Çevre, enerji ve uluslararası yükümlülükler açmazında Akbelen vakası

Ekosisteme ciddi zarar veriyor

Çevre, enerji ve uluslararası yükümlülükler açmazında Akbelen vakası

Jandarma gözetiminde yapılan ağaç kesimine karşı ağaca sarılarak kestirmek istemeyen yaşlı köylü ve korumak için ağaçla birlikte ona da sarılan genç fotoğrafı Akbelen vakasının simgesine dönüştü. Çevre tahribatı, enerji ihtiyacı ve Türkiye’nin yükümlülüklerinin ortasında patlayan Akbelen Vakası bir milat olabilir.

Akbelen vakasını ayrıntılarıyla tartışmaya başlamadan önce şunu söylemek gerek: Yüzlerce yıllık orman stokumuzu, su ve tarım kaynaklarımızı, turizm değerlerini, arkeolojik mirasımızı, insanlarımızın esenliğini heba edemeyiz sırf enerji üretimine kaynak sağlama amacıyla.

“Karbon Sıfır” 2053 hedefi doğrultusunda kömürden tedricen çıkış bir yana kömürle çalışan termik santrallarını beslemek için Akbelen vakası özelinde linyit yataklarının genişletilmesini anlamak son derece zor.

Aslında günah yeni değil. Zamanında (Yatağan dahil) üç kömürle çalışan termik santralın bu yemyeşil sahil şeridine kurulması akla ziyan bir stratejik planlama hatası. Yani, düğme baştan yanlış iliklenmişti.

Ekosisteme ciddi zarar veriyor

Daha fazla güneş, rüzgâr, jeotermal, biyokütle, hatta doğal gaz kaynağının gerektiğinde depolama ve enerji verimliliği ile desteklenerek (zaman içinde) termik santralleri ikame etmesi mümkün. Ama santralların kapatılması, kazanlarının başka yakıtları da işleyecek şekilde dönüştürülmesi, yeşil enerjinin süratle devreye alınması ya da başka bölgelerden elektrik gönderilmesi haricinde acil bir çözümün ufukta görünmediğini de belirtmek istiyorum.

Mevcut ağaç katliamı ile açılacak alandan kömür çıkartılarak santrallerin faaliyetinin devam ettirilmesi yerine konulması yüzyıllar alacak paha biçilmez ekosistemimize ciddi zarar veriyoruz. Akbelen, bölge tarımı için yağmur toplama havzası olması nedeniyle yaşamsal önemde. Ormanın kesilmesini takiben, ilerletilmesi planlanan kömür madeni bölge tarımını da olumsuz etkileyebilir. Yalnızca Milas değil, Bodrum’un (zaten kısıtlı olan) içme suyu kaynaklarının da risk hattında olduğu anlaşılıyor.

Şirketler hedefte, izni verense devlet

Biliyoruz ki, ülke kaynaklarının hesapsız kitapsız yağmalanması sadece Akbelen ile sınırlı değil. Bugün Türkiye’nin bütün bölgelerinde ve birçok köyünde benzer manzaralar yaşanıyor. Kiminde taş ocağı, kiminde granit veya mermer, kiminde ise altın gümüş madenleri, kiminde Hasankeyf’te olduğu gibi hidroelektrik santralları için acımasızca yok edilen yaşam alanları, tarihi miraslar ve ekokırım örnekleri.

İlginçtir, bu santraller devletten devralınmasına ve tüm ruhsatları devlet vermesine rağmen eleştiri okları sadece santrallerin işleticisi Limak ve İÇ İÇTAŞ grubuna yöneltiliyor. Ortak sorumluluğu bulunan, düzenleyici Devlet, ne hikmetse, büyük ölçüde sessiz kalmayı tercih ediyor, muhalefetin tepkisi ise yetersiz. “Akbelen vakası”nın en geniş şekilde duyurulmasında önemli bir rol oynayan sosyal medyanın bazılarınca bu konuda manipülasyon amacıyla kullanılmasına karşı dikkatli olmak gerekiyor.

Ormanın sökülmesi çabaları hepimizi topuğumuzdan vuracak. Bunun çok ciddi uluslararası yansımaları olacak hem Türkiye hem de bu eylemleri gerçekleştiren firmalar bakımından.

Kömür santralleri dönüştürülebilir

Akbelen’in akıllı bir strateji ile siyasileştirilmeden kurtarılması diğer vakalara da örnek teşkil edebilir, yeşil dönüşüm çabalarımıza, bölge insanlarının esenliğine, bizi çevre ve iklim değişikliği liginde aşağılara çekecek uluslararası tepkileri göğüslememize büyük katkı sağlayabilir.

Gerekiyorsa orman alanlarını kömür kaynağı için ortadan kaldırmak yerine bu termik santrallar (şimdilik bu ölçekte bir baz yük santralinin alternatifi olmaktan uzak olsa da yeni gelişen teknolojiler sayesinde) uluslararası fonlarla belli bir takvim çerçevesinde yeşile dönüştürülmeli, kısa vadede bölge kömürüne göre tasarlanmış santral kazanlarında modifikasyon ile dışarıdan başka kömür kaynaklarının kullanımı mümkün hale getirilmeli.

Artık cin, lambadan çıktı; hiçbir şey olmamış gibi hareket etme lüksü yok devletin de şirketlerin de.

İnada hiç gerek yok. Ülke menfaatlerinin, ekolojik dengelerin gerektirdiği noktada yanlışın neresinden dönülürse kardır, erdemdir.

Aynı zamanda elektrik üretim sürecinin arka planını bilmeyenlerin, kaynağının farkında olmadan cömertçe elektriği tüketenlerin de madalyonun öbür yüzünü görmesi için özel çaba sarf edilmelidir.

Enerjiyi nereden bulacağız peki?

Çok sık duyuyoruz çevre katliamı lobilerinden “Kömüre de nükleere de rüzgâr türbinlerine de hidroelektrik santrallarına da doğal gaz boru hatlarına da karşıılar. “Peki, biz bu ülkenin hızla artan enerji gereksinimini nasıl sağlayacağız?” sorusu yanıtsız kalıyor.

Onlarca yılını enerji konularına vakfetmiş, dünyanın dört bir köşesinde enerji güvenliğine ve yaratıcı çözümlere katkı sağlamış birisi olarak bana göre, yanlış bir soru bu.

Elbette ki, enerji gereksinimizi, kesintisiz ikmal güvenliğimizi sağlayacağız ama mümkün olduğunca dışa bağımlılığı azaltarak, cari açığımızı düşürerek, fosil yakıtlar yerine yeşil dönüşümü gerçekleştirerek, enerji verimliliğini devreye alarak, yeni teknolojiler ve finans modelleri geliştirerek.

Enerjiyi her zaman farklı kaynaklardan temin edebiliriz bedeli ne olursa olsun ödeyerek. Ama bozulacak ekolojik dengeyi, doğal mirası tekrar kazanmak yüzlerce yıl alır, kuşaklar boyunca göremeyiz. Bu temel gerçeği, diğer tüm gerçeklerin üzerinde tutmamız elzem, sadece Akbelen vakası için değil ülkemizin tüm varlıkları için.

Kömürü azaltma sözü vermişken

Hele hele küresel iklim krizi ile mücadele için tüm dünyada yeşil enerjiye geçiş yolunda çaba gösterildiği bir dönemde ve “Sıfır Karbon” uluslararası yükümlülükleri çerçevesinde kömür üretim ve kullanımını kısıtlayıp, termik santrallerin tedricen kapatılması öncelikli hedefler arasında iken.

Birkaç ay sonra (30 Kasım-12 Aralık 2023) Abu Dabi’de yapılacak COP28 Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi öncesinde sera gazi emisyonu azaltım hedefini güncellemesi beklenen Türkiye’nin, 2053 hedefine ulaşabilmesi için 2020’ye kıyasla 2030’da en az yüzde 35 mutlak emisyon azaltması gerekiyor.

Bırakın bu yönde çalışmaları hızlandırmayı, Türkiye’de hala termik santrallerin kömür ihtiyacını karşılamak için ormanlar, zeytinlikler kesilip, tarım ve su havzaları yok ediliyor, köyler haritadan siliniyor, arkeolojik miras yerle bir ediliyor.

Zaten ekolojik dengesi bozulmuş, artan ölçüde yeşil fukarası olan, yüzölçümünün yaklaşık yarısı (yüzde 48,6’sı: mevcut durum yüzde 25,5 + potansiyel yüzde 23.1) yüksek çölleşme riski altında bulunan ülkemizde ister enerji, ister değerli maden üretimi için olsun hiçbir gerekçe ormanların yok edilmesini haklı gösteremez. Hele hele bu tahribat ruhsatını doğayı korumakla yükümlü Tarım ve Orman Bakanı’nın – önceki kabinede yer alan Bekir Pakdemirli – imzalaması tam anlamıyla inanılmaz, izahı güç bir durum.

Önemli ama dönüştürülebilir

Hatırlıyorum, Kemerköy Termik Santralı’nın ilk ünitesi 1993’de devreye alınmıştı. 2014’de başka bir kamu girişimi olan Yeniköy Termik Santralı’yle birlikte Nihat Özdemir’in başında olduğu Limak ile İbrahim Çeçen’in İÇTAŞ Enerji ortaklığına devredildi.  O tarihten sonra gecikerek de olsa, yeterli kalmadığı eleştirilerine rağmen belli bir  baca arıtma yatırımı yapıldı, çevreye uyum konusunda tesisler ehlileştirdi, daha az kömürle daha fazla elektrik üretmek için verimlilik arttırıldı. Sezar’ın hakkı Sezar’a.

Yeniköy-Kemerköy Santralleri, toplamda 1.095 MW kurulu gücü ile ülkemiz elektrik üretiminin (2023 Haziran ayı sonu itibarıyla 104.904 MW) yaklaşık yüzde 1 kadar küçük bir bölümünü karşılıyor. Santrallerde kullanılan yerli linyit kaynağı doğal gaz ithalatında bir miktar tasarrufa da imkan sağlıyor.

Aslında “olmazsa olmaz” bir gerçeklik değil Türkiye açısından. Sadece yüzde 30’a kadar varan tasarruf sağlayacak enerji verimliliği çalışmaları ile bu oranı kısa sürede karşılamak işten bile değil. Şayet şirketin verdiği bilgi doğru ise, Güney Ege’de kullanılan elektriğin yaklaşık yüzde 62’sini karşıladığından santrallar (yenileri inşa edilen kadar) bu bölge için yaşamsal önemini koruyor.

Ormanlık arazi ay yüzeyine dönmüş

Fotoğraflara, video çekimlerine bakınca insan gerçekten de isyan ediyor. Termik santrallerine linyit kömürü temin etmek için binlerce hektarlık arazi çoktan ay yüzeyine dönüştürülmüş durumda. Yeni kesimler yolda. 220 bin dönümlük kömür sahasına Akbelen dahil edilirse İkizköy ile birlikte başka köylerin de tasfiye olma riski var, şayet köylü ve çevreci direnişi sonuç vermez, devlet ve şirketler acilen duruma müdahale etmezse.

Oysa bu ekolojik orman alanı sadece enerji için değil daha da önemlisi su kaynaklarından, tarımsal üretime, turizme, sağlığa, oksijen koridoruna kadar daha yaşamsal kamu yararlarına hizmet ediyor.

Şirket yanlış yapıyor

Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş, (YK Enerji) tepkilere cevaben, 2015-2022 arasında linyit kömüründen 51 Milyar kWh elektrik ürettiklerini, Şirket’in yeraltında 156 Milyon Ton kömür rezervi bulunduğunu, elektrik üretimine devam edebilmek için maden ruhsat sahasındaki, 78 hektar büyüklüğünde olan Akbelen Ormanı altında bulunan linyit rezervini de çıkartması gerektiğini açıkladı. Ayrıca, 23.307 hektar büyüklüğündeki ruhsat sahası dikkate alındığında, 78 hektarlık Akbelen Ormanının oldukça küçük bir alanı kapsadığının da söyledi.

Açıklamada, ayrıca, “Akbelen ormanı sahasında madencilik faaliyetleri devam etmediği takdirde “santralimizde elektrik üretimi 2024 içerisinde durmak zorunda kalacaktır” deniliyor.

Şirketin, vahim bir yanlış yaparak, kadınların ağaçlara sarıldığı, Jandarma ve polisin biber gazi sıktığı görüntüler dolaşırken Akbelen vakasına hala elektrik santrallerine kömür temin gözlüğüyle baktığı, tepkilerin gerçek nedenini göz ardı ettiği anlaşılıyor.

Gözlediğim kadarıyla, stratejik iletişim bakımından şirketler bu konuda pek başarılı bir performans göstermiyor. Basın bildirileri ile bu yükselen tepkiyi dindirmek mümkün değil. Devlet ile işbirliği halinde orta vadeye uzanacak gerçekçi bir alternatif vizyonu ortaya koymaları gerekiyor.

Enerji-kömür-orman dengesi

Elbette ki ekolojik felaketin önüne geçmek için hep birlikte hareket etmeliyiz ama enerji-kömür-orman bağlamında şu gerçeğin de altını çizmemiz lazım.

Ülkemiz petrol ve doğal gazda ağır şekilde dışa bağımlı. Buna karşılık, kömür kaynağı ve üretim miktarları açısından linyitte dünya ölçeğinde orta düzeyde, taşkömüründe (antrasit) ise alt düzeyde yer alıyor. Toplam dünya kanıtlanmış linyit kaynağının yüzde 5,5’i, linyit ve alt bitümlü kömür kaynağının yaklaşık yüzde 3,4’u ve antrasit dâhil toplam dünya kömür kaynağının yaklaşık yüzde1,1’i ülkemizde.

Linyit kaynaklarının yüzde 41,7’sini özel sektör firmaları, yüzde 44,73’sini EUAŞ ve yüzde 10,87’sini TKİ kontrol ediyor.

Ülkenin elektrik kurulu gücü içinde 405 MW asfaltit, 10.374 MW ithal kömür, 10.191 MW linyit ve 841 MW taşkömürü santralı var.

Kömür “yerli ve milli” ama…

Yani, ülkemizin toplam kurulu gücünde kömür santrallarının hiç azımsanmayacak bir payı var. Ortalama yüzde 21. Ülkemizde kömür, “yerli ve milli” enerji kaynağı olarak yıllardır önemini koruyor. Yeni bir sorun değil. Bugünden yarına süratle bir çözüm yaratılması da kolay görünmüyor.

Aralık 2022’de yayımlanan Türkiye Ulusal Enerji Planı’nda “ülkemizde mevcut planlanan sahaların rezerv geliştirme sürecinde karşılaşılan sorunlar ve güçlükler dikkate alındığında, 2030’a kadar 1.7 GW yerli kömür santralinin sisteme ilave edileceği” öngörülüyor.

Sadece ülkemizde değil dünyada da 79 ülkede toplam 2.100 GW kurulu gücünde 2.400’un üzerinde kömürlü termik santralı olduğunu belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla, bu vahim kömür sorunu sadece Türkiye’nin değil başta Çin, Hindistan, Rusya, ABD ve Polonya olmak üzere birçok ülkenin de başını ağrıtıyor.

Yeşil Mutabakat ve finansman erişimi

İstediğimiz kadar “yerli ve milli” kaynaklara öncelik konusunu gündemde sıcak tutalım dünyada güç kazanan yeşil dönüşüm ve temiz yakıtlar akımının dışında kalamayız. Artık özellikle iklim değişikliği konularında “bizde olan bizde kalır, dışarıdan müdahale edemezsiniz” anlayışı geçerli değil. Tıpkı insan hakları ihlalleri, soykırım eylemleri uluslararası suç haline geldiği gibi iklim değişikliğine yol açan politika ve ihlallerde artan ölçüde uluslararası yaptırımlara tabi olacak, bağlayıcı siyasi ve ekonomik sonuçlar yaratacak.

Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı’nda olduğu gibi ticari engeller, finansa erişim zorlukları, siyasi baskılar bekliyor. Uymayan ülkeler, şirketler tecrit edilme riski ile karşı karşıya kalacak gibi görünüyor.

Ekolojik gerekçelerin yanı sıra arkeolojik kazıların yapıldığı söz konusu bölgede Bizans dönemine ait kilise, çok sayıda mezar ve yağhane gibi buluntulara da rastlandı. Bölgenin arkeolojik sit alanı ilan edilmesi için açılan dava 2022 sonunda reddedilmiş.

Bu yüzden, henüz yeterince yankıları yansımadı içeriye ama çok geçmeden Akbelen özelindeki bu yeşil tahribatına uluslararası camiadan yoğun tepkiler gelmesi kuvvetle muhtemel. Hem ruhsatı veren ve doğa katliama göz yuman hükümete, hem de tahribatı ticari kazanç güdüsüyle fiilen yürütmekte olan İÇ İÇTAŞ Enerji ortaklığına, hem de onların diğer alanlarındaki şirketlerine ciddi yaptırımlar gelebilir.

Her durumda öncelik doğada olmalı

“Akbelen vakası” ile Gezi Park eylemleri arasında benzerlik kurmaya çalışanların da vicdanlarının sesini dinleyerek ülkemizin bizlere emanet edilmiş doğa ve arkeolojik mirasının korunması çabalarına partilerüstü bir yaklaşımla destek vermesi gerekiyor. Kimse bu durumdan siyasi kazanç devşirmeye çalışmamalı.

Elbette ki madalyonun öbür yüzüne de bakmak, kömür üreticisi, elektrik santralı işleticilerinin görüş açılarını anlamak, onların menfaatlerini de hesaba katmak gerekiyor hakkaniyetli olmak için.

Ama hiçbir koşulda ormanların kesilmesine, su ve tarım alanlarının tahrip olmasına izin vermeden. Gerekirse ticari kayıplar devletin finansal ve politika destekleri, sübvansiyonları ile telafi edilebilir. Bedeli neyse ödenmeli de şeffaf ve hesap verilebilir şekilde, hatta şu yaşadığımız ekonomik kriz ortamında bile.

Akbelen vakası milat olabilir

Yeni bir milat yaratabilir “Akbelen vakası”.

Kömürlü termik santralların çevre ve iklim değişikliğine etkisi ve linyitin en çok kirleten kaynaklar arasında yer alıyor olması nükleer dahil (zaten kurulu elektrik kapasitesinin yüzde 54’üne ulaşmış durumdaki) temiz enerji çalışmalarını daha da  hızlandırmamızı zorunlu kılıyor. Paris İklim Anlaşması’nı imzalayan ülkelerin kömürden çıkış tarihlerini açıklamalarıyla başlayan süreçte Türkiye’nin de fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçiş ve emisyonlarını sıfıra yaklaştırma yol haritası ayrı bir önem taşıyor şimdi.

Akbelen’de sivil toplum kuruluşları ve yerel köylülerce engellenmeye çalışan, küresel piyasa ekonomisi içinde etik değerler, sosyal ve çevre sorumluluğu, yeşile duyarlık ve yatırımlarda çevre etki incelemesi gibi hususlarda ikna edici bir performans gösteremeyen şirketler bugünkü ve gelecekteki başka projeleri için finans kuruluşları nezdinde ticari ve finansal bedeller ödemeyi de göze alıyor, kendilerine zarar veriyor, uluslararası iş ortağı olarak itibarını kaybediyor demektir.

Sürdürülebilirlik ve itibar kaybı

Ülkemizin bu enerji şirketlerinin “sürdürülebilirlik” üzerine yapmış oldukları beyan ve taahhütlerini yeniden gözden geçirmelerini, kapsamlı bir paydaşlar ile angajman stratejisi geliştirmelerini, kömürden diğer yakıtlara geçiş ve ileri teknoloji kullanımı için hükümet ile koordineli bir takvim ortaya koymalarını tavsiye ediyorum.

Aksi taktirde sadece Türkiye’de değil küresel ligde de (sadece enerji değil başka sektörlerdeki faaliyetleri ile ilgili) itibar kaybına uğramaları, hatta kara listeye alınmaları ihtimali hiç de zayıf değil.

Tüm bu yaşanan sorunlarda geçmişten bugüne stratejik hatalar yapmış, yapmakta olan devletin düzenleyici rolü de sorgulanmalı. Akbelen vakasından dersler çıkartılmalı, ülkenin enerji üretim, iletim, dağıtım ve tüketim haritaları daha çevre-iklim dostu ve verimli olacak şekilde düzenlenmelidir.