ÇOCUK VE KARDAKİ İZLER

   Zor yıllardı. İki derslikli köy okulları vardı Anadolu’ nun nüfusu kalabalık köylerinde.

ÇOCUK VE KARDAKİ İZLER
               Zor yıllardı. İki derslikli köy okulları vardı Anadolu’ nun nüfusu kalabalık köylerinde. Bitişiği de okul müdürünün lojmanı. Bir oturma odası bir yatak odası ve ufacık bir mutfaktan ibaret. Banyo yerine de oturma odasında bir dolap. Dolabın kapağını açıyorsunuz, banyo. Öyle termosifon veya bakır banyo kazanı falan yok. Suyu mutfakta ısıtıp bir kovaya aktaracak, içinden hamam tası ile alıp alıp yıkanacaksınız. Lojmanda değil okulda bile su yok, çeşme yok… Köy çeşmesinden taşınacak. Devlet yakacak gereksinimini de karşılamazdı okulun. Veliler, kış gelmeden çocuklarının ısınacağı odunu okula depolarlardı.
             İşte öyle yokluk zamanlarında geçiyor olay. Az haneli köylerin çocukları, okulu olan en yakın köye gidecekler çaresiz. İyi havada yürümek güzel güle oynaya da bu işin yağmuru var karı var. Erkenden yollara düşecekler karlara bata çıka. Ayakkabıları su çekecek. Gelince soba başında kurutacaklar. O minik ayaklar kızaracak pancar gibi. Eller kalem tutmayacak bir süre. O yüzden belki de ilk dersler ilk üç sınıfta hayat bilgisi, büyük sınıflarda sosyal bilgiler veya fen bilgisi.
              Emine’nin siyah uzun saçları iki örgüydü omuzlarından aşağıya inen. Kömür kömür gözleri hep gülerdi dudaklarından önce. Okul yoktu Emine’ nin köyünde. O da diğer çocuklar gibi komşu köyün okuluna gidecekti… Her gün tam üç kilometre yürüyordu o minicik boyuyla, karları yara yara. Kalınca bir paltosu vardı ablasından kalan. Kundura işe yaramazdı çamurda. Çamurlar az buz değil, diz boyunda. Çizmeler de ateş pahası. Babası lastik ayakkabı almıştı çocuğa. Öyle adisinden değildi hani, içleri de astarlısından, sıcacık, fırın gibi… Gislaved…
               Sağa sola baktı, kimsecikler yoktu. Bu kadar sessizlik hayra alamet değildi. Galiba okula geç kalmıştı bu gün. Kar yeni yağmıştı, dört parmak yani. Taze kara basınca gıcırdadı lastikleri. Sesi ne güzeldi. Şarkı söyler gibi: “ Hadi Emine diyordu, oyna karlarla biraz. Bak ne güzel, pamuk helva gibi. Okula azıcık geç kalsan bir şeycik olmaz… ”
                  Öyle güzeldi ki karın üzerindeki ayak izleri. Çocuk onları seyretmeye daldı. Ne hayaller kurdu izlerin her birinde. Unuttu sağı, solu, okulu, dersi. Tek zorluk izlerin geride kalmasıydı. Dönüp dönüp izlere bakmak onu zor geldi. Başladı okul yolunda geri geri gitmeye. Yeni izleri seyrediyordu böylece. Kendini bu oyuna iyice kaptırmıştı. İzlerdeki şekillere kendince anlamlar yüklüyor, onları masal kahramanlarına benzetiyordu. Güneş de yükselmişti epeyce. Arkadan bir el dokundu omzuna hafifçe:
“Yeni galiba” dedi, “ güle güle giy…”
Çocuk, fark edilince utandı. Cevap veremedi, kaldı öylece. Sonra koşmaya başladı aklı başına gelince. Vakit ne kadar ilerlese de er geç gidecekti okula. Eve dönemezdi ki… Ne derdi annesi sonra? Alır mıydı onu eve?... Eğer Hasan Dede’ye rastlamasaydı kim bilir daha ne kadar gidecekti gerisin geriye? Ve kim bilir ne zaman varacaktı okula?...
Vitrinlerde beklemekten usanan çocuksuz ayakkabılar,
Bir yerlerde de ayakkabı bekleyen çocuklar var
Buluşturmalıyım onları tam orta yerde
Ama iz yapmalı ayakkabılar
Bembeyaz, taze karlar üzerinde
Karlar tertemiz, tıpkı çocukların yürekleri gibi
Kar izleri örter ya hani
Çocukların yüreklerindeki acı izler de silinmeli
Tıpkı karların izleri örttüğü gibi…
Hep ileri ileri yürümeli çocuklar
Bu acımasız dünyaya inat
Dudaklarında en içten gülüşleri,
Kuş cıvıltısı gibi neşeli sesleri
Yayılmalı mavi göklere
Ve bahar filizleri gibi hayalleri…
O artık kendini çocuklara adamış bir gönüllü. Ayakkabısız çocuklarla çocuksuz ayakkabıları buluşturmaya çalışıyor ülkemin kuş uçmaz, kervan geçmez köylerinde. O bir eğitim neferi…
Naime KOÇ ÖZEREN
Bir kişi, çocuk ve ayakta görseli olabilir