Bi-idrak-i milletten irade-i millete

Kurtuluş Savaşı’nda sadece işgalcilere karşı değil, Osmanlı saltanatına da başkaldırılmıştır.

Bi-idrak-i milletten irade-i millete

Dr. Bülent Kerimoğlu

Misakı Milli, Kuvayi Milliye, Tekâlif-i Milliye, Hâkimiyet-i Milliye... Tüm bu kavramların ortak paydası millettir.

Anlam ve kapsayıcılığı ile büyük önem içeren bu değerlerin temelinde millet vardır. Misak-ı Milli yemini ederek yola çıkan Kuvayi Milliyeciler halkın azim ve kararı ile gerçekleştirdikleri Kurtuluş Savaşı’na başlarken iradeyi kayıtsız şartsız millete bırakmışlardır.

İlk kez yoksul Anadolu halkı Osmanlı hanedanı için değil, kendi egemenliği için kan ve can vermiş, iradeyi millet olmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaygınca kullanılan üç millet tarifi vardı.

Kültürüne ve diline hayranlık duyulan, peygamber soyundan geldiği için kutsal sayılan mukaddes millet yani Araplar, ticaret, zanaat, hariciye ve diğer bazı önemli işlerin güven duyularak emanet edildiği sadıka-İ millet yani Ermeniler, bir de anlayışsız, akılsız olarak değerlendirilen bi-idrak-i millet yani Türkler.

UNUTTURMA ÇABASI

mparatorluğun kurucu unsuru olmasına rağmen yönetim erki dışına atılmış, ortaçağ koşullarında üretim yapan, sadece askere alındığında ya da vergi ödediğinde hatırlanan, Rumeli’ye öncü güç olarak gönderilmiş; yoksul Anadolu halkına bi-idrak-i millet denirdi.

Osmanlı döneminde bi-idrak-i millet olarak görülen Türklerin dili, kültürü ve geleneği unutturulmaya çalışılmış, Türk dili yerine Farsça ve Arapça, Türk kültürü ve geleneği yerine Arap kültürü ve geleneği empoze edilmiştir.

Kurtuluş Savaşı’nda halk sadece işgalci emperyalistlere karşı değil, aynı zamanda Osmanlı saltanatı ve işbirlikçilerine, Arap kültürel sömürüsüne de başkaldırarak Anadolu ihtilalini gerçekleştirmiş, bi-idrak-i milletten irade millete geçmiştir. Bi-idrak-i milletten, irade millete dönüştüren güç, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkına olan inancı, liderlik kabiliyeti, devrimci tutumudur. Atatürk, Anadolu halkını sadece bi-idrak-i millet olmaktan kurtarmamıştır, aynı zamanda ümmetten ulus, kuldan egemenlik haklarından asla vazgeçmeyecek özgür yurttaş yaratmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “padişah ol, halife ol” diyenlere “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek bu teklifi elinin tersi ile itmiştir.

Diktatör olacağından korkanların aksine, başkomutanlık yetkilerini üstüne alırken “Ömrüm boyunca milli egemenliğin sadık bir hizmetkârı olduğumu millet gözünde bir defa daha vurgulamak için bu yetkinin, üç ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırılmasını istiyorum” der.

Halkın iradesine, Millet Meclisi’nin gücüne yürekten bağlı olan Atatürk, 1936 yılında İtalya’dan dönen CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in Meclis yetkilerini kısıtlayan Mussolini faşizmine benzer bir komisyon önerisini reddetmiştir. Meclis üzerinde bir iradeye asla izin vermemiştir. I. Dünya Savaşı’nda yaşanan ağır yenilgi sonrasında payitahtından başka hiçbir şey düşünmeyen padişah ve işbirlikçi çevreler tam bir teslimiyet içindeydiler. Sadece bazı aydınlar, sivil bürokrat ve askerler kurtuluş çareleri arıyorlardı.

Halk derin bir umutsuzluk, büyük bir çöküntü içindeydi. Böyle savaş ve afet dönemlerinde halk bir kurtarıcı, bir kahraman hatta bir peygamber bekler. Oysa gerçek kurtarıcılar tek kişilik başarı öyküsünün peşinde koşan kahramanlar değildir.

Aksine halkın bir daha ağır yenilgi, çöküntü, bunalım içine düşmesine engel olacak yol gösterici, halkın gücüne inanan önderlerdir. Örgütlü güce, ortak akıl ve birlikte yönetim anlayışının önemine inananlardır. Kurtuluş Savaşı’nda yol gösterici pusula Atatürk’ün en belirgin özelliği olan, tam bağımsızlık (ya istiklal ya ölüm) ve milli egemenliktir. Halkın kaderini halkın kendisi tayin edecektir.

Mustafa Kemal Atatürk bir kez daha, millet, kendisi gibi kurtarıcılara ihtiyaç duymasın diye egemenliği kayıtsız koşulsuz halka, kurtuluşu halkın azim ve kararına bırakmıştır. Kurtuluş Savaşı ile Anadolu ihtilali gerçekleştiren Müdafaa-i Hukuk örgütü sadece mazlum milletlere örnek bir antiemperyalist mücadele vermemiş, aynı zamanda milli egemenliği tamamlayan üç büyük devrim gerçekleştirmiştir.

Saltanatı ve hilafeti kaldırmış, cumhuriyeti ilan etmiş, eğitim öğretimde birliği sağlamıştır. Sonuçta ümmetten ulus, kuldan özgür yurttaş, saltanattan milli egemenlik, hurafeden akıl ve bilim, gençlere sürekli devrim hedefi yaratmıştır.

DEMOKRASİNİN GEREĞİ

Cumhuriyet tarihinde her dönem, milli egemenliği askıya almak, kendi hedefleri için kullanmak isteyen asker, sivil bürokratlar, emperyalizme hizmet eden cemaatler, feodal gericiler, hatta işbirlikçi siyasiler olmuştur.

Kendi ülkesinde eksiksiz demokrasi isteyen ABD ve AB, Ortadoğu, önasya ve bizim gibi ülkelerde tek adamlar ve hanedanlıklar ister. Fakat 150 yıllık demokrasi geçmişi, güçlü anayasal kurumları, kurultay ve ortak akıl geleneği olan ülkemizde egemenlik ne tek kişiye, ne bir aileye, ne de bir cemaate bırakılamaz.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kuruluşunu kutladığımız TBMM’nin 100. yılında halkımız, kan ve can vererek elde ettiği bu egemenlik hakkını asla tek adamlara, hanedanlara, gruplara, cemaatlere bırakmayacaktır. Halkın iradesine, seçmen tercihine ve sandık sonuçlarına saygı göstermek demokrasinin gereğidir.

Ancak halkın iradesinin tek bir kişiye bırakılmasının doğuracağı sonuçları totaliter-otoriter rejimlerden biliyoruz. Bu nedenle kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne, ortak akıl anlayışına, çoğulcu parlamenter demokrasiye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor, bu değerlere milli egemenliğe olan inancımızla sahip çıkıyoruz.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/bi-idrak-i-milletten-irade-i-millete-1734598