Geceleri ıssız çölde sadece yanan ateşle yalnız kala kala korkmayı unuttum."

"Var imdi miskin Yunus uryan olup bir yola Yüz çukallı gelirse yalıncağı soyamaz." *

Geceleri ıssız çölde sadece yanan ateşle yalnız kala kala korkmayı unuttum."
"Geceleri ıssız çölde sadece yanan ateşle yalnız kala kala korkmayı unuttum." Hazreti Ömer cesareti bir başkasından devralmamıştı. Yahut bir miras ya da emanet de değildi. Varta varta atlanılan, aşılan ve erişilen bir haldi onunki. Bedel verilen, can yakan, rahatı kaçıran bir sürecin meyvesiydi. Kaktüs gibi olmaktı. Çölde yek başına ama içinde öz suyunu kurutmadan muhafaza eden ve dilenmeyen, sade ve azametli bir hal..Sabbar derlerdi kaktüse: çok sabırlı yani.



Zaman korku vesilesi olacak ne çok sey sundu. Hepsi can yongası mallar, yitince ciğer yakan metalar, gözleri ve elleri ekranlara kitleyen portföyler, inişler ve çıkışlar, grafiklerde yaşanan hayatlar, bir eğrinin aşağı bükülmesiyle umutsuzlanmalar..Kaybettiğimizde keder vermeyecek ne kaldı elimizde?İşte şu yükümden de kurtuldum, artık daha hafifim diyebilecek neyimiz var?



Bel kemiğimizden entegre olduğumuz hastalıklı dostluklar, nasihatsiz yaşayamazken kendi içimize uzanmayan eller..Eylemlerimiz özümüzü tanımlamak için değil. Tüm fiiller biraz daha yorum almak derdiyle işlenen..Az biraz ilgisiz kalınınca çürüyen bitkilere döndük. Yaprak ve çicekle mest, köküne fersah fersah uzak bitkiler..Hani bir yudum su vermese birisi çatlayıp ölecek insanlar..Oysa şimşad ağacı gibi olmak da vardı: sert ve kökleri metrelerce uzanıp kendi suyunu keşfeden ..



Derviş kapı arayandı. Bir yola ve bir sefere yürekli olan demekti. Kapı sahibi olan değil, kapı arayan. Sahip olan, ardında kapılar bırakmaktan korkandı. Oysa kainatta girilip çıkılacak ne kapılar vardı..Aramak da yitti sonra. Bir kapı ve çatı; biraz kare ve biraz dikdörtgen uğruna durgunlaştı insan. Zahirde var olan bacaklar aynılaşan eylemlerin mekanize birer uzvu oldu. Kopamadıklarımız ve bırakamadıklarımıza her gün gidip gelen, monoton uzuvlar.




Gardolaplar insanı güne hazırlayan renk renk kıyafetlerle doldu. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yenileceklerin hesabı ufka bakmaktan leziz oldu. Atlanılan bir öğünle bozulan sinirlerimiz vardı artık. Lekelenen bir gömlekle başlanılan uğursuz günler. Zaman böylece lanetlendi. Mekan ve nesneler pervasızca zamanın kuyruğuna bağlandı. Akıp giden o bütünsel mefhum mevhuma dönüştü. Zamanı korkular ve vehimlerle yavaşlattık. Şimdi durgun ve bizden hızlı akmayan zaman çürüyen etimizden bir kokuydu artık. Gitmeye ve koşmaya ürken, elinde avcundakilerle tanımlanan insan nesneleri geride bırakamaz olmuştu. Sahip oldukları azalınca ruhunun zerreleri de da saçılıp dağılıyor gibi hissseden insan...



Ömer kendi başına kalandı. İki metreden uzun boyuyla bir görk ve gösterişin adamı olmayan, gövdesinden önce köküne aşık, iri ama sade bir demir damla. Yeri gelince akan; cıva gibi hücrelerden sızan ve yüksüz. Cüssesiyle ters orantılı bir hafifliğin timsali. Üryan ve korkusuz. Karanlıkta semadaki yıldızlarla daha ilgili ve böylece yıldızlaşan..Kaybetmekle sınanmayan, kendini soymuş bir üryan..Yürek böyle olgunlaşandı..



"Var imdi miskin Yunus uryan olup bir yola
Yüz çukallı gelirse yalıncağı soyamaz." *

can küçükşahin

mühendis
Resim önizleme