Krizle gelen denetim: Seçmenin gözü belediyede
Görünen o ki siyaset, artık kendisini belediyeler üzerinden eskisi kadar kolay finanse edemeyecek.
Görünen o ki siyaset, artık kendisini belediyeler üzerinden eskisi kadar kolay finanse edemeyecek. Ekonomik krizden bunalan halk, iktidarın da muhalefetin de harcamalarını didik didik ediyor. Bülent Mumay’ın analizi.
Türkiye’de yerel iktidarlar, koltuğu eline geçirenlerin siyasetlerini finanse etmek için kullanılır. Belediye başkanlarının büyük bölümü, siyasi ömürlerini uzatmak ve güçlerini artırarak partilerinin ülke iktidarını kazanması için belediyenin kaynaklarından faydalanırlar. Elbette bu süreç, halkın vergilerinin direkt siyasetçilerin cebine atılması şeklinde yürümez. Formül çok basittir: Özellikle büyükşehirleri yöneten belediye başkanları, açtıkları ihaleleri kendilerini maddi olarak önceden desteklemiş ya da destekleyecek iş adamlarının şirketlerine verirler.
İhaleleri kazananlar da tatlı kârlarının bir bölümünü, kendilerini zengin edenler için çeşitli şekillerde harcarlar. Kimisi siyasetçilerin kampanyasının masraflarını üstlenir, kimisi ise kurduğu medya ile desteklediği partinin propagandasını yapar. Kazandığı ihaleyle, seçim kampanyasında halka dağıtılmak üzere on binlerce futbol topunu belediye başkanına teslim eden şirketler bile oldu. İşadamları siyasetle kurdukları bu doğrudan ilişkiyle sadece servetlerini büyütmezler. Avantajlı pozisyonları sayesinde, birçok alanda dokunulmazlık kazanırlar.
Yukarıdaki yöntem, özellikle 80’lerden sonra neredeyse bir kural haline geldi. Türkiye’nin 12 Eylül darbesinin ardından hukuki altyapıyı oluşturmadan, denetim ve şeffaflıktan uzak bir şekilde serbest piyasa ekonomisine geçmesi; hesap sormayı neredeyse olanaksız hale getirdi. Turgut Özal’ın “Anayasa’yı bir kere delmekten bir şey olmaz” şeklinde özetlenebilecek liberalizm anlayışı, siyaset ile iş dünyasının çarpık ilişkilerini “olağan” bir hale getirdi. Bu yöntemi yerelde en ustaca kullanan isim, kuşkusuz yakın tarihimize damga vuran Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazanmasıyla birlikte kurduğu “saadet zinciri”, Saray’a uzanan yolculuğuna önemli katkıda bulundu.
Erdoğan’ın desteklediği küçücük şirketler, deneyimleri olmayan alanlarda ihalelere girerek milyarlar kazandı. Örneğin bugün Yeni Şafak Gazetesi’nin sahibi olan Albayraklar, 1994’te Erdoğan seçilene kadar personel taşıma işiyle ilgileniyordu. Erdoğan’ın 1994’te belediye başkanı olmasıyla adeta sınıf atladılar. İnşaattan lojistiğe, medyadan turizme, bilgi teknolojilerinden atık yönetimine kadar birçok alanda şirketler kurarak belediyeden büyük ihaleler aldılar. Erdoğan’ın seçilmesinden önce belediyenin kurduğu televizyon da Albayrak grubuna verilerek bugünün Kanal 7’sine dönüştürüldü. Tüm bu “jest”ler karşılıksız kalmadı elbette. Albayrak Grubu, büyüttüğü medyasıyla açıkça AKP propagandası yaptı. Diyetini medya yoluyla ödeyen diğer grup Kalyon İnşaat oldu. Taksim Meydanı’nın betonlaştırılmasına yol açan projeden metro ihalelerine milyarlarca liralık ihale aldı. Karşılığında Sabah’ın bağlı bulunduğu medya grubunu satın alarak iktidarın sesine dönüştürdü.
Belediye ihaleleri üzerinden güç devşirme yöntemini sadece AKP’nin kullandığını söylemek haksızlık olur. Muhalefet partileri de, ellerindeki belediyeleri benzer şekillerde kullandılar. Özellikle CHP’de belediye başkanı olmak demek; delegeler üzerinde ağırlık, böylece parti içi seçimlerde güç elde etmek anlamına geliyor. Yine belediye ihalesi alan işadamları da, kendilerini zenginleştirenleri yeniden seçtirmek için ceplerinden geleni yapıyorlar.
Sandıkla gelen şeffaflık
Ancak yukarıda anlattığım çark, bu yıl yapılan yerel seçimlerden sonra eskisi gibi işlemeyecek gibi görünüyor. Gerek ülkedeki siyasal gerilim nedeniyle yerel seçimlerin neredeyse genel seçim kadar önem kazanması, gerekse ekonomik krizin yarattığı atmosfer nedeniyle belediyelerin yaptıkları harcamalara ilişkin duyarlılık arttı. Özellikle muhalefetin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasının merkezine “israf” kavramını oturtması, ucu paraya değer her icraatin mercek altına alınmasına yol açtı. Kamuoyunda oluşan bu hassasiyeti fark eden bazı belediye başkanları, ihaleleri internet üzerinden canlı yayınlamaya başladı. Özellikle büyükşehirleri yöneten CHP’li başkanların bu şeffaflık adımlarından sonra, gözler başkanların kullandıkları araçlara, aldıkları ücretlere ve yaptıkları atamalara çevrildi. Özellikle mali denetimin daha güç olduğu belediye şirketlerinde yapılan harcamalar, kamuoyu tarafından titizlikle takip ediliyor. En ufak bir suistimal, sosyal medya üzerinden hızla yayılıyor. Yükselen kamuoyu tepkisine, iktidara yakın radyo ve televizyonlar bile kayıtsız kalamıyor.
Sadece geçen hafta belediyelerden gelen haberler, belediyelerde saadet zincirlerinin yeniden kurulmasının kolay olmayacağını gösteriyor. İzmir Karaburun’un CHP’li Belediye Başkanı’nın, kendisini belediyenin yan şirketine yönetici olarak ataması, mali boyutu küçük olmasına rağmen büyük tepkiye yol açtı. Başkan İlkay Erdoğan, bu ikinci koltuk sayesinde 7500 TL (yaklaşık 1170 Euro) ek gelir sahibi olacaktı. Sadece AKP’nin değil, CHP’li seçmenlerin de tepkileri üzerine parti devreye girdi, Başkan İlkay Erdoğan bu ek maaştan feragat etmek zorunda kaldı. AKP’li bazı belediyelerdeki harcamalar da toplumun sinir uçlarına dokunuyor. Trabzon Belediye Başkanı Murat Zorluoğlu da, tıpkı Karaburun’un CHP’li Başkanı gibi kendisini belediye şirketine yönetici olarak atadı. AKP’li başkan, yan şirketten maaş almaya başladı. Bursa Belediye Başkanı Alinur Aktaş da, sadece kendisini değil, AKP’nin Bursa yöneticilerini de belediye şirketlerinin yöneticiliğine getirdi. Seçimden önce orta sınıf bir makam aracı kullanan Denizli Belediye Başkanı, seçimden sonra lüks Mercedes’e binmeye başladı. Ankara’yı 25 yıldır yöneten AKP’li Melih Gökçek'in, görevini bıraktığından bu yana belediyeye ait lüks cipi iade etmediği ortaya çıktı. Kamuoyundaki tepkilere rağmen, AKP’li başkanların bu adımlarına kendi partilerinden herhangi bir tepki gelmedi. Başkanlar da geri adım atmadı.
İktidara yakın yazarlar uyarıyor
Milyarlık ihalelerin yanında çok küçük görünen bu “icraat”ler, ekonomik krizin vurduğu halkın öfkesini artırıyor. Şeffaflıktan kaçmanın faturası, sandıkta ödeniyor. AKP’nin yerel seçimlerde büyükşehirleri kaybetmesinin sebepleri arasında bu tür harcamaların olduğunu iktidara yakın gazeteciler bile yüksek sesle dile getiriyor. Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, 31 Mart seçimlerinden önce AKP’li belediyelerden gelen yolsuzluk iddiaları nedeniyle Ankara’yı şu sözlerle uyarmıştı: “Belediyelerle geldiniz, belediyeler ile gidebilirsiniz.”
Dilipak, büyükşehirlerin kaybedilmesinden sonra ise şu satırları kaleme aldı:
“Eğer bu sonuçlar iyi okunup, tabandan gelen sese kulak verilmezse bu sonuç sonun başlangıcı olabilir. Bu sonucun doğru okunup, doğru yorumlanması ve çok geçmeden tabanın talepleri doğrultusunda adımlar atılması gerekir. Meydan okuma, aba altından sopa gösterme, hiçbir şey olmamış gibi davranmak tabanda daha ciddi bir çözülmeye sebep olabilir. Eğer bu çözülme başlarsa, tabanda yeni arayışlar gündeme gelebilir.”
Kamu harcamalarının sıkı kontrolünü sağlayan ihale yasası, AKP’nin 17 yıllık iktidarı boyunca tam 186 kez değiştirildi. Türkiye’nin en değerli kamu şirketleri, Saray’a bağlı Varlık Fonu’na bağlanarak Sayıştay denetiminden çıkarıldı. İktidarın, hem ekonomik kriz hem de sandıktan çıkan mesaj nedeniyle “İtibardan tasarruf olmaz” söylemiyle devam etmesi zor görünüyor. Erdoğan’ın 24 Haziran’dan sonra kuracağı oyunda bu tür harcamalar engellemeye ilişkin bir adım atmaması, Dilipak’ın sözünü ettiği “çözülme ve tabanda yeni arayışları” hızlandıracak gibi görünüyor. Gözünü AKP tabanına dikmiş Babacan ve Davutoğlu yeni parti kurmaya hazırlanırken hele…
Bülent Mumay
© Deutsche Welle Türkçe