“Her birimiz insanın tamamlayıcı birer parçasıyız; bir dil balığı gibi....

Aşk ya da sevgi bir tamlanma, bütünlenme haline olan arzu.

“Her birimiz insanın tamamlayıcı birer parçasıyız; bir dil balığı gibi....
“Her birimiz insanın tamamlayıcı birer parçasıyız; bir dil balığı gibi, bir bütünün yarısına benzer, onun için de hep tamamlayıcı parçamızı arar dururuz.”

Böyle söyler Platon Şölen diyaloğunda. Onun aşk ve sevgiye dair mistik yorumunun bizim bugünlerimizi görmüşçesine isabeti beni çok etkiliyor. Platon, önceleri insanların şimdiki gibi olmadığını; sırtlarından yapışık ve 4 kol – 4 de bacaktan oluşan varlıklar olduğunu anlatır. Fakat bazı hadsizlikleri ve küstahlıkları dolayısıyla tanrıları kızdırdıklarını söyler. Tanrılar kendi aralarında istişare eder ve insanın kökünü kurutmak da dahil çeşitli cezalar düşünürler. Ama insan neslini külliyen dünyadan silmek tanrılara cazip gelmez zira insanlar tanrılara kurbanlar da sunmaktadılar.

Neticede tanrılar tanrısı Zeus: "ben onlara ne yapacağımı biliyorum" der ve 4 kol 4 bacaklı insanı tutup ortadan ikiye ayırır. Ve şöyle der: “bu onlara en güzel cezadır. Hadi şimdi arasın dursunlar eşlerini.” Böylece ikiye ayrılan insanlar diğer yarılarını özleyip, arzu ederler ve yeniden bir bütün haline gelmek isteği ile kucaklaşırlar. Evet; kucaklaşmak ve sarılmak eski yarımıza olan hasretimizin bir tezahürüdür. Bir eski cezanın, bir iç yangınının hatırlattığı eylem. Mayamızdaki isyanın cezası bizi parçalamıştır ve bütünleşme ihtiyacı; bir başka göze ve tene muhtaçlık eski bir yadigardır bize. Hatırlamak yani kesilenin sızlaması belki de laneti sürekli kılan esas unsur. Uzvu kopan bir fantom sendromlunun artık yerinde olmayan bacak ya da kolunun ağrıdığını hissetmesi gibi durup durup bize kendisini hatırlatan sevgi.

Aşk ya da sevgi bir tamlanma, bütünlenme haline olan arzu. İki varlığı tekleyen ve Platon’a göre yaradılışımızdaki derde deva olan şey. Evet, bir derde deva oluyor. Kim "başımı alıp gidesim var" dememiştir ki? Ya da kim içindeki koca bir dünyayla deniz kenarında günlerce oturmak istememiştir? Kendini boşaltacak, içini döküp hafifleyeceği bir dublesini bulamayan her insan bir balon balığı gibi şişiyor.

Banliyöye her gün inip binerken insanları çaktırmadan gözlüyorum. Yüzbinlerce göz var. Yorgun argın, kıçlarındaki pantolon yapışmış, bitik ve terli haller.. Sonra belki de ilaç budur diyorum..Bu devrin koşturmacası. Yani kopup gideni, bizden ayrılanı hatırlatan sızıyı bile hatırlamamızı engelleyen aşksız çağın meşguliyeti. Belki de bu ekmek parası, bu medarı maişet motoru tanrılara bir yanıtıdır insanın. Tüm hadsizliğimizle bakın işte Tanrılar; unuttuk sizin o sırtımıza yüklediğiniz yüce derdi. Bakın işte sokaklar bankalar dolu, sonra mesela makineler gürül gürül akan; mesela artık kopan benliğimiz değil derdimiz. Sıkışan ve kesilen parmaklar sigortasız. Yeni bir zamane lanetiyle sizi de unuttuk ey Tanrılar. Zaten çoktan bire indirdiğimiz tanrılar.

Ben yine de bu modern hapı yutamayanlardanım. Sokaklardaki gözleri seyreden, ama bunlar benden olamaz diyenlerdenim. O eski kesik acısı ve tüm tenhalığımla kuytu köşede duvarlara dokunarak yürüyen adamım. Taşlara bile sarılmakla teskin olan adam.

Resim önizleme