Nasıl bir öğretim modeli benimsemeliyiz?

Üniversite hayatı öğrenciyi 360 derece sarmalıdır.

Nasıl bir öğretim modeli benimsemeliyiz?

             Ben bir öğretim üyesiyim. Gençlerimizin üniversite eğitiminin emanet edildiği akademisyenlerden biriyim. Üzerimizdeki vebalin ne kadar büyük olduğunu ve yaptıklarımızla olduğu kadar yapmadıklarımızla da sınanacağımızı düşündükçe mesleğimin fark yaratma potansiyelini idrak ediyorum. “Genç” diyorum çünkü üniversite öğrencilerimizin % 97’si 18-24 yaş aralığında yer alıyor. Üç milyondan biraz fazla ön lisans, dört buçuk milyon civarında lisans, yaklaşık üç yüz elli bin yüksek lisans ve yüz bin doktora öğrencimiz var. Üniversite öğrencisi olan gençlerimizin nüfusa oranı Avrupa ortalamasının kat kat üstünde. Bununla birlikte Avrupa ülkeleri arasında yükseköğrenim mezunu işsizlerin oranının ilköğrenim mezunu işsizlerin oranından yüksek olduğu tek ülke de Türkiye. Bu veriler üniversite öğrenimimizin gençlerimize iyi bir gelecek hazırlamakta yetersiz kaldığını gösteriyor. Kalite sorunumuz var. Nasıl bir öğretim modeli benimsemeliyiz? Sadece mesleki eğitim odaklı modelin raf ömrü tükendi.

          Aslında üniversite eğitiminin kökenlerine baktığımızda da böyle bir modelin olmadığını görürüz. Bir yozlaşma, bir erozyon yaşanmaktadır. Üniversite hayatı öğrenciyi 360 derece sarmalıdır. Üniversitenin içinde “universe” yani “evren” vardır. Belki üniversiteyi Türkçeleştirsek “evrenkent” diyebiliriz. Üniversitelerimiz çevrimiçi kursların, youtube videolarının verebileceğinden başka ve fazla ne verebiliyor? İki veya dört yıllık eğitimin sonunda en az bir yabancı dili iyi öğrenmemiş, temel bilgisayar becerilerine dahi sahip olmayan, proje tasarlamayı ve yönetmeyi bilmeyen, hiç takım çalışması yapmamış, yetkinlik kazandığı en az bir hobisi olmayan, en önemlisi geleceğine yön verebilecek odaklanmaya ve azme sahip olmayan mezunların kendilerine ne kadar hayrı olur, ülkemize, insanlığa nasıl bir katma değer sunabilirler?

        Biz öğretim elemanları olarak görev tanımlarımızı yeniden yapmak zorundayız. Bu kısır döngüyü bizler kırabiliriz. Bunu yapabilmek için mesleğimize saygı duymamız ve yüreğimizi ortaya koymamız gerekiyor. Bilahare nakde tahvil edilmesi hedefiyle akademik unvan elde etmek için yapılan akademisyenlikten hayır gelmez. Bu iş gönül işidir. Biz, birikimimizle, aklımızla, enerjimizle üniversite öğrencilerimize ilk yıllardan başlayarak yol gösterebiliriz, kendilerinin değerini keşfetmelerini sağlayabiliriz, onlara “ders verme”nin ötesine geçip esinmenleri olabiliriz (yazılarımı okuyanlar bilir, kendim için “hoca” yerine böyle bir ad türettim; “esin veren öğretmen”, yani “esinmen”. Aynı kafada olan tüm akademisyenler kullansın lütfen). Gençlerimiz bizim kıymetlilerimiz.  Üniversite öğrencilerimizi birer elmas gibi hayal ediyorum; onları ustalıkla işleyerek birer pırlantaya dönüştürebiliriz. Onları öyle bir şekillendirelim ki göz kamaştırsınlar.

Prof. Dr. Ayşe Odman Boztosun

Robert Kolej/ İÜHF/ MJur-MSt University of Oxford Doktora-İstanbul