İLETİŞİM

“Bir iletişimde en önemli şey, söylenmeyeni duymaktır.”

İLETİŞİM
Bakın, bu hikaye ilginç… 1990'lı yılların sonuna rastlayan dönemde Kore Havayolları’na ait uçaklar, dünyadaki herhangi bir havayolu şirketi uçaklarından daha fazla kaza yapmaya başlamıştır.
1997'de bir uçağın dağa çarpmasıyla meydana gelen kazada ve 1999'da Londra yakınında düşen kargo uçağında benzer bir nokta keşfedilir.

“Acaba uçaklar mı eski?” veya “Pilotlar mı kötü eğitiliyor?” sorularının ötesine geçildiğinde şu nedene ulaşılır:

Kore’deki mevcut otoriter kültür ve hiyerarşi kokpite de yansımakta; kıdemsiz pilotlar, gördükleri hatayı kaptana yüksek sesle ifade edememektedirler.

Ne ilginç değil mi? Bir kültürdeki iletişim modeli uçak kazasına dahi neden olabiliyor.

*

“Bir iletişimde en önemli şey, söylenmeyeni duymaktır.” demiş yönetim bilimci Peter Drucker.

Öyle midir gerçekten?

Bana göre, bir iletişimde en önemli şey karşındakini zahmetten kurtarmak ve söylemek istediğini açık, net ifade edebilmektir.
Gerçi bu konu derin ve “direkt iletişim”in hakim olduğu Batı tipi iletişimin veya “dolaylı iletişim”in hakim olduğu Doğu tipi iletişimin temelini oluşturuyor.

Dolaylı iletişimin benimsendiği Japonya, Çin gibi ülkelerde hatta bizde de “satır aralarını okumak” yaygındır; verilmek istenen mesajlar genellikle örtük şekilde verilir.
Oysa açık iletişimin hakim olduğu Amerika, Hollanda gibi ülkelerde kişi söylemek istediğinde nettir, lafı dolandırmaz.

Bugünkü yazıda sorgulamak istediğim nokta, bu iletişim tiplerinden “hangisinin iyi, hangisinin kötü” olduğundan ziyade; çok kültürlü, çapraz iletişimin olduğu ortamlarda ortaya çıkan zorluklar.

*

Biz Türkler dolaylı iletişim kültüründen geliyoruz. Ben de, tam tersine, bugüne dek direkt iletişimin hakim olduğu ülkelerde yaşadım. Bu durum iki farklı soruna neden olabiliyor:

İlki, iş dünyasında… Dolaylı iletişim kuran, beklentisini net iletmeyen bir kişiyi, "doğrudan iletişim kültürü"nden gelen iş arkadaşları net anlayamayabiliyor. Mesela, bizlerin söyleyebileceği türden “Acaba bu böyle yapılsa daha mı iyi olur?” cümlesindeki örtük beklentinin bir Amerikalı veya Alman tarafından net anlaşılma ihtimali nedir?

Ya da -tam aksine- fazla direkt, net bir üslûbu
Doğu tipi iletişime alışkın biri kırıcı veya kaba bulabiliyor.

Bir de işin insanî sıcaklık ve fikir egzersizi boyutu var. Şöyle örneklendireyim…

Şu anda yaşadığım, açık iletişim kurma modelinin benimsendiği Litvanya’da, bir Litvana soru sorun; ondan sadece sorduğunuz sorunun cevabını alırsınız. Yani size diğer olasılıkları veya kendi tavsiyelerini sunmaktan kaçınır; bunu kötü niyetle de yapmaz.

Oysa bizde “laf lafı açma” deyişi vardır hani… Düşünürseniz, orada sadece laf lafı açmakla kalmaz; bir zihin de diğerini açar, fikirler bu sayede uçuşma imkanı bulur. Ve o ortam beraberinde bir sıcaklık, bir yakınlık da getirir.

Demiş ya Orhan Veli: “Bir şeyler olsun şöyle çiçekli miçekli, bir çay olsun şöyle demli sohbetli.”

Varsa gözlemleriniz ve düşünceleriniz... Beklerim,
söz sizde.

Damla Ömür Tantekin

Founder of D Strategy | Adviso
Bu resim için alternatif metin açıklaması yok