40 YIL ÖNCE BODRUM...

15 gün 1 ay canciğer kuzu sarması ol, sırlarını paylaş, 11 ay arama birbirini.

40 YIL ÖNCE BODRUM...
Gümbet yolu.
Daracık.
Toprak.
Böğürtlenler, makiler sarmış, geçit vermez gibi.
Tozlu, sıcak.
Bilinmeyene götüren sanki.
Gençliğimin Bodrum’u.
Gençliğimin Gümbet’i.
40 yıl önce Bodrum.
En sevdiğim yer o zaman, Çeşme’den sonra. Okullar kapanınca çocuklarımı alır giderdim Bodrum’a. Bir kampingde kalır, kahverengi oluncaya kadar bronzluğum yanardım..
Çeşme’ye dönünce forsa bak.
Sarı saçlar ve yanık bir tende mavi gözler, ne hinlik yapayım diye parlayan.
Saatlerce yatarlardı güneşin altında da yanamazlardı benim gibi. Ne kadar iddialıydım o zamanlar. Her konuda, her şartta kendimle yarışırdım. Başkaları ile yarışmayı sevmezdim, hala da öyle. Haksız rekabet gibi gelirdi, kazanan hep ben olduğum için, pek çok konuda, alnımın teriyle.
Gümbet.
Kahverengi kumu, toprağı, kara bir denizi, belki de pis, sintinelerle.
Aldırmazdık.
Ne güzeldi o zamanlar Gümbet.
Denizi yosunlu, ayaklarımıza dolanır, dalardı yosunlar, iki ucu taşlık. Tekneler olurdu iskelede bağlı. Gezilere gidilirdi. Mayoyla gezerdik gece gündüz, bedenlerimiz nasır tutardı, rüzgardan, tuzdan.
İtalyanlar gelirdi Gümbet’e kominist, kumsalda toplanıp şarkı söylerdik geceleri.
Seslerimiz duyulurdu 1 Km den, konuşurduk uzaktan. Rüzgâr almazdı Gümbet.
Odun ateşinin aydınlığında, sıcaklığında, isinde.
Dansederdik, hayallere dalardık gecelerce.
Yüzlerimiz kapkara olurdu, yastıklarımızda görürdük karayı da bir koşu gidip aynaya bakardık, ne haldeyiz diye sabah. Elimizi, yüzümüzü yıkar, helaya gider, kahvaltı hazırlığına başlardık ardından.
Kampın mutfağı kalabalık.
Her kes boğaz derdinde.
Menemen yapardık çoğunlukla ya da ekmek arası peynir, domates, köy peyniri, muhabbet gırla mutfakta. Aşk meşk konuşulurdu, yaz aşkları, orada kalan veya küçük tutkular, kaçamaklar.
Şehre taşınmayan.
Öğlenleri bamya yerdik çoğunlukla, yöreye özgü 15 Cm uzunluğunda bamyalar.
Ne lezzetli gelirdi.
Bazı geceler mangal yapardık gün battıktan sonra, arılar uyuyunca, çekilince kovanlarına.
Çam balı meşhurdu Menteşe Yöresinin. Mis gibi kokardı, şimdi o kokuyu alamıyorum.
Yangın çıkarmamaya dikkat ederdik. Kampın içi doğaldı, otlar kuru, ayaklarımıza dolaşırdı.
Çabucak tutuşabilirdi.
Bizim neslimiz veya belki benim hamurum, başkaydı, saygılıydık, sevgi doluyduk. Doğaya da insana da taşa, kuma da.
Umurda değildi dünya, ufuklar o kadar genişken. Güneş tepede mi, karnın doyuyor mu, özgür müsün yeter.
Başka ne istenebilir ki.
Teyzelerim daha sağdı o zamanlar. Onları da götürürdüm Bodrum’a ne akla hizmetse. 2 yaşlı kadın, benim gibi değil, elemişler unlarını asmışlar eleği, köşelerinde oturan, nazenin saraylı misali, üfürükten nem kapan. Ne zevk alırlar Mocamp Ali’de ki çadır yaşamından. Yattıkları yer sert gelir, nazik bedenleri incinir. Eşimin de öyle, hafta sonları gelir, yattığı yeri sert bulur, kendi yatağımı da ona verir, kumda yatardım.
Aldırmazdım.
Denizin kokusunu kıyıdaki lüks restoranda almak isterler. Menemen yemezler, fincanla çay içmek isterlerdi. Sabah kahveleri aman eksik olmasın. Herkesin gönlünü yapmak isterdim ama olmazdı. Kamp onlara göre değildi, geç anladım, gençliğin umursamazlığıyla.
Bense Yörük Atı, sür istediğin yere gitsin. Çadırda da yaşasın en lüks otelde de. Hiç fark etmez, kızlarım da benim gibi.
Her şarta uyum sağlardık.
Kampta saçlarımı öredim, belimden aşağı, hafta sonu otele giderken topuz. Bir tuvalet geçirirdim üstüme. Yüzümdeki makyaj gençliğimdi, gençliğimin güzelliği. Çocuklarım da prenses olurlardı. Gündüzlerin yaramaz kızları, Gümbet’in ufuklarında gizlenirdi.
Karavanlar gelirdi Avrupa’dan, her yerinden, çoğu Alman. Güzel, otobüs gibi araçlar. Çadır da kurarlardı.
Turistlerin çadırları çok şıktı.
Bizimkiler ise fonksiyonel ama kaba. Üç odası vardı bizim çadırımızın. Bir de mutfağı. Salonu da var mıydı diye sormayın, açık havaydı salonumuz.
Herkes aynı tarihte gelir her yıl, kamp dostluklarımız vardı kurulmuş, sorgusuz, herkes eşit, Bodrum’un büyüsünde.
Kamp dostlukları.
Şehir yaşantımıza uzanmayan.
Orada kalan, ertesi yıl yeniden yeşeren.
Bu olayı hep düşünürüm.
Bir fenomen.
Bir anlaşılmaz denklem.
15 gün 1 ay canciğer kuzu sarması ol, sırlarını paylaş, 11 ay arama birbirini.
Diyorum ya hala düşünürüm de bulamam, anlayamam bu durumun matematiğini ne de felsefesini.
Daha sonraki yıllar Bodrum’un içinde otelde kalmaya başladık.
Pes etmiştim.
Başlamıştı pişmanlığım derinden.
Kalyon Otel.
Karşıda Halikarnas Motel deniz kıyısında.
Martı Motel.
Tatil Köyü
Her yıl farklı bir otel ya da motel.
Bir kere de pansiyon.
Çok güzeldi Bodrum o tarihlerde. Fazla kalabalık değildi, dağ taş yapı dolmamıştı. Maki kokardı, güneşten yanmış, yanık toprak kokardı. Teknelerin egzozu da karışırdı arada sırada.
Fazla araba yoktu.
Kale uzaktan görünürdü.
Muhteşem.
Mavilikler içinde peri masalı gibi sabahları.
Bodrum’u ikiye bölen.
Güzel eski evler, asmalar bahçelerinde, çardak.
Saksılar.
Sardunya.
Başka çiçekler.
Geceleri dolaşmaya çıkardık yemekten sonra, sakız çiğneyerek. Sokaklarda otururdu yerli halk, Yunan Adalarındaki gibi.
Çiğdem çitleterek.
Tek eğlence.
Adı da eğlencelik zaten.
Hava sıcak.
Boğucu.
Bodrum gecelerinde.
Özlüyor muyum eski Bodrum’u?
Hem evet hem hayır. Galiba kavuşamayacağım şeyleri pek özlemiyorum ya da kendimi aldatıyorum çaresizlikten.
Kendime çare olamamaktan.
Deliliğe vuruyorum hayatı, aptalcasına.
Yazıyorum, delicesine.
Benim değil.
Ellerin.
En çok sevdiğim gibi.
Sevdiceğim.
Bodrum.
Ayla Aytuna Congar
22 01 2016
Bu yazım 14 08 2009 tarihide Yerel Gündem Gazetesinde yayınlanmıştır.