BİR IŞINSU, BİR ABLA ÇAĞRIŞIMLARI

“Aaa kuzucuğum, Türk töresinde ablalara itiraz yoktur… Bak soyadın da A harfi ile başlıyor

BİR IŞINSU, BİR ABLA ÇAĞRIŞIMLARI
                   Düşünce ve sanat insanlarının mabedi dergilerdir. Gönül verdiğiniz ülkünün kutup yıldızları orada parlar ışıl ışıl. Hele sizde de göklerin lacivert karanlığında parlamak amacınız varsa önce o mabede girip orada kendinizi göstermelisiniz.
                70’li yılların başında bütün ülkücülerin kutup yıldızları Dündar Taşer, Arif Nihat Asya, Abdurrahim Karakoç, Emine Işınsu, Dilaver Cebeci, Yetik Ozan, Erol Güngör, Galip Erdem Töre Dergisi’ndeydi. Bense Atsız Hoca’nın İstanbul’da çıkartılan Ötüken Dergisi’nde ilk kalem denemelerine başlamıştım. Ama aklım fikrim Ankara’da idi. Trabzon Fatih Eğitim’de öğrenciydim. Ankara yolum üstündeydi. Yaşım daha on dokuz. Töre Dergisi’ne ne yapıp yapıp gitmeliydim. Atsız Hoca’nın Ötüken’ine ismimi yazdırmak az şey değildi ama Ankara ekibinin yıldızları da çok parlaktı.
             Bu duygular içinde Trabzon’da hayaller kurarken Töre Dergisi bir yarışma açtı: “Dündar Taşer Armağanı Tiyatro Yarışması”. “Tamam” diye düşündüm, “İşte aradığım fırsat bu.” 1973’de Yarışmaya Çirkef adlı tiyatro eserimle katıldım ve birincilik armağanını kazandım. Ödül dağıtım töreni için Ankara’nın yolunu tuttuğumda heyecandan titriyordum.
               Gaziosmanpaşa yokuşunu çıkarken Anadolu bozkırının yanık benizli bir genci olarak ilk defa gireceğim aristokrat bir çevrenin heyecanı ve tedirginliği vardı üzerimde. Bütün korkularım Emine Işınsu ablamın karşıma çıkması ile dağılıverdi. Anadolu ablaları, anneleri ve nineleri gibi “kuzucuğum” diye hitap ediyordu. Şefkatli sesi ve sıcak bakışları sarıp sarmalıyordu sizi. Ödül dağıtım törenine Alparslan Türkeş, Halide Nusret Zorlutuna, Ömer Naci Bozkurt gibi isimler de katılmıştı. Hayalini kurduğum lacivert göğe yükseldiğimi hissediyordum.
                Ertesi günkü ziyaretimde Emine Işınsu abla beni bir odaya çekti. Sıra gelmişti Çirkef’in yayınına.
“Kuzucuğum!” dedi, "nüfus cüzdanında Tayyar Aksoy yazdığını biliyorum ama ben kitabını Alper Aksoy olarak basacağım.”
“Abla… Şey… Yani…” dedim tereddütle.
           “Aaa kuzucuğum, Türk töresinde ablalara itiraz yoktur… Bak soyadın da A harfi ile başlıyor… Ses uyumu da harika… Arap adında ne var sanki?.. Peyami Safa da Server Bedi takma adını kullandı… Turgut Günay da “Yetik Ozan” dedi kendine… Yazarın fiziki varlığı değil edebi kişiliği daha önemlidir. Bunun çok yararını göreceksin. Anlaştık değil mi?..”
            “Bilmem... Kafama tam yatmadı ama…” diye teslimiyete yakın bir itiraz koydum.
“Kuzucuğum altı ay sonra bir şeyin kalmaz, konu kapanmıştır” dedi. Ve ilk kitabım Alper Aksoy olarak çıkınca takma ad dönemim başladı 1982 yılına kadar devam etti. Rahmetli Avukat Şükrü Karaca daha sonra nüfus kütüğüme Alper’i de resmen dahil etti.
70’li yıllar can pazarı idi. Riskli bir ortama girince adım sorulsa hemen Tayyar oluyordum, çünkü onun ülkücü olduğunu devrimciler bilemezdi. İşte o zaman Emine Işınsu ablamı anımsıyor “Ne iyi etmiş” diyordum.
              Emine Işınsu abla yakın çevresindekilerin çocuk durumunu da yakın takibe alırdı. “İlayda” kız adlarından en çok sevdiği idi. Bunu çok çocuğa verdiği için bana da “Kızına Aybike adını koyacaksın kuzucuğum, tamam mı?” demişti. Eğer Ülkücü Hareket’in 68 kuşağının çocuklarında Arap adları yok denecek kadar azsa bunda Emine Işınsu ablanın etkisi büyüktü.
                 Yukarıda Töre için adlarını yazdığım kadrodan, lacivert gökyüzündeki yıldızların hayatta kalan son ismi Emine Işınsu ablam da sonsuzluk alemine göç eyledi. Romanları ayrı bir yazı konusudur. Ama benim için ablalığı romancılığından hep önce gelmistir. Bakışlardaki, sesteki sıcaklık nedir, davranışlardaki doğallık nedir, “abla” olmak nasıl bir şeydir soruları karşıma çıktığında ben hep Işınsu ablam ile başlayacağım söze.
Alper Aksoy
Bir 4 kişi görseli olabilir