Gönlümden... Radyo önemli tabi.

Hamiyet Yüceses şöhret olduğundan arada bir canlı yayında yer veriyorlarmış.

Gönlümden... Radyo önemli tabi.
Gönlümden...
Radyo önemli tabi.
Hamiyet Yüceses şöhret olduğundan arada bir canlı yayında yer veriyorlarmış. Gazinoda "Bakmıyor çeşm-i siyah feryade" sarkısını, arasına gazel koyarak söylüyormuş. Ama radyoda gazel okumak, özellikle şarkının arasında, hem de bir kadın tarafından olacak şey değilmiş. Ama yayının canlı olmasını fırsat bilerek okumuş. Yayını kesememişler ama uzunca bir süre radyodan uzak kalmış Hamiyet Hanım.
Zeki Müren ilk yıllarında radyo kurallarına son derece uygun davranıyormuş. Şerif İçli'den ders alarak gelirmiş. Bir yayında şarkının oktavına çıkmış, detone olmuş, bozmuş. "Şunu çağırayım da kırmadan, bir daha yapmamasını söyleyeyim" diye düşünürken Zeki Müren telefon etmiş; "Doktorcuğum, ben Zeki Müren, herhalde bağışlanması güç bir hata yaptım ama bir daha yapmayacağım efendim."
Yine sahnelerin büyük bir yıldızı, tanınmış bir hanım sanatçı, programına "Baharın gülleri açtı" şarkısını koymuş. Nevzat Atlığ'ın düşüncesi de şöyle; "Bana göre, radyoya yakışmayan, hiç bir özelliği olmayan bir şarkı."
Prova yapılırken sanatçı hanıma o şarkının okunmaması gerektiğini sebepleriyle söylemiş. "Doğru söylüyorsunuz, benim de içime sinmedi" demiş ve bir başka şarkıyı programına almış. Şayet o şarkıda ısrar etseymiş, daha önce hazırlamış olduğu o hanım sanatçının plağını yayına koyacakmış.
1958 yılı Mart ayında Radyodan istifa ediyor Nevzat Atlığ. 1961 yılında röntgen teşhis ihtisasını tamamlıyor. Musikiye zaman ayırmak için serbest çalışmak, muayenehane açmak gerek ama zor, masraflı.
Elinde, avucunda ne varsa paraya dönüştürüp röntgen cihazları alımına yatırıyor, kalanını bonoya bağlıyor. Kiralık yer lâzım ama kiralar ateş pahası. Düşündüğü miktarın çok üzerinde bir rakam çıkıyor karşısına. Vazgeçmeyi düşünüyor.
Bir haber vermek için İhsan Rıfat Sabar Bey'in Şişli'deki muayenehanesine uğruyor. Daha ortada bir şey yokken "Evlâdım bir sıkıntın var galiba?" diyor. O da sanki rüyada gibi olanı, biteni anlatıyor. Rıfat Bey "sıkma canını Nevzat oğlum. Allah iyilerin yardımcısıdır; gönlünü ferah tut. Şimdi beni iyi dinle: Bildiğin gibi, İstanbul'da en çok hastası olan birkaç tüberküloz hekiminden biriyim: bizim işlerimizin yüzde doksan dokuzu röntgen çekiminden sonra başlar. Mülkü bana ait olan bu muayenehanem İstanbul'un en seçkin semtinde, oldukça ferah ve geniş. Bu güne kadar muayenehanemi bir başkasıyla bölüşmeyi aklımın ucundan dahi geçirmedim. Şimdi sana teklif ediyorum. Gel arka odaya cihazlarını kur çalışmaya başla, kazancın artmaya başladıktan sonra uygun gördüğün kira bedelini ödersin. Haa, teklifimi değiştirdim, sen gençsin, belki sükse yapmak istersin, sen caddeye bakan ön odaya geçersin. Hemen karar verme, bu işleri bilen meslektaşlarına, eşiniz hanımefendiye danış, bana istediğin zaman cevap ver."
Oraya taşınıyor Nevzat Bey. İki yıl kadar beraber çalışıyorlar. Borçlarını ödüyor. İhsan Bey iki enfarktüs krizi geçiriyor, rahmetli oluyor. Muayenenin tamamını kiralamak durumunda kalıyor.
1984 yılında hocasının eşi haber gönderiyor, diyor ki; "Daireyi satıyorum. Rahmetli İhsan Bey, Nevzat Bey'i çok severdi. Vefatına yakın, muayeneyi satmamız gerekirse muhakkak Nevzat Bey'e en uygun şartlarla teklif etmemizi, ne yapıp, ne edip anlaşmamızı, ancak almak istememesi halinde başkasına satmamızı söylemişti. Şimdi Nevzat Bey'e teklif ediyorum, bize göre fiyatı şu kadardır."
Birazını peşin, kalanını taksitle olmak üzere anlaşıyorlar. "Bir lütuftu" diyor Nevzat Atlığ. Tapuda İhsan Bey'in eşi hanımefendi "Ne kadar bahtiyar olduğumu anlatamam. Rahmetli kocam İhsan Bey, Nevzat Bey'i çok severdi. Eminim şu anda da ruhu şad olmaktadır. Hamd olsun çok memnunum" deyip ağlamaya başlıyor. Nevzat Atlığ, hocasının kendisini nasıl himaye ettiğini, ömrü boyunca iyiliklerini unutamayacağını anlatıyor göz yaşlarıyla. Bu defa hanımı başlıyor ağlamaya. Tapu müdürü de ilk defa böyle bir satışa şahit oluyorum diyor ağlayarak. Ve ilave ediyor "Dedem İsmail Dede Efendi derdime derman oldu, himmeti hâlâ üzerimdedir inşallah."
Her repertuarda Dede Efendi eseri aramaya alıştırmış kendini Nevzat Atlığ. Son konserine kadar da devam etmiş. Zihnine ve gönlüne yerleşen musiki tarifini ancak, İsmail Dede Efendi'den seçtikleriyle yansıtacağına inanırmış.
Dede Efendi sevdasından söz edildiğinde, İzzet Molla'nın şu beyitini söylermiş;
"Kâşki sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihan,
Sözümüz cümle heman kıssa-i cânân olsa."
Böyle dikkat, itina, işine saygı, sevgi...
Şimdi tüberküloz yok denecek kadar az herhalde.
Saydığımız özelliklerde mi aynı durumda acaba?
Bir yazı görseli olabilir