Ve bir şehrin kaderi değişiyor.

Frank Gehry’yi başarılı yapan nedir?” diye sorarsanız…

Ve bir şehrin kaderi değişiyor.
Çocukken babamın bana ilişkin hiçbir umudu yoktu, bir baltaya sap olabileceğime inanmazdı; benim hayalperest biri olduğumu düşünürdü. Annem de öyle.

… demiş bir röportajında, fotoğrafta arkamda gördüğünüz binanın mimarı.
Hem hayat hikayesiyle hem tasarımlarıyla ilham verici bulduğum kişilerden biri o: Polonya asıllı, Kanada doğumlu Frank Gehry.

Gençliğinin ilk yıllarında kamyon şoförlüğü, radyo sunuculuğu yapmış; sonra kimya mühendisliği okumayı denemiş ama insanın hayattaki gerçek tutkusunun ne olduğunu keşfetmesi için çocukluğuna dönmesi gerekirmiş ya…

O da, küçükken dedesinin hırdavatçı dükkanından aldığı odun parçalarıyla kurduğu hayali şehirleri hatırlayarak, gerçek tutkusunun aslında mimarlık olduğuna karar vermiş ve mimarlık okumaya başlamış.

Kariyerine başladığında, gelenekselin dışına çıkmayan, risk almayan, kendi hâlinde hayatını kazanan bir mimar olabilecekken; cesur, post modern tasarımlarıyla kendine apayrı bir yol çizmiş. Kimisi onun eserlerini kaba görünümlü bulmuş, kimisi komik…
Fakat o, estetik anlayışında ısrarcı olup, inandığının ve farklı olanın peşinden gitmiş.

Bugün, sahip olduğu ünü ona kazandıran ise 68 yaşındayken İspanya’nın Bilbao şehrine yaptığı Guggenheim Müzesi.

Hikaye çok ilginç… Anlatayım.

*

Bilbao, İspanya’nın Bask bölgesinde 90'lı yılların başında ekonomik olarak çökmüş bir şehir. Şehrin ekonomisine ivme kazandırmak için bir müze yapılması konusunda Frank Gehry ile anlaşılıyor.

Fakat, merkeze 32 bin metrekarelik bir müze yerleştirmek kolay iş değil; müzenin kurulacağı yer hem şehir seviyesinin 16 metre altında kalıyor hem de bölgenin bir tarafından nehir akıyor.

Bütün bu güçlükleri aşıyor mimar Gehry ve 1997'de dekonstrüktivist tarzda olağanüstü bir bina tasarlıyor. 84 milyon euroya mâl olan müze kendini %70'i İspanya dışından gelen yüksek ziyaretçi sayısı ile kısa sürede amorti ediyor.

Ve bir şehrin kaderi değişiyor.

Hatta öyle ki, dünyada ilk kez bir mimari eserin ekonomide yarattığı dönüşüm, literatüre “Bilbao Etkisi” olarak giriyor.

Frank Gehry ekonomi ile mimarinin birbirinden ayrı tutulamayacağını, binaların ve mimarinin hem bir şehrin hem toplumun değerlerinin bir yansıması olduğunu başta Guggenheim Müzesi olmak üzere eserleri ile dünyaya kanıtlıyor.

*

“Frank Gehry’yi başarılı yapan nedir?” diye sorarsanız…

Bilbao’daki de dahil olmak üzere, çoğu eserini gidip görmüş biri olarak diyebilirim ki; belli düşüncelere, akımlara saplanıp kalmamak ve “kutunun dışında düşünmek”.

Nitekim, kendisi de şöyle demiş:

“Benim için her gün bir yenilik içeriyor. Her bir projeye, sanki ilk yaptığım projeymiş gibi, bir güven eksikliğiyle yaklaşıyorum; çok ter döküyorum. Sonra gidip, tam nereye doğru yol aldığımdan emin olmadan çalışmaya başlıyorum.

Zaten nereye gittiğimi biliyor olsaydım, o yola hiç girmezdim.”

*

Yani, dönüp dolaşıp yine şu düşünceye geliyoruz:

“Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da. Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var.”


Ne dersiniz?

Damla Ömür Tantekin

Founder of D Strategy | Strategic Advisor & Writer | Speaker 
Bu resim için alternatif metin açıklaması yok