Köyümden... Gönlümden... Emne Yengem.

Emne Yengem Zabınna'dan Hamzacıklara, Bakkal Hüseyin'lere gelin gelmişti.

Köyümden... Gönlümden... Emne Yengem.
Köyümden... Gönlümden...
Emne Yengem.
Emne Yengem Zabınna'dan Hamzacıklara, Bakkal Hüseyin'lere gelin gelmişti.
İbram Dayımın eşiydi.
Köyde doğan, köyde yaşayan son temsilcilerdendi.
Emne Yengem bu hafta emanetini teslim etti, köye defnettik.
Onlar ocakla doğdular, şeytan sobasını daha sonra kuzineyi bildiler. Çırayı, meşe odununu, çam odununu sonra kömürü tanıdılar. Hiç kaloriferli evleri olmadı. Doğalgaz, sofben vs lügatlarında yoktu.
Hazır bez de bilmediler, hazır mama da.
Çamaşırları çaya götürdüler. Kazanlarda kaynatıp tokaçladılar. Temizlik malzemeleri kil'di. Sonra öğrendiler diğerlerini.
Tarla işini de yaptılar evlerinin işlerini de.
Yeri geldi koyun güttüler, yeri geldi çapa yaptılar. "Su suladılar."
Işıkları çıraydı, yıldızlardı, gaz lâmbasıydı, idare lâmbasıydı, el feneriydi. Tarlaya giderken "finar"dı. Sonra lüks ve elektrik...
Arabaları da olmadı, eşinin yanına binip şöyle bir dolaşamadılar.
Denizi yakından gördüler belki ama hiç şezlong, güneş kremi, mayo bilmediler.
Manto, etek- ceket, topuklu ayakkabı, makyaj malzemeleri de yoktu.
Psikiyatr, psikolog da tanımadılar, dilleri de dönmezdi zaten.
Bizim bildiklerimizin çoğunu bilmediler, ihtiyaç da hissetmediler.
Onlar şükür ehliydi. Sadece işlerini yaptılar, ürettiler.
Ürettikleri sebze, meyve genelde satmak için değildi. Birazı kendilerine, kalanı da çocuklarına, eşe dosta.
Hani Aşık Reyhani diyordu ya Erzurumlu Gelin şiirinde;
Erzurumlu gelin düştü aklıma
Çıkıp yollarıma bakanım ah, ah
Gözü sürme bilmez elleri kına
Üstünde şimşekler çakanım ah, ah..
Pınardan gelirken ayağı kayar
Irkılıp düşünce kaderden sayar
İplik düğleyerek günleri sayar
Direklere çivi çakanım ah, ah..
Sabah olur yarım ekmek götürür
Gün öğle olmadan yiyer bitirir
Yavrusunu taş dibine yatırır
Yalın ayak bostan ekenim ah, ah...
Yıkık havlusuna hasır sererek
Körpe yavrusuna göğüs gererek
Gündüzleri rüzgarlardan sorarak
Gece yıldızlara bakanım ah, ah...
Dağı bilir bağı bilmez sevdiğim
Ağlamayı bilir gülmez sevdiğim
Esans kolonyayı bilmez sevdiğim
Üzerinde tezek kokanım ah, ah...
Tarak aldım saçın örmeyi bilmez
Sürme aldım göze sürmeyi bilmez
Çalar saat aldım kurmayı bilmez
Horozun sesiyle kalkanım ah, ah...
Bu dert Reyhani'yi yiyer bitirir
Ya bu gün ya yarın alır götürür
Belki şimdi tandır yakmış oturur
Dumanı bacadan çıkanım ah, ah...
Bizim buralarda tandır, tezek yoktu ama meşe çılıngıları vardı, çıra vardı, ekmek yaptıkları fırın vardı.
Sevdaları yağmur damlası güzelliğindeydi. Bir pınar gözesiydi sessizce ummanlara uzayıp giden.
Hüzünleri kayabaşı yalnızlığındaydı.
Gurbet kokusu sinmişti dört bir yanlarına.
Bir of çekseler karşıki dağlar yıkılırdı, ama hiç bir zaman çekmediler. Yoksa yeryüzünde dağ kalmazdı. Dağları biz şehirliler bozduk.
Onlar dağ dağ, yayla yayla nefes alırlardı.
Dünyalarını çiçek çiçek nakışladılar.
Aminli avuçları yeryüzü kadar, şükürleri gökten öteydi.
Mekânı cennet olsun Emne Yengemin.
...
Şehitlerimize, bu toprakları vatan yapanlara, atalarımıza, aşık Reyhani'ye, Emne Yengem'e, geçmişlerimize Allah rahmet eylesin.
Fatihalarla...
Bir 1 kişi, at ve açık hava görseli olabilir

Mehmet Ali Kalkan Facebook sayfasından Alınmıstır

Paylaş