ÖLMEK Mİ ZOR YAŞAMAK MI?

Uykudasınız... Hiçbir şeyden haberiniz yok ve yaşadığınız bina üstünüze çöker.

ÖLMEK Mİ ZOR YAŞAMAK MI?
Uykudasınız... Hiçbir şeyden haberiniz yok ve yaşadığınız bina üstünüze çöker. Geçici olarak uyuduğunuzu sandığınız uykunun ebedi olduğunu bilmeden, kimseden helallik istemeye dahi fırsatınız olmadan uyumaya devam edersiniz.
Uykudasınız... Büyük bir sarsıntıyla uyanıp ya anında kendinizi dışarı atıyor ya da sarsıntının durmasını bekleyip sevdiklerinizle birlikte dışarı çıkarsınız. Sevdikleriniz yanınızda ya; ne ev aklınıza geliyor ne de içindeki eşyalar. Tek düşündüğünüz şey, bir an önce onlar için güvenli bir barınak bulmak...
Uykudasınız... Büyük bir sarsıntının ardından gözlerinizi açtığınızda kendinizi zifiri bir karanlığın ortasında bulursunuz. Çok geçmeden "Sesimi duyan var mı?" diye bağıran insanları duyarsınız. Eğer başınız çok sıkışmamışsa ve cevap verecek durumdaysanız sesinizin dışarıdakiler tarafından duyulması umuduyla can havliyle bağırırsınız. Sesiniz yeterince duyulmamış olmalı ki biraz sonra dışarıdan "Eğer sesimi duyuyorsan iki defa vur" şeklinde yeni bir çağrı duyarsınız. Ellerinizi oynatacak kadar şanslıysanız ve bulunduğunuz yer enkazın çok altında değilse birkaç saat sonra göçük altından çıkarılıp apar topar hastaneye götürülürsünüz.
İşte asıl acı, bu andan itibaren başlar. Daha birkaç saat önce "İyi geceler, oğlum/kızım" diyerek yatağa girdiğiniz çocuklarınızdan ve aynı yatağı paylaştığınız eşinizden habersiz vaziyette önce bir ambulans sedyesinde ardından da bir hastane yatağında bulursunuz kendinizi. Ağzınıza bağlanan oksijen tüpü, nabzınızı ölçmek için kolunuza takılı bir yığın kablo ve çevrenizde dönüp duran sağlık görevlilerinin acıyan bakışları arasında canınızı kurtarmanın sevincini yaşamak yerine enkaz altında kalan sevdiklerinizin akıbetinin merakını ve üzüntüsünü yaşarsınız. Saniyeler güne, dakikalar aya, saatler yıla dönüşürken kaç kez ölüp dirildiğinizin hesabını yapmak için bilinen sayıların yeterli gelmediğini anlarsınız.
Etrafınızdaki insanlar tamamen iyi niyetli olarak "Çok şükür, enkazdan sağ salim çıktınız" derken, siz sevdiklerinizi düşünüp şükür ile hüzün arasında gidip gelirsiniz. Odanıza her giren insana sevdiklerinizi sorar ve her seferinde benzer cevaplar alırsınız:
"Enkazdan kimlerin çıktığını bilmiyorum. Çıkmışlarsa bile başka hastaneye götürülmüş olabilirler."
Bir asır gibi yaşadığınız bir günün ardından ikinci günün sabahında, etrafınızda dolaşan yüzler değişse de sizin sorunuz değişmez:
"... Mahallesindeki ... Apartmanında oturuyordum. Eşimin ismi Nejla, oğlumun ismi Mustafa, kızımın ismi Elif. Acaba o adresten enkaz altından çıkarılıp buraya getirilenler oldu mu?"
Sizin sorunuz aynı olunca cevap da aynı olur:
"Enkazdan kimlerin çıktığını bilmiyorum. Çıkmışlarsa bile başka hastaneye götürülmüş olabilirler."
Biraz sonra odanızın kapısında tanıdıklarınız görünür. Bir yandan gözlerinizdeki yaşları silerken diğer yandan boğazınızdaki düğümü çözüp güç bela konuşmaya çalışırsınız:
"Çocuklarımdan ve eşimden haberiniz var mı? Onlar ne durumda?"
İçlerinden biri size cevap vermek zorunda olduğunun bilincinde ama gözlerini kaçırarak, kızınızla annesinin enkaz altından yaralı olarak kurtarıldığını ve sağlık durumlarının iyi olduğunu, oğlunuzun da enkaz altından ses verdiğini söyler.
Bu cevap sizi rahatlatmak yerine ruhunuzun mengenede kalmış gibi sıkılmasına neden olur. Çünkü karşınızdaki insanın size cevap verirken dudaklarının titrediğini görmüşsünüzdür. Bir terslik olduğunu sezer ama olmadığına inanmak için aşırı çaba gösterirsiniz. Sabaha kadar adeta Safâ ile Merve tepeleri arasında Say yapar gibi olur, gözlerinizi kapatıp uyumaya çalışsanız da başaramazsınız.
Üçüncü gün tekrar gelen yakınlarınızın refakatinde taburcu edilirken kolunuza bir iğne yapılır. "Bu ne iğnesi?" diye sorunca, enkazdan çıktığınız için size tetenoz iğnesi yapıldığı söylenir. Sizin için gidilecek tek yer oğlunuzun halen altında olduğu söylenen evinizin enkazı ve eşinizle kızınızın yattığı hastaneyken onlar sizi bir çadıra götürmek konusunda ısrar eder. Çadıra yaklaştığınızda, baldızınızın ağzından yükselen ağıt ve feryatlardaki isimler birer mızrak olup beyninize, birer ok olup yüreğinize saplanır:
"Ah kara günlü bacım Nejla'm, ah kara gözlü ceylanım Elif'im, ah fidan boylu Mustafa'm!"
Artık ne babacığım diye boynunuza sarılacak bir kızınız, ne sinirlendiğiniz zaman bağıracağınız bir oğlunuz, ne de sabah istediği deterjanı almayı unuttunuz diye sitem edecek bir eşiniz kalmıştır. Yedi canlı olduğu söylenen evinizin oyun hastası kedisi, siz içeri girdiğinizde "Babacık" diyen muhabbet kuşunuz, yaramaz çocuklarına bir kez bile "Rahat durun" demeyen üst komşunuz da kalmamıştır.
O andan itibaren dünyanın tamamen boşaldığını, kâinatta tek başınıza kaldığınızı, su üstünde yüzen bir saman çöpü gibi iradeniz yitirdiğinizi ve içi boşalmış bir çuval misali ayakta duracak gücünüzü kaybettiğinizi hissedersiniz. İsyan etmeseniz de boyun büküp naz makamında bulursunuz kendinizi:
"Ya Rabbi, beni neden almadın ki?"
19.02.2023 - Malatya
Mustafa Erkenekli
Bir 1 kişi ve açık hava görseli olabilir