KENDİNİ KABULE DAİR BİR PSİKOLOGLA YOKUŞ AŞAĞI KONUŞMALAR

Kendimi Kabule Dair ya da Kaktüsün Dikeni Buyur Etmesi.

KENDİNİ KABULE DAİR BİR PSİKOLOGLA YOKUŞ AŞAĞI KONUŞMALAR
Her hayranlık ardından tiksinti veriyordu. Önce hayran olunandan sonra kendimden. Oysa tiksinilecek bir varlık değildim. İsmet Özel gibi şiir yazamamak şiirden vazgeçirmişti. Mikhail Tal gibi oynayamamak satrançtan. Oluşu başkalarında aramak motivasyonu bir diğerine bağlı kılmaktı. Oysa damlar ve çatılar ben çıkınca anlamlıydı. Manzara; bir başkasının anlattıklarına öykünüp neden öyle güçlü anlatamıyorum diye çırpınmaktan başka bir şeydi. Manzara gözlerimi bekleyen, manzara benim varoluşumu bana duyumsatacak bir şeydi. Tüm yeşiller ve morlar, kedilerin sırtları ve kümelenen bulutlar, halden hale yuvarlanan tırtıl...Hepsi bendeki heyecanın doğru yere akışı için can atan işaretlerdi.




Ayna bulununca âlemde kendimi göremez olmuştum. Oysa tüm eşya ve olup bitende bana beni hatırlatan yansımalar vardı. Ben böylece unutunca, parçalarımı toplamak hep başkasına kaldı. Eksiklik değildi bendeki. Sesim bir yerde, tenim bir yerde, aklım bir başka yerde, gönlüm bir başka... Irak olanlar beni eksik kıldı. İçime bakmak, bu paramparça varlıkla yüzleşmek çirkindi. Kırık dökük ve kopuktum. Ayna sırlıydı, zira yüzüme bakınca içimi unutturup sükun veriyordu. Suretime kitlenmek yaralarımı unutturuyordu. Aynasız kalınca yine aynı o dehşet iç mücadelesi...




Kabullenmek; hiç girmediğim sulara ve ormanlara girişti. Bir kaç bin yıl önce unuttuğum ruhuma, ondan daha eski tenime, artık yabancılaşmış komşular kadar alakasız uzuvlarıma dokunuş. Burnum, başkalarının kokladıklarıyla yetinirken nokta kadar kalmıştı. Parmaklarım küçülmüş ve her biri uzak diyarlarda, izsiz. Kimliğim belirsiz. Herkes olmak derdiyle yanarken beni yitiren ben. Omuz başlarım Ötüken’den Kaliforniya’ya kadar dağılmış. Aklım bir kaç lcd ekran ve smart cisimlere köle olmuş, gönlüm sürekli kendi etini yiyen bir yılan. Yuttukça yutan...




Sonra kaderle güreşmeye başladık. Ben bebek değilim dedim. “Ama ben senden eskileri de beşiğimde salladım,” dedi. “Uzan ve iyi bir ıslık çal.” Çaldım. Büyüyerek kendine gelen uzuvlarım, aklım ve ruhum koşturarak ulaştılar. Ellerinde denizler ve dağların görünmeyen yamaçlarından manzaralarla esintili.




Ben dedim, ben ne korkulacak ne de tiksinilecek bir ucubeymişim. Ben sadece kendine seslenmeyi unutmuş bir dilmişim. Kabullenenince kendimi, sahip olduklarım kudretlendi. Ellerim ve ayaklarım çağlar oldu. Huzursuzluk; bir başkasını tanımlamak için kendine uzak kalmakmış. İçimdeki güçsüzlük, itimat etmeyerek küstürdüğüm parçalarımmış.




Evet, Tac Mahal yaptıramazdım. Ama iyi seversem, güzel sevilince bir başkası Mümtaz Mahal * olabilirdi. Yürek böylece besleyen ve büyütendi. Her tıp tıpında, her atışında dünyayı ferahlatacak kadar esrarengiz çapıyla bana dokun, kendine dokun diyen.


Var oluş var etmekle seziliyordu.

can küçükşahin

mühendis
Resim önizleme