanarak tasarlanmalıdır?
                Prof. Dr. Nurullah Çetin: Her toplum ve milletin kendine özgü farklı özellikleri, şartları ve durumları vardır. Türk milleti başka milletlere mesela İngilizlere benzemez. Türk milletinin bu coğrafyada huzur ve güven içinde, birlik ve bütünlük içinde yaşayabilmesi için tam bağımsız ve milli bir devlete olan ihtiyacı kaçınılmazdır. Milli devlet olmanın şart ve gereklerinden biri de milletin inançlarına, dinlerine, vicdanlarına özgürlük sağlamaktır.
                  Müslüman Türklerin dinlerini doğru biçimde öğrenmelerinin ve özgürce, hiçbir engel konulmadan yaşamalarının da, isteyenin dinsiz yaşamasının da garantisi olacak olan bir anayasa şarttır. Sağlam, doğru, adil, milliyetçi ve bağımsızlıkçı bir anayasa olmazsa Türk millet birliği ve devlet otoritesi ortadan kalkar. Anayasamızın kaynağı, akıl ve kadim Türk devlet gelenek ve uygulamaları olmalıdır. Orhun Abidelerinden günümüze kadarki bütün siyasetnameler, Türk-İslam devlet geleneği ve Kur’an-ı Kerim yararlanılan başlıca kaynaklar olmalıdır. Kur’an’da somut ve ayrıntılı bir sistem olarak İslam Devleti, Şeriat devleti tasavvuru yoktur. Sadece yöneticilerin adil olması üzerinde durulmuştur.