Sabrı zayıf olanın çökmesi çabuk olur

Sıkıntılara sabır gibi nimete şükür de dinin buyruğu, aklın gereğidir.

Sabrı zayıf olanın çökmesi çabuk olur

Karar Gazetesinin haberinde Çoğu insan sabrı, zorluklar karşısında eli bağlı kalmak şeklinde anlar. Oysa Kur’an’ın çok sayıda ayeti gösteriyor ki gerçekte sabır, Allah’ın inayetine güvenerek sıkıntılara metanetle karşı koyma iradesi, zorlukları ortadan kaldırmak için gerekli olan çabayı gösterme iradesi, giderilmesi elimizde olmayan zorluklar karşısında ise ümitsizlik ve bunalıma düşmeden, Allah’a sığınıp merhametine teslim olmanın verdiği moral gücüdür.

Tecrübeler gösteriyor ki, bütün büyük başarıların arkasında uzun süreler sabır ve metanetle sürdürülen gayretler vardır. Sabrı zayıf olanın çökmesi çabuk olur.

MUSTAFA ÇAĞRICI

Hz. Peygamber, muteber kaynaklarda kaydedilen bir hadislerinde “Oruç sabrın yarasıdır”; başka bir hadislerinde de “Sabır imanın yarısıdır” buyurmuşlardır. Orucun farz kılınmasının maksat ve hikmetlerinden biri insanlara açlığı tecrübe ettirerek yoksullara yardıma teşvik etmek, biri de bedenimizin en önemli ihtiyaçlarını karşılamaya bir süre ara vererek sıkıntılar karşısında irademizi ve metanetimizi takviye etmektir.

Hayat her zaman tozpembe değildir. Rahatlık ve bolluk kadar sıkıntı ve darlık da bir hayat gerçeğidir. Hayatı ve bizleri var eden Yüce Kudret şöyle buyuruyor: “Gerçek şu ki, sizi biraz korku ve açlık ile; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltme ile imtihan ederiz. (Ey Peygamber!) Sabırlı olanları müjdele.”

Peygamberimiz, “Allah’tan afiyet (sağlık ve huzur) dileyin” buyurmuştur. Dinin de aklın da buyruğu budur. Ama her insanın hayatında mutlaka sıkıntılar bulunacağına göre, sabır bir yaşama zaruretidir. O yüzden Yüce Rabbimiz, resulü Muhammed Mustafa’ya şöyle buyurmuştur: “Kararlı peygamberler nasıl sabrettiyse sen de sabret” (Ahkaf 46/35).

Çoğu insan sabrı, zorluklar karşısında eli bağlı kalmak şeklinde anlar. Oysa Kur’an’ın çok sayıda ayeti gösteriyor ki gerçekte sabır, Allah’ın inayetine güvenerek sıkıntılara metanetle karşı koyma iradesi, zorlukları ortadan kaldırmak için gerekli olan çabayı gösterme iradesi, giderilmesi elimizde olmayan zorluklar karşısında ise ümitsizlik ve bunalıma düşmeden, Allah’a sığınıp merhametine teslim olmanın verdiği moral gücüdür. Sabrın bu anlamını gösteren ayetlerden birinin anlamı şöyledir: “Kendilerinin, sonunda Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar şöyle dediler: … ‘Ey Rabbimiz! Bize bol sabır ver; bizi kararlı kıl; inkârcı topluluğa karşı bize yardım et.’ Sonunda Allah’ın izniyle düşmanlarını yendiler.” Tecrübeler gösteriyor ki, bütün büyük başarıların arkasında uzun süreler sabır ve metanetle sürdürülen gayretler vardır. Sabrı zayıf olanın çökmesi çabuk olur.

Şunu da aklımızda tutmalıyız ki, neyin nimet, neyin mihnet olduğunu kesin bilemeyiz. Çoğu zaman sıkıntılar insanı pişirdiği, olgunlaştırdığı ve hayata daha iyi hazırladığı için sonunda nimetlere ulaştırmakta; bolluk ve rahat, güç kuvvet de yanlış yapma, yoldan çıkma fırsatı sağladığı ve umulmadık belalara sebep olduğu için musibet olabilmektedir. Bu sebeple samimi bir dindar her zaman her şeyin hayırlısını ister; belalara sabrederek onları nimete çevirir; nimetlere şükrederek onları dünya ve ahireti için daha da faydalı hale getirir.

Bunu İbrahim Hakkı Erzurumî ne güzel anlatmış!: “Deme niçin şu şöyle / Yerincedir ol öyle / Bak sonuna sabreyle / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”

***

Sıkıntılara sabır gibi nimete şükür de dinin buyruğu, aklın gereğidir. Biz insanlar, nimetlerin ne kadar değerli olduğunu çoğu zaman onları kaybedince anlarız. Oysa hayatımız, sağlığımız, aklımız, ilmimiz-irfanımız, yediğimiz yemek, içtiğimiz su, soluduğumuz hava, ailemiz, dostlarımız, dinimiz, vatanımız, bağımsızlığımız, huzur ve barış günlerimiz ve daha niceleri Allah’ın bizlere cömertçe ikram ettiği nimetlerdir. Verdiği bütün bu nimetler için O’na teşekkür etmemiz gerekir.

Bin yıl önce yaşamış saygın bir Kur’an âlimi olan Râgıb el-Isfahânî’ye göre üç türlü şükür vardır: Nimetin sahibini gönlümüzde tutup ona minnettarlık hissetmek ‘kalp ile şükür’; O’nu övgüye anmak ‘dil ile şükür’; nimeti verene ibadet edip yarattıklarına hayır hasenat yapmak ‘fiilî şükür’dür.

Elbette iyilik sahibini minnet ve şükranla anmak şükrün ilk ve asgari şartıdır. Ama –çok zaman yapıldığının aksine- şükür sadece kuru bir söz değil, eldeki nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğunu bilerek, içimizde O’na minnettarlığımızı hissetmek, ayrıca da mal mülk gibi maddi, akıl fikir gibi manevi nimetleri asıl sahibinin rızasına uygun şekilde kullanmak, haram yollarda harcamamaktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Her kim gönüllü olarak bir hayır yaparsa Allah bunu çok iyi bilir, şükrün karşılığını verir” buyrulur. Görüldüğü üzere burada şükür kavramı fiilî hayrın karşılığı olarak kullanılmıştır.