Şehit Gazeteci Osman Nevres Bey

Gür sesiyle, "Olamaz, böyle güle oynaya giremezler" diye bağırıyordu

Şehit Gazeteci Osman Nevres Bey
Rumlar hep bir ağızdan, "Türklere ölüm, Türklere ölüm" diye bağırıyorlardı. Birlikte Yunan milli marşını okudular. Törenden sonra Efsun Alayı, önünde Alay komutanı, sancağı ve sancaktan daha büyük Yunan bayrağıyla yürüyüşe geçmişti. Rum kızları, Yunan yürüyüş kolunun her iki tarafına kordon oluşturmuşlar yürüyorlardı. Efsun Alayı, kilise çanlarının sesleri, mavi beyaz elbiseler giyinmiş Rum kızlarının şarkıları arasında Kordon boyunda ilerliyordu, üstü otel ve altı kahve olan adına da Askeri Otel denilen yapının önünden geçiyorlardı, yaya kaldırımında sıralanmış halkın arasından hızla ilerleyen ince, uzun, siyah takım elbiseli yağız delikanlı dehşetten titreyen eline hâkim olabilmek için diz çöktü, Alay Kumandanı İstavriyanopolis'in arkasından yürüyen dağ gibi sancaktarının alnına nişan aldı, elinde revolver toplu tabanca vardı. Gür sesiyle,
"Olamaz, böyle güle oynaya giremezler" diye bağırıyordu.
Tetiğe bastı peş peşe... Efsun alayının sancaktarı boğuk bir sesle atının sırtından karpuz gibi düştü yere. Adeta zaman durmuştu. Önce sessizlik, sonra panik yaşandı. Yunanlılar denize doğru kaçmaya başladı. Efsun taburu yüz geri ederek darmadağın rıhtımdaki toplanma noktasına doğru kaçmaya başladı. Bu kaçış görülmeye değerdi. Efsunların püskülleri, ufki bir vaziyette arkalarında uçuyordu. Bu Hukuk'u Beşer gazetesi başyazarı Osman Nevres Bey'den başkası değildi. Bir tabanca sesi bütün bu zafer ve bayram havasını paniğe uğratmıştı. Genç gazeteci, bu panikten yararlanarak hemen yan sokağa sapmış, iki üç yüz metre kadar gerilemişti. Genç adam tabancasının kurşunları boşaldıktan sonra yaklaşan Efsunlara cebindeki bombayı da savurdu. Uzun ve kuvvetli kolu ile savurduğu bomba, arkadan gelenlerin hemen yanı başlarında patlayarak onları bir süre durdurdu. Genç adam bu ara bir evin penceresinden kendisini gözyaşları ile seyreden yaşlı bir kadın gördü. Osman Nevres Bey'in mermisi de bitmişti.
"Nine, gördün ya" dedi."
Yarın ahirette şahidim sen ol, kurşunum tükendi, onun için geri gidiyorum. "Bunu söyleyerek artık büyük kaçışına başlamaya karar verdiği anda sokağın başında bir anda, vızıldayarak birçok kurşun geldi, bir kaç saniye ayakta kalabildi, dudaklarında bir tebessüm ve yüzünde bir rahatlık vardı. Sonra, dizlerinin üzerine düştü. Daha sonra ellerini, avuçlarını açarak kaldırım taşlarını tuttu. Yavaş yavaş yere kapandı. Sanki İzmir'i sımsıkı kollarının arasına almış, yurdumun topraklarına sarılmıştı arka üstü düştü, birkaç kez çırpındı, yarı yüzükoyun döndü."
Yalnız olduğunu anlayan Yunan işgalciler etrafını sardı, yerde yatan Osman Nerves'e ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine gelirse, orasına... Şehit olmuştu Osman Nerves, henüz gençliğinin baharında.
Asıl adı Recep oğlu Osman Nevres olan Hasan Tahsin'in Konya Yörüklerindendi. Ailesi Balkanların Türkleştirilmesi politikası çerçevesinde asırlar önce Anadolu'dan Selanik'e yerleştirilmişti. Osman, ilk önce Mustafa Kemal'in de okuduğu Şemsi Efendi Okuluna gitti, sonra Selanik Feyziye Mektebi'ni bitirdi. Zeki, çalışkan ve lider ruhluydu. Hocalarının ve okul müdürü Cavit Bey'in dikkatini çekmişti. Siyasal bilgiler eğitimi almak üzere Fransa'ya gönderildi. Burslu olarak Paris Sorbonne Üniversitesi'nde siyasal bilimler öğrenimi gördü. En yakın arkadaşları, daha sonra şair olarak ünlenecek olan Yahya Kemal ve Şeyh Şamil'in torunu Hamza Osman Erkan'dı.
Bir pazar tatilinde İsviçre'de sinemaya gitmişti. Film 1911 Türk-İtalyan savaşını konu alıyordu ve İtalyanları yüceltirken Türkleri aşağılıyordu. Dayanamadı, yanından hiç ayırmadığı tabancasını çekti ve sinemayı boşalttı. Büyükelçiliğin müdahalesiyle kurtulmuştu. Bu onun sıktığı ilk kurşundu.
Birinci Dünya Savaşı çıkınca diğer öğrencilerle birlikte o da yurda döndü. Bu sıralarda İngiliz siyasetçilerinden Buxton Biraderler Balkanlar'da Osmanlılar aleyhine yoğun faaliyetlerde bulunuyorlardı. Teşkilat-ı Mahsusa onu Buxtonların öldürülmesiyle görevlendirdi. Temin edilen bir gazeteci kimliğiyle Bükreş'e gitti. Hedefini vurdu fakat öldüremedi. Bu onun sıktığı ikinci kurşundu. Cezaevinden ordularımızın Bükreş'e girmesiyle kurtarıldı ve İstanbul'a geldi.
İzmir'de on yedi yaşındaki kız kardeşi Melek Hanım'la beraber kalıyordu. Değişik adlarda gazeteler çıkartıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa üyesi bir yarbayla Ege'nin iç kesimlerine sık sık gidiyor, Yunanlıların İzmir'e çıkma ihtimaline karşı hazırlıklar yapıyordu. Çalıştığı gazetede en son,
"Bu vatan ya bizimdir ya hiç kimsenin onu ancak Allah'a veririz o da insansız olarak" diye yazmıştı.
15 Mayıs sabahı İzmir rıhtımına ayak basanları yerli Rumlar çılgın sevinç gösterileriyle, bir vatansever de kurşunlarıyla karşılar. Bu onun sıktığı üçüncü ve son kurşundur. Orada süngülerle delik deşik edilerek şehit edilmişti.
O Alaybeyoğlu Recep'in oğlu Osman Nevres'ti. Türk basınının yüz akı, gurur kaynağı Hasan Tahsin'di. Hasan Tahsin Osman Nevres'in Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Bükreş'e gönderildiğinde kendisine verilen kimlikteki adıydı. O günden sonra hep o ismi kullanmıştı ve bugün de herkes o isimle kendisini tanıyordu.
Ömer Çekelez Sayfasından Alıntı