Mekânlar ve nesnelerin ruhu var.

İnsanı zamanda anlamsızlaşmaktan kurtaran kutsal ruhları var.

Mekânlar ve nesnelerin ruhu var.
Mekânlar ve nesnelerin ruhu var. İnsanı zamanda anlamsızlaşmaktan kurtaran kutsal ruhları var. İnsan bu ruhu perdesiz görebilse taşlara dokunmaz taşları ısırırdı. Gezi yazıları ve sefernameler okumayı seviyorum. Çünkü nesneler ve mekânları bana ulaştıran yazılar. Kitaba dâhil olabildiğim, kendimi unutabildiğim yazılar. Bana bir rol veren ve yücelten yazılar. At da olsam fark etmez. Hatta mümkünse hep at olayım. Rahvan, kenter, tırıs..üç ayak sesim ulaşsın kulaklara. Hangi at yürüyüşüydü üç ayak olan? Unutayım.. böylece dahil olayım..

Nasır Hüsrev Gobadiyani bir şair, düşünür ve gezgindir. 1004’de Mevlana’nın da doğduğu Belh şehrinde doğmuştur. 42 yaşında 7 yıl sürecek bir sefere çıkar. Epey yerleri dolaştıktan sonra Van üzerinden Anadolu topraklarına girer. Tezgahlarda koyun ve domuz etinin birlikte satıldığını ve kadınlarla erkeklerin şarap içip raks ettiğini anlatır. Ardından Ahlat’a geçer. Arapça, Farsça ve Ermenice konuşulan bu vilayetin kozmopolit yapısından dolayı adının Ahlat olduğunu düşünür. Ahlat arapça karışık demektir zira. Sonra Bitlis’e ulaşır Nasır. Burada yüz batmanı 1 dinardan bal alır. Bitlis’te senede 300-400 tulum bal üreten balcılarla tanışır. Yine o civarlarda bir ucunu yaktıkları zaman diğer ucundan katrana benzer bir şey çıkan ağaç dallarını kesen insanlarla konuşur. Sonra Erzin’e gider. Hani bildiğimiz Erzincan. O dönemde adı Erzin’dir. Havası, suyu mis gibi ağaçları bereketli münbit bir yerdi der Nasır.. daha güneylere iner. Amed’den bahseder. Yani Diyarbakır. Surları, şehrin mâmur ve muhteşem hali öylesine etkiler ki gezgini; “herhalde İsfahan ile birlikte bu havzanın en güzel iki şehrinden birisidir” der. Evet öyledir Diyarbakır. Ve Urfa Suruç’ta bir gece misafir olduğu evin sahibi olan yaşlı adama sabaha kadar İhlas suresini öğretmeye çalışır ama ihtiyar öğrenemez.. Asi nehrinden bahseder..Anadolu o dönemde Diyar ı Rum yani gayrimüslim topraklarıdır. Asi güneyden İslam topraklarından doğar ve Hatay’dan Akdeniz’e küfür diyarına dökülür. Bundan dolayı Asi demişler olsa gerek diye düşünür.. ve Sefername devam eder gider..

Nesneler ve mekânlar bana böylece ulaşıyor. Benden tam 1000 sene önce at sırtında benim topraklarımı gezen bir adam tüm derimden nüfuz ederek şuurumu tazeliyor. Kendi çağımda sanki binlerce sene uzak kalmak için kaçmaya çalıştıklarıma inat diri tutan bir yakınlıkla sırtımı okşuyor.

Her sarsıntıda kitapları anlamlı kılan şehirler dökülüyor. Surlar, binalar, köprüler, saraylar, camiler, kiliseler..Anadolu’yu açlıktan kurtaran Kral Şuppiluliuma’nın heykelini bile kıracaktık nerdeyse. 3 bin sene önceden şaşkın bakan faltaşı gözler..İnsan ancak gidip gezebilince, görünce, mesafeler kat edince daha çok sahiplenen bir varlık. Gidemediğimiz yer bizim değil. En azından içselleşmiş anlamda ve derinden bizim değil. Kendi ülkesinde mekan değiştirmeye gücü yetmeyen, ancak sarsıntılarla ve yitenler vesilesiyle sahiplenmek hakkı elinde kalan insanlar..yıkılmadan özlemek bile haram..

Ben bir at olayım.

Can Küçükşahin

 Mühendis
Resim önizleme