Meşrutiyet Meclisi’nde Ahmed Ağa adında bir Malatya mebusu varmış. O zat İttihat ve Terakki Partisinden milletvekili seçildiği halde Meclis’te yemin merasimi dışında hiçbir söz söylemiş değilmiş. Talat Paşa, O’nun gizli bir muhalif olabileceğini düşüncesiyle hasbihalde bulunmak üzere meclisin kafeteryasında O’nunla bir görüşme teklifinde bulunmuş.
Burada kendisine: “Ahmed Ağa” demiş. “Senin ağzını açıp bir şey söylediğin yoktur. Memleket meseleleri hakkında elbet senin de
düşüncelerin vardır. Bunları öğrenmek isterim.”
Ahmed Ağa, itiraz yollu olarak
“Paşa!” demiş. “Ben çobanım. Memlekette çift çubuk, sürü sahibi bir ağayım. Memleket meselelerinden bir şey anlamam.”
“Hayır! Sen memleket meseleleri hakkında fikir sahibi olmasaydın bizim arkadaşlarımız oradan seni namzet gösterip seçtirmezlerdi. Bak görüyorsun biz devlette suistimalleri önleyemiyoruz. En güvendiğimiz adamların iş başına gelince şahsi menfaat peşinde koştuklarını görüyoruz. Bunu önlemenin çaresi nedir?”
Ahmed Ağa bir şey söylemek mecburiyetinde olduğunu anlayarak:
“Bak paşa hazretleri. Bunu önlemenin bir çaresi vardır. Ama sana söylesem, bunu yapamazsın” demiş. Talat Paşa’nın ısrarı üzerine de:
“O zaman ben yaşadığım hadiselerden elde ettiğim bir tecrübeyi size nakledeyim. Takdir sizindir” diyerek şunları söylemiş:
“Ben hayata çoban olarak başladım. Yıllarca çalışıp çırpınarak büyük bir koyun sürüsü meydana getirdim. Nihayet, gördüğünüz gibi yaşlandım. Bütün işleri çocuklarıma devrederek işten çekildim. Aradan iki üç gün geçti. Çocuklarım yanıma gelerek:
“Baba. Sen hiç kurda koyun kaptırır mıydın?” diye sordular.
“Hayır” dedim. Zira bizim sürü dağın yamacında mahfuz bir yerde gecelerdi. Onlar her gece kurda bir iki koyun kaptırdıklarını söylediler.
“Sürüde değişiklik yaptınız mı?” diye sordum. Dediler ki;
“Sen tecrübeli bir insansın. Bu sürüyü dört zağarla(çoban köpeği) koruyordun. Biz bunu kafi görmeyerek dört yeni zağar daha aldık. Buna rağmen her akşam bir veya iki koyunu kurda kaptırıyoruz.”
Onlara dedim ki; “Bu aldığınız yeni zağarları gece boyunca gözetleyin. Bakalım ne göreceksiniz.” Ertesi gün gelip anlattılar; Gece yarısına doğru vadiye bir kurt gelip ulumaya başlamış. Yeni zağarlardan biri sürüdeki yerini terk ederek vadiye inmiş. O dişi bir kurtmuş. Bizim zağar onunla oynaşmaya başlamış. Kurtlar iki taneymiş. Erkeği, o zağarın boş bıraktığı kısımdan sürüye saldırarak bir koyun yakalayıp vadiye götürmüş. Dişi kurtla işini bitiren bizim zağar yerine dönmüş.
Durumu öğrenince onlara; “Bu zağarla kurt, daha evvel başka bir sürüde bu işi yapmakta olmalıdırlar. Onun kafasına sıkıp öldürün”
Böyle de yaptılar. Fakat ertesi gün yeni zağarlardan bir diğerinin aynı işi yaptığını görmüşler. Bunu öğrenince dedim ki:
“Yeni aldığınız zağarların hepsinin kafasına sıkın ve gözetlemeye devam edin.”
Bunu da yaptılar. Fakat yine de kurda koyun kaptırmaktan kurtulamadılar. O zaman anladım ki, geldiği yerde bu işi yapan yeni zağarlar bizimkilere de bu işi öğretmişler, onlara da bu hastalığı bulaştırmışlar.
Onlara dedim ki; “Bizim zağarların da bu işi öğrendiği anlaşılıyor. Dört tane, hiç kullanılmamış yeni zağar bulun. Bunlar bizimkilerle bir araya gelmeden, bizimkilerin hepsini öldürün ve sürüyü onlara teslim edin. Bu suretle kurda koyun kaptırmaktan kurtulduk. Zannımca, memleket idaresinin de bir sürü idaresinden farkı yoktur. Ben yaşadığım bu tecrübeden bunu anladım. Takdir sizindir.”
Bu olayı hayretle dinleyen Talat Paşa O’na demiş ki
“Benim merak edip seni konuşturduğum gibi, Padişah da seninle görüşmek isterse bu bana anlattığın hikayeyi sakın O’na anlatma!..”
Serdar Güneş Sayfasından ALINTI