Ne Yapabiliriz? diye düşünenlere... Deprem Bölgesinden Notlar

Herkes. Ben böyle özveri görmedim, gören de zaten ağlıyor.

Ne Yapabiliriz? diye düşünenlere... Deprem Bölgesinden Notlar

Çok sayıda grupta tanık olduğum gibi kadın meslektaşlarımın deprem felaketinin meydana geldiği ilk günden beri geleceğe dair umut veren bilinç ve kararlılıkla fevkalade düzenli çalıştığı TÜHİD Whatsapp grubunda paylaşılan yazı az önce dikkatimi çekti.

Felaketi ekranlardan takip edip ne yapmam gerekir diye düşünenler için bölgelerdeki durumu oldukça net anlamamızı sağlayan bir yazı olmuş.

Yazıyı hazırlayan İpek Hanım Çiftliği'nin sahibi Pınar Kaftancıoğlu deprem bölgelerindeki gözlemlerini aktarmış.

Vaktiniz olduğunda okumanızı tavsiye ederim, samimi ve güzel bir özet olmuş.

Rahat okumanız için yazıyı sadece başlıklara ayırdım ama olduğu gibi noktasına, virgülüne dokunmadan paylaşıyorum. ycy

***

Telefonuna mesaj geldi

Rüya mı görüyorum - gerçek mi derken öbürünü arayıp iletti, o da bana telefon etti derken saat 04.30'da enkazın içindeki insanlar ile konuşabiliyor idim. Onlar da şoktaydı. Kimse bir şey anlamadı. Bir saat sonra ancak kendimize gelebildik.

Sonrasını da olduğu gibi anlatayım, biraz karışık olacaktır, dönüş yolunda yazıyorum çünkü, düzeltmek için de bir kez daha okuma fırsatım olmayacak. Bunun için özür diliyorum. Siz gereken çıkarımları yaparsınız.

***

Pazartesi öğlen Kars'taki restoranın aracı hemen yüklendi ve yola çıktı. Aşçımız Antakyalı, ailesi oradaydı. Aynı günün gece yarısına doğru Antakya'ya girmeyi başardı. Ailesi iyi, onları yanına aldı, götürdüğü malzeme ile bir basit mutfak kurdu ve hemen yemek yapmaya başladı. Bir gün sonra da biz yola çıktık.

Şimdi depremin merkezi Maraş fakat fırtınanın gözü Antakya

Maraş'ta ve Urfa'daki durumlar tabii felaket fakat bunlar nispeten yenilenmiş ve zeminleri daha sıkı şehirler. Malatya şehri de benzer durumda imiş. Adana'da nerede ise hiçbir şey yok. Birkaç büyük bina yıkılmış. Tabii bu binaların hacimleri çok büyük, dolayısıyla yıkıntı altında kalanların sayısı da öyle. Fakat şehrin geneli normal. İnsanlar sabah uyanıp dükkanları açmaya gitmişler.

İstanbul'dan Ankara'ya, Ankara'dan da Tarsus'a giden otoyolda hayatımızda görmediğimiz trafiği gördük. Koca koca TIR'lar, tepeleme yüklenmiş kamyonlar, kamyonetler, arabalar, arkalarına su şişeleri yüklenmiş çekiciler (hatalı park ettiğinizde çekenler), ambulanslar, motosikletler, herkes yola düşmüş koşuyor ve herkes bir şeyler ulaştırmaya çalışıyor. Adana'ya kadar bütün benzinliklerde upuzun kuyruklar var. Deposunu dolduran iki de bidon dolduruyor. Kartı çektin çekmedin ona bakan bile yok, zaten kimse suistimal etmiyor.

Biz Antakya'ya gittik

Yoldaki o trafiği görmeseniz, iki gündür de uçak modunda haber filan dinlemeseniz İskenderun'a kadar en ufak bir şey anlamanız mümkün değil. Yıkıntılar İskenderun'un içindeki sokak aralarında başlıyor. Birkaç sokak sağlam, birinin ortasında yıkık bir bina var, sonra birkaç sokak daha sağlam. Böyle böyle gidiyor. Sonrasında ise yol kilitleniyor.

Biz orada Google Haritalar'a bakıp Belen'den girdik

Normalde 1 saat süren İskenderun - Antakya yolu haritaya göre 4 saat sürecekti ama dağ yollarından alternatif gösterdi ve normalde ıssız ama şimdi işlek yolları takip ederek gece 11'de Antakya'ya girdik. İşte orası afetin merkezi. İki şeridin ortası daima açık tutuluyor, ardı arkası kesilmeyen sirenli araçlar son hızla geçiyor.

Karşı yönde de durum aynı

Vızır vızır Adana'ya - Mersin'e yaralı taşınıyor. Elektrik yok, şehir karanlık, askerler çıkmışlar yola düzen vermeye çalışıyor. Helikopterin biri iniyor biri kalkıyor. Öyle ki sanıyorum kalkıp indiği merkezde doluluk var, tarlaların ortasından bile inip kalkıyor.

Binaların nerede ise hepsi hasarlı

Yıkık değiller tam olarak. Yani gözünüzün önüne böyle uçsuz bucaksız moloz yığınları gelmesin. 10 tane binadan 9 tanesi artık oturulmaz halde. Ya kolonları patlamış, ya cepheleri yarılmış, ya hafifçe yatmışlar vesaire. Her 10 binadan 1'i ise tamamen yıkılmış. Tabii bu çok kabaca bir gözlem. Fakat bizim ilk durağımız Antakya Huzurevi'ndeki AFAD görevlileri de benzer şeyler söylediler. Orayı bir çeşit kriz merkezi haline getirmişler. Yaşlılar ise büyük ölçüde başka şehirlere taşınmış.

Antakya'nın en zengini olsan da bir şişe içme suyu bulmak zordu

Birinci gün, yani Pazartesi günü, isterseniz Antakya'nın en zengin insanı olun, bir şişe içme suyu bulamadığınız bir durum oluşmuş. Aksi gibi aylardır beklenen ve gelmesi için dualar edilen yağmur da o gün yağmış. İnsanlar anlatması güç bir zor durumda kalmış. İkinci gün, yani Salı günü biraz biraz çadırlar gelmeye başlamış. Üçüncü gün herkes için başını sokabileceği yer vardı. Yemek, kıyafet, diğer şeyler vesaire de her yere yığılı fakat tabii organizasyonda Alman disiplini aramayın. Beş sokak aşağıda bebek bezi arayan insanlar var, oysa beş sokak yukarıya çıksalar TIR dolusu bebek bezi inmiş fakat o onu bilmiyor, öbürü öbürünü bilmiyor filan.

Şehrin girişine bir ayırma noktası kurarak bunu nispeten gidermeye çalıştılar. Gelen bütün TIR'ları girişteki Opet'e soktular, orada indirdiler, işte ne bileyim her kamyona 2 palet su, 50 koli kıyafet, 50 koli bisküvi, 50 de oyuncak - bebek bezi filan gibi yükleyerek şoförlere de birer telsiz verdiler, sen şuraya gideceksin - sen buraya gideceksin dediler gönderdiler.

Yardım çok fazla geldi

Çok çok fazla geldi. Herkes, hepinize gerçekten minnettar ve duacı. Fakat artık aşırı fazla olmaya başladı. Öyle ki ziyan oluyor artık gelen yardımlar. Yol kenarlarında topkek kolileri yığılmış, kimsenin ilgisini çekmiyor. Büyük şişe sular gelmiş bunlar tamamen ziyan. Hava soğuk, insanlar şişeyi açıp bir yudum alıyor, sonra da orada kalıyor bunlar. Mesela bardak sular bu konuda çok daha işe yarar durumdalar. Ama tekrar tekrar söyleyeyim, şu anda bir ihtiyaç yok. Göndereceğiniz her şey sadece kalabalık yapar.

İş makineleri ve ekipler dalga şeklinde ilerliyorlar

Bir hayırsever diyelim 5 tane kepçe göndermiş, bu kepçeler Antakya yoluna girdikleri anda gördükleri ilk yıkıntının önünde inip çalışmaya başlıyorlar. Böyle olunca da en uzaktakine sıra bir türlü gelmiyor. Tabii durmasa oraya gitse bu defa o boşta kalacak, çözümü çok güç bir durum var. Çok çok fazla yıkıntı bina var.

Ekipler canla, başla çalışıyor

Herkes. Ben böyle özveri görmedim, gören de zaten ağlıyor. Enkazların başında projektörler, kırmızı paltolar, köpekler, seslenenler - bir ses işitenler - sessizlik isteyenler, anlatılmaz bir hal var. Feci üzücü manzaralar var. Bir baba sürekli çağırılıyor, enkazın içine bağırması isteniyor, belli ki oğlunu arıyorlar ama babanın sesi gitmiş, sesi artık çıkmıyor.

Yabancı ülkelerden çok ekip gelmiş

Fakat bunların da bazısı sırf şov için gelmiş. İnsanlar onlara çok sinirleniyor. Şimdi ülke adı yazmayayım fakat bir tanesi çadır hastaneler kurmuş, öbürü köpeklerle harıl harıl arama yapıyor fakat biri de gelmiş oradaki herkesin çalışmasını durduruyor, işte neymiş çok acayip bir teknolojik cihazları varmış ama bir saat boyunca kimsenin nefes bile almaması lazımmış. Cihazı çalıştırıyorlar, tepelerinde de drone uçurup kendilerini filme çekiyorlar, sonra da olmadı deyip gidiyorlar. Olan oradaki çok kıymetli bir koca saate oluyor ve herkesin sinirleri zaten tepede, paramparça halde. Kavgalar çıkıyor.

Ölümler artık normalleşmiş

Covid zamanını çok andırıyor. İlk başta herkeste bir dehşet, üçüncü güne gelince 'Aa o da mı ölmüş, aa o da mı' gibi sıradanlaşıyor. Sonra duruyorsunuz, bir sessizlik oluyor, birden bütün oda ağlamaya başlıyor. On dakika sonra herkes yine gülmeye başlıyor. Hesaplar yapılıyor, işte büyükanne enkazın altında ama kızı vefat etmiş. Dolayısıyla inşallah sağ çıkmaz da çünkü duyarsa kızının öldüğünü asıl ona dayanamaz.

Belediyelerden çok fazla gelen var

Bir sürü irili ufaklı belediyenin arama - kurtarma ekipleri var. Böyle bir şeyi ben bilmezdim ama çok çok fazla var. Bunlar bir yandan da mobil mutfaklar kurmuşlar ve yemek dağıtıyorlar. Bazısının yemeği çok iyimiş, işte orada mı yesek burada mı, oradaki çorba acayip iyi filan gibi tuhaf haller de var.

Köy dernekleri tonla gelmiş, sayamadım bile

Hepsi karınca kararınca bir kamyonet olsa da doldurmuş göndermiş. Mega iyilik derneği vs. bana da soruluyor, sanıyorum tartışılıyor da şu an, hayır, ben hiçbir yerde görmedim. Vardır tabii mutlaka bir yerlerde fakat dünyayı sadece bilgisayar ekranından görenler için iş değil içerik üretme diye yeni bir sektör var.

Tosuncuk'tan da bu ülkede bir değil bin tane var

Oraya bilmemne şef de gelmiş mesela ama gelirken çekim ekibini de yanında getirmiş, annem - annem diye ağlıyor, elinde çubuklu fotoğraf makinesini tutan genç işaret ediyor, şefin suratı anında değişiyor, sonra yeni bir çekim, yine annem - annem... Böyle haller de var.

Yağmaya filan biz denk gelmedik

Kuyumculara dadanan hırsızlar elbette var, fakat bunlar çok yaygın değil. Yani lütfen bir tane bir şey görüp galeyana gelmeyin. Sosyal medya en ve enlerin sahnesi, siyah ve beyaz sahnesi, gerçek hayat ise çok daha gri, çok daha normal. Ekiplerin enkazlardan çıkardığı ziynet eşyaları ayrılıyor herkesin gözü önünde sayılıyor, sonra da polis geliyor ona teslim ediliyor. Sokaklardaki arabaların depo kapaklarını kırmışlar ve benzinleri çalmışlar, bu doğru, fakat bu da çok ayıplanamıyor çünkü ilk gün benzin filan bulunamamış. Sağ çıkanlar da arabalarında ısınmaya çalışıyorlar - dı. Şimdi normal.

Yıkılanlar binalar üç grup

Biri en gariban mahallelerde briketten yapılmış çok basit evler. Bunlar depremde hemen yıkılmışlar fakat can kaybı yok. Uyurken etrafındaki duvarlar yıkılmış, çatı zaten plastik, aşağı inmiş, onu kaldırıp dışarı çıkmışlar şimdi de çadırda yaşıyorlar. Sobalar da gelmiş.

İkincisi şekli - tipi sevimsiz olan, gecekondu ile apartman arası az katlı yapılar. Bunları yapanlar kendi imkanları ile yaptıkları için demirden şundan bundan çalmamışlar. En fena durumda olanın diyelim kolonlar patlamış, belki bir kat aşağı çökmüş ama içindekiler canlarını kurtarmışlar.

Üçüncüsü ki bunlar en fena olanlar, müteahhit işleri, yani satılmak için yapılanlar. Bunlarda da ekseri 70'ler - 80'ler gibi yapılanlar yıkılmışlar. Özellikle çok yüksek olanlarında maalesef felaketl yaşanmış. Yepyeni olanlar pek az yıkılmış. Fakat dediğim gibi, 10 bina varsa bunların 9'u oturulmayacak biçimde hasarlı. Kendi binanıza da bence bu gözle iyice bir bakın, gerekli ölçümleri mutlaka ve mutlaka yaptırın.

Çünkü şunu da gördük, bir tane bina çok hasarlı ama yine de dimdik ayakta kalmış. Beş sene önce o binadakiler toplanıp inceleme yaptırmış, gerekli görülmüş ve arka cepheye bir beton duvar ile destek filan yaptırmışlar fakat o binanın ikizi yerle bir olmuş çünkü bunlar yapılmamış. Tabii işin uzmanları benden iyi açıklar.

Şu aşamada sizin yapabileceğiniz en anlamlı şey

Yardımları, destekleri küçük dalgalar şeklinde uzun bir sürece yaymak olabilir. Kıyafetiniz varsa onları güzelce yıkayın, katlayın, paketleyin ama şimdi göndermek yerine evin bir kenarında saklayın. Diyelim 10 gün sonra şehrinizdeki bir hastaneyi ya da öğrenci yurdunu filan ziyaret ederek daha sakince verin. Yirmi gün sonra gidin bir aileyi alın, hafta sonunu birlikte geçirip şehrinizi gezdirin. Travmayı atlatlamalarına yardım edin. Böyle böyle şeyler yapabilirsiniz.

Depremde annesiz - babasız kalan çok çocuk var.

Bunların hayatta akrabaları varsa elbet bir yol çizecektir fakat kimsesi kalmayanlar için koruyucu ailelik fikrini enine boyuna gözden geçirin. Bunu yapabileceğinize - yapmak istediğinize gerçekten eminseniz başvurunuzu yaparak beklemeye geçin. Yaşlıları ziyaret edin, sadece dertleşin. Tanışıp bir gence burs verin. Ablalık edin - abilik edin. Ama bizzat, lütfen, bu çok önemli. Araya bir şey sokmayın. İşiniz var ise imkanlarınızı nasıl genişletebilirsiniz onu gözden geçirin. İnsanlar hayata yeniden başlayacaklar, kime ne iş verebilirsiniz, ne yol açabilirsiniz vesaire.

Antakya'da durum şimdilik böyle

Bizler maalesef Adeviye Teyze'yi kaybettik. Eşini, kızını, damadını ve torunlarını da kaybettik. Hem sizi üzmek istemem hem de ailenin kalanında acı büyük, gerisini yazmak istemem. Hayatını bu felakette kaybeden herkes nur içinde yatsın. Allah rahmet eylesin. Kadim bir yolda aileleri yeniden birleştirsin. O gün gelene kadar da kalanların hepsine sabır versin.

***

Pınar Hanımın yazdıklarında da anlaşılıyor ki, yaşadığımız felaket de tanık olduğumuz gibi aslında çoğu insan iyi, vicdan sahibi ve yardım sever, asıl yapmamız gereken kanser hücreleri gibi kötüleri ayıklayıp sistemi iyileştirmekte. ycy

Yavuz Can Yazıcı

Founder of YAVUZCANYAZICI&PARTNERS Business and Market