KENDİNDE CEHÂLET KENDİNDE EDEP!

Hani "Ben şeytanımı müslüman ettim" var ya!

KENDİNDE CEHÂLET KENDİNDE EDEP!
Hani "Ben şeytanımı müslüman ettim" var ya!
İnsan kendi içinde ne halde olduğunu apaçık bilmez mi?.. Niyet ve kalbine bakan kimse Rahman ile midir, şeytanla mı görmez mi?
Eğer "ihlas", içinde Rahman ile olma, hattâ Rahman'da olma şuuru, karar ve irâdesi ise; "edep", bu irâdeyi içmizde bulmak, sürdürme zorundalığını duymaktır!..
"Şeytanı müslüman eden" de, harice imaj verme değil!
Bu "kendinde edep"!..
Edep ayrı, ihlas ayrı, gayret ayrı, vefâ, sadâkat, iman... ayrı değil!
Hattâ millet olmak, ümmet olmak, devlet olmak, medeniyet kurmak...
Güyâ Tevhid Ümmeti'yiz! Bir'i göreceğiz, birleye birleye gideceğiz, son nefesimizde bütün hayatımız bir Kelime-i Tevhid değeri taşıyacak!
*
Duyuş ile düşünüş, düşünüş ile biliş hallerini birbirlerinden ayırabilmek mümkün mü? Uzmanlaşma hevesiyle yapılan sınıflandırmaları zamanla mutlak ayırım veya ayrı/gayrılıklarmış zannetme gafletinden az çekmedi insan evlâdı...
Psikoloji bilen dine, toplumun diline, tarihe, felsefeye yabancı; tarih bilenler dine, edebiyata, filolojiye uzak... Elbette, bu dar görüşlü açıların mahkumları, insanın yekpareliğine dair bir doğru kanaate ulaşamayacaklardır. Modernitenin "kendinde cehli" de bu!
Şimdi zaaf gizlenemez, zarar telafi edilemez hale gelince, bir toplu görüş elde edebilme derdine düştü modern akademi dünyası. Disiplinlerarası çalışmaların değerini gördü. Ne yazık ki uzun zaman devam eden algı yaratma devirlerinin izleri bir çırpıda ortadan kaldırılamıyor.
*
Bizim dünyamızda da aynı felaket yaşanmaktadır. Türkçe'deki sistematik yapıyla müziğimizin ilişkisi, mimarimizdeki imkan ve tasavvurlarla sosyolojimiz arasındaki kopmaz zihniyet bağı görülemiyor. Devlet ve boy örgütlenmelerimizin tarihteki seyri bilinemeyince, medeniyetimizin parçaları doğru biçimde birleştirilemiyor. Felsefecilerimiz arasında bizim de bir düşünce geçmişimiz olduğuna inanan zaten fevkalade azdır, o azlıkta da tarih, dil, sanat tarihi, devlet felsefesi... gibi alanlara yakınlığı olan yok desem bana zarar!
...
Birkaç istisnaya hürmeten genellemeyeyim, ama biliyor gibi görünen bir bilmezler ordusudur Türkoloji sahamız...
Maalesef.
Dilcilerimiz, o dilin değerine dâir düşünce üretecek imkanlardan mahrum, felsefemize yabancı; tarihçilerimiz, en değerli tarih delili olabilecek kök bilgisini taşıyan dilimize uzak; sosyologlarımız tarih ve dilimize uzaktan bakar; felsefecimize kendi edebiyatı, müziği, şiiri, tasavvufu kaf dağının ardında!
Dahası banal!...
İslâm'ı alem edinenlerde tarih şuuru sıfır! Hayranlıklarıyla nefretleri bir çorba.
Konuyu bir de oryantalistlerin inşa ettikleri aşağılık duygusu zeminine çekerseniz, kırk gün kırk gece matem ilan etmek gerekir.
Sayıp dökmek bile kalp ağrısıdır.
*
Her nefesini kendi idrakiyle anlamlandırmaya mahkumdur insanlar.
El aklıyla anlama yok!
Hayat ve varlık o nefeslerde duyduğumuz gördüğümüz hissettiklerimizden ibaret. Hattâ dinlerin âhiret tasavvurları bile yaşarken edindiğimiz değerlere dayalı.
Can'ın ne özün özü bir cevher olduğunu, can vermiş bir vücuda bakarsak görürüz. Taş toprak ile bir anda aynı hizadadır cesed.
Yaşarken anlar insan ve o "canlı anlama"nın bir yüzü dil olur, bir yüzü din olur, bir yüzü düşünce, bir yüzü tarih, bir yüzü siyaset...
...
Eğer o canda doğan anlama olmasa gene âmâdadır âlem!
Can'ın kıymetini bilmek, o dirilikteki yekpareliğe uyanmak zorundayız...
Dirilmek ve diriliğin gereklerini yüklenmek zorundayız!
Ölü taklidi yapıyoruz arkadaşlar...
...
Yani bu bize âit bir organik dünyadır.
Aynı "insan"ın dilidir, o adamın müziğinden söz ediyorsunuz, o kişiliğe âit bir mimari ve şehir söz konusudur, o insan tutumlarının ürünü bir tarihle yüzyüzesinizdir...
Bu insanlar da sizin dedelerinizdir!
El dikkatlerinden alınacak izlenimler de bir değer taşısa bile, kendi dünyanıza kendi gözlerinizle bakacaksınız azizim!
...
Bazen arınma-anlama ile meşgul tek nefesin değeri bir saltanata değişilmez. Evet ama vekaleten ilim de olmuyor, irfan da...
*
Günaydın azizler...
Fotoğraf açıklaması yok.
Dr.Sait Başer