BAŞIMIZ SAĞALSIN!

Risk yönetimini pek becerebilen bir millet değiliz. Allah’a emanet yaşıyoruz işte.......

BAŞIMIZ SAĞALSIN!
Risk yönetimini pek becerebilen bir millet değiliz. Allah’a emanet yaşıyoruz işte. “Boş ver abi ya! Bu kadar olur bu iş. Uysa da oldu uymasa da” gibi cümleler risk yönetimindeki bilimsel metotların kullanımını açık ara geride bırakıyorlar.
Kriz yönetiminde ise limbik (duygusal) tepkilerimiz akılcı çözümlerden uzak kalabiliyor. Örneğin trafik kazasında yaralı, karga tulumba araca atılıp omurilik zedelenmelerine yol açılabiliyor.
Öte yandan “apatik (duyarsız) duyar” hallerimiz doğayla değil hemhâl olmak empati bile kuramadığımızın bir göstergesi adeta.
Ne güzel demiş Necip Fazıl:
Kazanda su kaynasa sanki ben pişiyorum;
Bir kuş bir kuş öldürse sanki ben can çekişiyorum.
Konuyu bir örnekle açayım.
Bir arkadaşımızın babası, annesi ya da çocuğu vefat etti. Cenazesine gittiğimizde arkadaşımızı teskin etmek için “üzülme! Sana yeni bir baba, anne veya çocuk buluruz” der miyiz?
Yangında sevdiklerimiz, dostlarımız, canımıza can katanlarımız gitti. Milyonlarca ağaç, börtü böcek, koyun, köpek, kedi, kuş, kelebek, inek, at ve daha birçok can gitti.
“Yeniden dikeriz” söylemleri elbet çok iyi niyetli. Tabii ki dikeriz. Tabii ki yeşertiriz. Sorumsuzluğumuzun bedelini ödettiğimiz canlar bizi affederler mi bilmiyorum ama tabii ki canlarımızı hayatta tutmak için elimizden gelen her şeyi yaparız. Ama öleni geri getirebilir miyiz?
Bu duyar kasmak olarak yorumlanabilir. O zaman yaşanılanı bilimsel gerçeklikle izah edeyim.
Yalan makinesinin mucidi Cleve Backster 1966 yılında elektrotları evindeki deve tabanına bağlayınca makinenin ibresinin insanların heyecanlandığı anlarda çizdiği çizgilere benzer şekilde hareket ettiğini gözlemledi. Backster bitkileri suladığında ibre aşağı doğru, kibrit alıp yakmayı düşündüğünde ise yukarı doğru zikzaklar çizmeye başlıyordu. Ayrıca bir bitki önceden bir yaprağını kesmiş olan insan tekrar kendisine yaklaştığında ibre yine bu zikzakları çiziyordu.
Backster bunu “bitkilerin çılgınlar gibi bağırması” olarak yorumladı. Backster Etkisi olarak adlandırılan bu fenomene göre bitkiler hem zihin okuma yapabiliyor hem tehdidin yaklaşmakta olduğunu hissedebiliyor hem de kişileri hafızasında tutabiliyordu.
Günlük hayattan bir örnek: “Yeni kesilmiş çim kokusu, çimlerin kesildikleri anda acıdan yaydıkları feryatlardır” derler. Bıçağın bitkiyi kesmesi ile serbest kalan bir enzimler, tıpkı insanların stres anlarındaki terlemeleri gibi “stres işareti”dir.
Bir çiçeği dalından koparmak bir insanın bir uzvunu çekip koparmak gibi gelir bana. Canı yanan insanın çığlığını duyabiliyoruz fakat algı sistemimiz canı yanan canlarımızın feryatlarını duyabilecek kadar hücresel düzeyde değil. Hâl böyle olunca can dostlarımızın duyguları olmadığını düşünebiliyoruz. Bu bizim eksikliğimizden, onların kendilerini ifade edemeyişlerinden değil.
Ağaçların yanarken çığlık attığını duyan insanlar var. Yangında kalan hayvanların çığlıklarını duyduğumda nefesim boğazımda kalıyor.
Çoğumuz gibi acı doluyum. Bu derin yas halini sokakta gördüğüm insanların gözlerinde de görüyorum. Yastayız.
Yasımı tutarken gördüğüm ağaçları okşuyor, onlara sarılıyor ve içimden onlarla konuşuyorum. “Korkma, geçecek, düzelecek her şey” gibi basit çocukça cümleler. Biliyorum ne kadar endişeli ve üzgün olduklarını. O anlarda öyle bir enerji akıyor ki kalbime; ben ağacı rahatlatayım derken o bana şifa oluyor. Ağlamaklı teskin ediyoruz birbirimizi.
Çocukluğumda ağaçların tepesinde gezinen, kedisiyle uyuyan, horozlardan kaçan, ördekleri kovalayan bir kız çocuğu olan, yetişkinliğimde ise ne zaman bunalsam kendimi bir ağacın dalına bırakan ben hissettiğim bu çaresizlik ve utanç duygusu altında eziliyorum.
BAŞIMIZ SAĞALSIN…
Elif ÖZER 
Yüksek Mimar