“İnsanın iyi olduğuna inanan şirket”… “L’enterprise qui croit que l’homme est bon.”

İnsan ne zaman "aidiyet" hisseder?

“İnsanın iyi olduğuna inanan şirket”… “L’enterprise qui croit que l’homme est bon.”
Şirketlerin kendilerini tanımladığı birçok ifade duydum ama açık ara en iyisi bu: “İnsanın iyi olduğuna inanan şirket”… “L’enterprise qui croit que l’homme est bon.”
Otomobil yedek parçaları üreten bir Fransız şirketi bu.

1983 yılından önce burası sıkı bir hiyerarşi ile yönetilen bir işletmeymiş. Şirketin CEO’su 1983 yılında başa geçtiğinde önce, yöneticilerin çalışanları izlediği camı kapattırmış, giriş çıkış kontrollerini kaldırmış; 30'ar işçinin bir araya gelerek kendi küçük takımlarını oluşturmasını sağlamış.

Bu ekipler maaşlarının ne kadar olacağı, çalışma saatleri, vs gibi konularda kendileri karar verecekler; “ters yetkilendirme” prensibiyle de, yönetimi devreye sokma kararı almadıkça her işi kendileri halledeceklermiş.

Nitekim, bunun üzerine fabrikada verim artmış, önemli parçaların üretim süresi belirgin ölçüde düşmüş. Her şeyi değiştiren ise yöneticinin şu basit yaklaşımı imiş:

Çalışanlara ne kadar sorumluluk verilirse ve güven duyulursa onlar da öyle davranırlar.

*

Belki hatırlarsınız; bir yıl önce bir başka yazımın girişinde yukarıdaki hikayeyi sizlerle paylaşmıştım. O yazının konusu “İnsan doğasının iyi yanlarının beslenmesiyle iyiliğin ortaya çıkacağı” idi.

Bugün ise aynı örnekten yola çıkarak başka bir konuyu sorgulayacağım:

İnsan ne zaman "aidiyet" hisseder? Mesela, bir çalışan çalıştığı şirkete veya bir kişi yerleştiği bir şehre, bir ülkeye?

*

Geçen hafta, verdiğim bir “iletişim” eğitimi için, Antalya’da NutriMoore firması hekimleriyle beraberdim. Orada ilgimi çeken bir şey oldu:

Şirketin kurucusu İbrahim Arpacı, ekibinden “Biz 32 kişilik bir ekibiz” diye bahsediyordu ve pek çok düzenlemeyi de buna göre yapmıştı.
Hoş olan şuydu: 32'ye çalışanların eşleri ve çocukları da dahildi. İşte, bu özenin çalışanların “aidiyet” hissine katkısını düşündüm.

Biz, “aidiyet”i bir topluluğa ait olmak gibi düşünsek de; aslında aidiyet, bulunduğun yer ya da kişilerle beraber bir anlam yaratma duygusudur.

*

Airbnb’yi bilirsiniz; şirketin kuruluş felsefesi “Belong Anywhere”dir, yani “kendini herhangi bir yere ait hissetmek” olarak çevirebiliriz.

Gerçekten de baktığınızda, Airbnb sadece bir konaklama hizmeti sağlamaz; insanların alışık olmadıkları kültürlerin içine girdiklerinde aidiyet hissini yaşayabilmelerini de sağlar.
Altta yatan felsefeye göre, bu alışveriş sayesinde dünya genelinde, insanlar arasındaki empati artacak ve bağlar kuvvetlenecektir.

Uzun yıllardır farklı ülkelerde, farklı kıtalarda yaşayan biri olarak yeni bir ülkeye “aidiyet” hissini yaratan unsurun süre mi, aşinalıklar mı yoksa orada diğer yaşayanlarla kurulan bağlar mı olduğu sorusuna hep kafa yorarım.

Ve genelde de “kurulan bağlar” cevabı hep galip gelir.

Goethe’nin sevdiğim bir anlatımıyla bitireyim ve konu üstünde hep beraber düşünelim isterim:

“Ailelerin çocuklarına vermesi gereken iki şey vardır; kökler ve kanatlar. Kökler insana dayanma gücü ve aidiyet hissi verir. Kanatlar ise bizi baskılardan, ön yargılardan kurtarıp bambaşka yerlere yönlendirir.”

Damla Ömür Tantekin

Founder of D Strategy | Advisor
Bu resim için alternatif metin açıklaması yok