Mehmet ile Mevlûde’nin çocuğu

Borazan Çavuş,1971 yılında 8 Eylül günü, Burhaniye’nin kurtuluş bayramı törenine son kez katılmış­tı.

Mehmet ile Mevlûde’nin çocuğu
Mehmet ile Mevlûde’nin çocuğu
Burhaniye ilçesinin Pelit köyünde Mevlûde adında bir kadın yaşıyordu. Mevlûde’nin kocasının adı Mehmet’ti. Mehmet ile Mevlûde’nin 1893 yılında bir erkek çocukları dünyaya geldi. Bu çocuğa İsmail adı verildi. Burhaniyeli Mehmet oğlu İsmail 1913 yılında yirmi yaşındaydı. Her Türk delikanlısı yirmi yaşında nasıl askere giderse, Mehmet oğlu İsmail de 1913 yılında aske­re gitti. Askerliğini Dikili’de yapıyordu. İsmail daha bir yıllık askerken 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patladı. Bildiğiniz gibi Türkiye de bu savaşa katıldı.Türk ordusu, sekiz cephede savaşıyordu.
İsmail’in Dikili’deki birliği Süveyş cephesine gön­derildi. Şu yolu izleyerek çöle gittiler: Dikili – Bergama-Ulukışla-İskenderun-Halep-Şam-Trablus-Kudüs-Errahman. İsmail, 16’ncı tümenin, 28’inci alayının 1’inci taburunda erdi. Birliği içinde, çöllerde düşmanla savaştı. Süveyş kanalında köprü kurup Mısır’a geçeceklerdi. Köprü kuruldu. Ama İsmailiye denilen yer­den köprüyü geçemediler. İsmail’in birliğindeki ar­kadaşlarının çoğu orada şehit oldu. İsmail’in birliği bu kez Çanakkale Savaşı’na gönderildi.
Boru çalabilecek er aranıyor
İsmail, Çanakkale’de 10’uncu tümenin 28’inci ala­yının 1’inci taburunun 4’üncü bölüğünde erdi. 28’in­ci tümende, boru çalabilecek erler aranıyordu. Dişleri sık, düzenli, sağlığı da elverişli olduğundan İsmail’i borazanlığa ayırdılar. Çandarlılı Musa Onbaşı adında bir zenci, boru öğretmenliği yapıyordu. İsmail, boru çalmasını işte o Musa Onbaşı’dan öğrenmiş­ti. Öyle güzel, o denli uzaklardan duyulabilen boru ça­lıyordu ki, kısa zamanda tanındı, ünlü bir borazan ol­du. Onbaşılığa yükseltildi. İsmail Onbaşı’nın hele sal­dırı boruları pek ünlüydü. Borazan İsmail Onbaşı, Çanakkale’de Conkbayırı savaşında ayağından yaralandı. Yarası iyi olunca bu kez de Çimentepe savaşında başından yaralandı. Yarası ağır olduğundan İstanbul’a hastaneye gön­derildi. İyileşince hastaneden taburcu edildi. Doktorlar üç aylık hava değişimi vermişlerdi. Burhaniye’ye geldi. Hava değişimi süresi dolunca, İsmail’i bu kez İzmir’deki bir birliğe verdiler. O birliğin makineli tüfek bölüğündeydi.
1918’de Türkiye’nin savaş ortakları yenildi. Tür­kiye de yenilmişti. Yurdumuzun birçok bölgesine düş­man girmişti. Aradan çok geçmemişti. Yunan ordusunun birlik­leri, 1919 yılının 27 Mayıs salı günü akşamı, Ayvalık kıyılanna çıktı. 28 Mayıs çarşamba günü de Ayva­lık’a girdi. Ayvalık, Burhaniye’ye çok yakındır; Burhaniye-Ayvalık arası 33 kilometre, yani yayan yürüyüşle altı-yedi saatlik yoldur. Yunan ordusunun birlikleri Ayvalık’a girdiklerinde, Ayvalık’ta Türk ordusunun 172’nci alayı vardı. 172’nci alay komutanı, sonradan Çetinkaya soyadını alacak olan, Ali Bey’di. Ali Bey, düşman ordusuna karşı Kurtuluş sava­şımızın ilk örgütünü kurdu. Edremit kaymakamı olan Hamdi Bey de düşmana karşı sivillerden bir örgüt kurdu. Bu sivil savaş örgütlerine milis birliği deni­lirdi. Kurtuluş Savaşı’mızın düşmanla ilk çatışmasını Ali Bey’in birliği yaptı.
İsmail, “Borazan Çavuş” oldu
Beş yıl askerlik yapan, Birinci Dünya Savaşı’nda önce, çöllerde, sonra da Çanakkale’de savaşan, iki kez de yaralanan İsmail, Yunan askerleri Ayvalık’a çıkınca, düşmanla savaşmak için gönüllü yazıldı. Kurtuluş Savaşi’mızın bu gönüllülerine Kuvayi milliye de­nilirdi. Kuvayi milliyeci İsmail’e, artık İsmail Efe de­niliyordu. İsmail Efe, Ali Bey’in, Hamdi Bey’in çavu­şu olmuştu. Onun boru çalışı, o denli ünlüydü ki, yavaş yavaş adı unutuldu, ona herkes Borazan Çavuş demeye başladı. Borazan Çavuş deyince, Kurtuluş Sa­vaşı sırasında, Ayvalık, Burhaniye, Havran, Edremit’te onu, büyük, küçük herkes tanırdı. Borazan Çavuş’un, kendisi gibi gönüllülerden kurulmuş bir müfrezesi vardı. Müfrezesiyle, düşman birliklerinin arkalarına sarkarak, düşmanın telefon bağlantılarını kesti.Kurtuluş Savaşı’mızda öyle büyük yararlıklar gösterdi ki, İzmir Kuzey Cephesi ko­mutanı olan Kâzım Paşa (Kâzım Özalp), bir mektup yazarak Borazan Çavuş’un başarılarını övdü, onu kutladı. Kuvayi milliyeciler, düşman kuvvetlerini on üç ay oyalayarak, saldırıya geçmesine engel oldular.
Düşman hem sayıca, hem silâhça çok üstündü. Durum böyleyken, on üç ay içinde düşman, 33 kilometre uzaklıktaki Burhaniye’ye, 47 kilometre uzaklıktaki Ed­remit’e sokulamadı. Ancak Ayvalık’a girişinden on üç ay sonra, 1920 yılının 22 Haziranında düşman Ayva­lık cephesinden saldırıya geçebildi. 30 Haziran çar­şamba günü düşman askerleri, Burhaniye’ye, bir gün sonra, 1 Temmuz perşembe günü de Edremit’e girdi. Düşman, Burhaniyeli aydınları tutukladı. Burhaniyeli Türkler, evlerine beyaz teslim bayrağı çekmek zorunda bırakıldı. Türklerin bütün silâhları top­landı. Dükkânlara Yunanca yazılı tabela asmak zoru­nu vardı. Türkler,düşmanın baskısı altında inletildi. O kara günlerde Borazan Çavuş,bütün kuvayi milliyeciler gibi düşmana karşı direniyordu. Küçük müf­rezesiyle düşmana sık sık baskınlar veriyordu. Bütün bu zaman içinde Mustafa Kemal de Türk ordusunu örgütlemiş, güçlendirmişti. Türk ordusu üs­tün düşman kuvvetlerine karşı,kesin utkuyu kazanacak duruma gelmişti.
Yunanlılar bozguna uğruyor
Bilindiği gibi, 26 Ağustos 1922 sabahı, ulusal Kur­tuluş Savaşı’mızın büyük taarruzu başladı. Bu taarruzla Türk ordusunun karşısında Yunan ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Türk kuvvetlerinin saldırısı karşısında bozguna uğrayan Yunanlılar çekiliyor, düzensiz, dağınık olarak kaçıyordu. Tam bir bozgun havası içinde kaçan Yunan kuvvetleri geçtikleri her Türk köyünü, bucağını, ilçesini, ilini yakıp yıkıyordu. Türk ordusu karşısında, Balıkesir’den çekilmek­te olan düşman kolordusu, Ayvalık’a, Edremit’e ulaşmak çabasındaydı. Yunan askerleri, Ayvalık ve Edremit kıyılarında bekleyen gemilerine binip kendi ül­kelerine kaçacaklardı.
1922 yılının 7 Eylül perşembe günü, Burhaniye’ deki düşman komutanı, Burhaniyeli Türklerin, saat onaltıdan sonra evlerinden çıkmalarını yasaklamıştı. Hangi Türk evinden dışarı çıkarsa vurulacaktı. Çün­kü o gün, Balıkesir’den çekilmekte olan düşman kolordusu Burhaniye’ye gelecek, Burhaniye’den de Ed­remit’e gidecekti. Burhaniye’ye gelince Yunan askerlerine, Türklerin saldırmalarından, ateş etmelerinden korktukları için, sokağa çıkma yasağı konulmuştu.
Borazan Çavuş, minarenin şerefesinden, düşma­nın geleceği yolu gözetlemeye başladı. Sabaha karşıydı. Gün ağarmak üzereydi. Borazan Çavuş, Burha­niye’ye doğru gelmekte olan düşman birliklerinin gürültülerini duydu. Düşman askerlerinin Burhaniye’ye iki kilometreye dek yaklaşmalarını bekledi. Düşma­nın öncüleri, Burhaniye’ye iki kilometre yaklaşınca, Borazan Çavuş minareden üst üste öyle hücum boruları çaldı ki, evlerinde uyuyanlar bile boru sesinden uyandı.
Boru sesiyle birlikte ateş başladı
Borazan Çavuş’un müfrezesindekiler, boru sesini duyar duymaz, ateşe başladılar. Hücum borusunu, arkasından da ateş seslerini duyan düşman, Burhaniye’de çok büyük Türk kuvveti olduğunu, baskına uğradığını sandı. Böylece, Burhaniye’ye uğramaktan vazgeçti. Düşman birlikleri alabildiğine kaçarak, Edremit’in yolunu tuttu. İşte böylece, Borazan Çavuş, Burhaniye’yi düşmanın yakıp yıkma­sından kurtardı.
Borazan Çavuş’un sabah erkenden minareden hücum borusu çaldığı, 1922 yılının 8 Eylül cuma günü, Burhaniye’nin düşman kuvvetlerinden kurtuluş günüdür. O gün Burhaniye’de tek düşman askeri kalma­mıştı. 796 gün düşman işgali altında kalan Burhaniye yakılıp yıkılmadan düşmandan kurtulmuştu. Büyük utku kazanılmıştı. Kurtuluş Savaşı bitmiş­ti.
Borazan Çavuş bir şey istemedi
Kaçan düşmandan kalan mallar, tarlalar, zeytinlikler, Kurtuluş Savaşı’mıza gönüllü olarak katılanlara dağıtılıyordu. Borazan Çavuş’a da, ev,tarla, bağ, zeytinlik verilecekti. Ama Borazan Çavuş hiç bir şey istemedi.
Şöyle dedi:
-Biz,mal mülk almayı umarak düşmanla savaş­madık. Hiç bir şeye gereksinmiyorum. Geçinip gidiyorum.
Mal istemeyen, hiç bir şey istemeyen Borazan Çavuş’un, hiç bir şeyi yoktu. Parası da yoktu. Bir küçük evde oturuyordu. O ev de kendisinin değil, eşinindi.
Her yıl 8 Eylül günü, Burhaniye’nin kurtuluş yıl dönümü törenlerle kutlanır. Borazan Çavuş da bu tö­renlere, savaşta giydiği efe kılığıyla katılır. Borazan Çavuş, savaştan sonra, geçimini sağlayabilmek için, Burhaniye’de bir süre kır bekçiliği yaptı. Daha sonra, Burhaniye temizlik işlerinde gö­revlendirildi. Görevi, temizlik işçileri çavuşluğuydu.
Borazan “Sağ ol Ali Bey” dedi
Burhaniyeliler, bölgelerinde ilk Kurtuluş Savaşı örgütünü kuran, düşmanla ilk savaşa başlayan Ali Çetinkaya’ya büyük saygı duyuyorlardı.Ali Çetinkaya’nın yurt görevlerine bir küçük karşılıkta bulunmak istediler. Burhaniye ilçesinin ortasında, ilçenin en iyi yerinde, geniş bahçeli, üç katlı bir köşk yaptırdılar. Bu köşkü, Ali Çetinkaya’ya hediye ettiler. O zaman, Ulaştırma Bakanı olan Ali Çetinkaya, kendisine hediye edilen köşkü görmesi için, Burha­niye’ye çağrıldı. Ali Çetinkaya geldi. Kendisine hedi­ye edilen köşkün bahçesinde, eski silâh arkadaşlarıy­la konuştu. Borazan Çavuş da oradaydı. Ali Çetinkaya ile Borazan Çavuş konuştular. Ali Çetinkaya, daha önce, onun temizlik işçisi ça­vuşu olduğunu, hiç malı, toprağı olmadığım öğrenmişti. Borazan Çavuş’a:
– Borazan, istediğin bir şey var mı? Bir şey istiyor musun? diye sordu.
Borazan Çavuş da:
-Sağlığını isterim Ali Bey, hiç bir şeye ihtiyacım yok.. .dedi.
Ulaştırma Bakanı olan Ali Çetinkaya bu kez Borazan Çavuş’a şöyle dedi:
– Zamanında sana çok şey verildi ama almadın. Duyduğuma göre malın, mülkün de yokmuş. Borazan, seni,demiryollarına yol çavuşu yapayım…
Borazan Çavuş:
-Sağol Ali Bey, dedi, biz arkadaşlarımızla her ne yaptıksa, öz yurdumuz için yaptık. Bir karşılık uma­rak, mal-mülk için düşmana çakmak çakmadık. Bunu herkesten iyi sen bilirsin. Hiç bir şeye ihtiyacım yok. Eksik olma..
Orada bulunup da bu konuşmayı duyanların gözleri yaşarmıştı. Çünkü, Ayvalık’ta, Burhaniye’de, Ed­remit’te, düşmandan kalmış, adına emval-i metruke denilen mallardan alarak büyük zengin olmuş pek çok kişi vardı.
Aradan yıllar geçmişti
Aradan yıllar geçti. Borazan Çavuş yaşlanmıştı. O, Burhaniye’nin kurtuluş yıl dönümü törenlerine, yine eski efe kılığıyla katılıyordu. Ali Çetinkaya’ya hediye edilen köşkü, kendi isteğiyle, Burhaniye Belediyesi Ali Çetinkaya’dan satın aldı. Belediye köşkü istimlâk etti, yıktırdı. Açılan alana, Atatürk’ün heykeli dikildi. Heykelin önündeki ka­yanın üstüne de, Borazan Çavuş’un tabancasıyla borusunun tunçtan yapılmış birer örneği konuldu.
Borazan Çavuş çok yaşlanmıştı. Temizlik işçileri çavuşluğundan da çıkarmışlardı. Yaşlılığından, güçsüz kaldığından başka bir iş de yapamıyordu. Yet­miş dört yaşındaydı. Aylığı, geliri de yoktu. Doğduğu yer olan Pelit köyünde, nalbantlık eden bir oğlu vardı. Ama, o da yoksul biriydi. Babasına yardım edemiyordu.
Avda beş yüz lira alacaktı
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 6 Nisan 1967 tarihinde, Borazan Çavuş’a, yaptığı olağanüstü yurt görevlerine karşılık olmak üzere aylık bağlanması için bir kanun çıkardı. İşte bu kanuna göre, Borazan Çavuş, yetmiş dört yaşından sonra her ay beş yüz li­ra aylık almaya başladı. Bu fedakâr insan, Kurtuluş Savaşı’mızdan sonra, hakkı olan istiklâl madalyasını almak için bile başvurmamıştı. Ancak savaştan kırk beş yıl sonra, Borazan Çavuş’a aylık bağlanmasının arkasından istiklâl madalyası beratı da verildi.
Yetmiş dört yaşındaki Borazan Çavuş, kendisine istiklâl madalyası beratı verilmesine çok sevinmişti. O sevinçli gününde öyle coşkuya kapılmıştı ki, o gün boru çalmıştı.
Her yıl, 8 Eylül günü, Burhaniye’deki anıt önünde Burhaniye’nin kurtuluş bayramı kutlanır. Eskiden, Borazan Çavuş da bu törenlere katılıyordu. O tarihî borusunu çaldıktan sonra, tören de başlardı.
Canlarını hiçe saydılar
Borazan Çavuş,1971 yılında 8 Eylül günü, Burhaniye’nin kurtuluş bayramı törenine son kez katılmış­tı. Orada son kez borusunu çalmıştı. O tarihten sonra bir daha bu törenlere katılamadı. Çünkü 1972 yılının 1 Nisan cumartesi günü, saat 21.40’da öldü. 2 Nisan pazar günü de toprağa verildi.
Borazan Çavuş gibi, adları sanlan bilinen ya da bilinmeyen, daha on binlerce fedakâr yjğitlerle Kurtuluş Savaşı’mız kazanılmıştır. Onlar, hiç bir karşı­lık ummadan düşmanla savaştılar. Canlarını hiçe say­dılar. Ölümü göze aldılar.
Biz bugün bu güzel yurdumuzdaki özgürlüğümüzü bağımsızlığımızı,o kahramanların fedakârlıklarına borçluyuz. Onlara olan ödenmez borçlanmızı, yurdumuzu yüceltmede görev alarak ödemeye çalışmalıyız.
Birol Çakırca sayfasından ALINTI