Tarım ve Gıda Tercihlerimiz ile Beynimiz Arasındaki Güçlü Bağlantı: Nöroaktif Bileşenler

Bitkilerin şifa amacıyla kullanılması yüzbinlerce yıldır süregelen bir süreç.

Tarım ve Gıda Tercihlerimiz ile Beynimiz Arasındaki Güçlü Bağlantı: Nöroaktif Bileşenler

Bu sabah gerçekten farklı düşünmenizi, özellikle de tükettiğimiz bitkiler ve bizler arasında nasıl bir bağ olabileceğini yeniden düşüneceğiniz bir yazı yazdım ✨ Dilerim ki beğenirsiniz. Yazı biraz uzun olduğu için devamını Medium platformundan yayınladım.

Tarım ve Gıda Tercihlerimiz ile Beynimiz Arasındaki Güçlü Bağlantı: Nöroaktif Bileşenler
 
İnsan canlısı milyonlarca yıldır, doğayı keşfetmek, doğanın gücünü anlamak ve doğayı deneyimlemek için atılımlarda bulunuyor. Bilim insanları bu konunun başında geliyor. Bitkilerin şifa amacıyla kullanılması yüzbinlerce yıldır süregelen bir süreç. Doğayı iyi gözlemleyen, doğanın davranışlarını iyi çözümleyen insanlar, doğanın bu gücünü insan sağlığının iyileştirilmesinde ve korunmasında da denemişler. Ve aslında eski terimle "şifacılar" zaman içerisinde, bilimin analiz gücünü de arkasına alarak geleceğin tıbbının temellerini de atmışlar. Günümüzde halen bir çok sağlık probleminin çözümünde "geleneksel" yöntemler kullanılmaya, yeniden araştırılmaya devam ediyor.
 
Bitkiler, yaşamlarının devamını sağlamak, var oldukları coğrafyada hayatta kalabilmek için çok farklı yöntemler geliştirmişlerdir. Bu farklı yöntemler, bitkileri doğada daha yayılımcı, türünün devamlılığını sağlayabilir kılmıştır. Örneğin, bitkiler sahip oldukları meyvelerle ya da içerdikleri aktif bileşenlerle insan canlısının da dikkatini çekmiş ve böylece aslında "tarım" dediğimiz faaliyetin de başlangıcını atmışlardır. Bitkilerin, bizlerin yaşamlarını da nasıl kontrol ettiğini, ve kendi üyelerini nasıl yaygınlaştırdıklarını onların gözünden baktığınızda çok net bir şekilde görüyoruz. Örneğin, günümüzde insanlığı besleyen ve milyonlarca ton hacimlerde ve milyonlarca hektar arazide kendi tarımını bizlere yaptıran domates, patates, patlıcan, biber gibi sebzelerin tamamı ve tütün gibi tüm insanlığın tükettiği bitkiler aslında yaşam ağacındaki binlerce bitki ailesinden sadece tek bir ailenin yani "Solanaceae" ailesinin üyelerine ait türler. Ne kadar garip değil mi?
 
Neden böyle diye sorguladığınızda karşınıza çok enteresan içerikler ve farklı moleküler mekanizmalar çıkıyor. Örneğin, tam olarak bu ailenin yani Solanaceae ailesinin üyeleri insan canlısının "ilgisini" çekebilecek türde iki farklı kimyasal bileşen sentezliyor: Birincisi ağrı kesici ya da keyif verici özellikte "polifenol grubundan özellikle chlorogenic acid" ve ikincisi ise çok farklı formda ve uyarıcı olarak nitelendirilebilecek "alkaloidler ailesinden nikotin" gibi nöroaktifleri sentezliyorlar. Ve bu sentezledikleri nöroaktifleri bolca meyvelerinde biriktiriyorlar. Biz onları tükettiğimizde, deyim yerindeyse kendimizi "iyi" hissediyoruz. Tam da bu nedenle tüketmeye devam ediyoruz ve yine bu nedenle onların tarımını dünyada çok ama çok yaygın bir şekilde yapıyoruz.

İnsan canlısı milyonlarca yıldır, doğayı keşfetmek, doğanın gücünü anlamak ve doğayı deneyimlemek için atılımlarda bulunuyor. Bilim insanları bu konunun başında geliyor. Bitkilerin şifa amacıyla kullanılması yüzbinlerce yıldır süregelen bir süreç. Doğayı iyi gözlemleyen, doğanın davranışlarını iyi çözümleyen insanlar, doğanın bu gücünü insan sağlığının iyileştirilmesinde ve korunmasında da denemişler. Ve aslında eski terimle “şifacılar” zaman içerisinde, bilimin analiz gücünü de arkasına alarak geleceğin tıbbının temellerini de atmışlar. Günümüzde halen bir çok sağlık probleminin çözümünde “geleneksel” yöntemler kullanılmaya, yeniden araştırılmaya devam ediyor.

Bitkiler, yaşamlarının devamını sağlamak, var oldukları coğrafyada hayatta kalabilmek için çok farklı yöntemler geliştirmişlerdir. Bu farklı yöntemler, bitkileri doğada daha yayılımcı, türünün devamlılığını sağlayabilir kılmıştır. Örneğin, bitkiler sahip oldukları meyvelerle ya da içerdikleri aktif bileşenlerle insan canlısının da dikkatini çekmiş ve böylece aslında “tarım” dediğimiz faaliyetin de başlangıcını atmışlardır. Bitkilerin, bizlerin yaşamlarını da nasıl kontrol ettiğini, ve kendi üyelerini nasıl yaygınlaştırdıklarını onların gözünden baktığınızda çok net bir şekilde görüyoruz. Örneğin, günümüzde insanlığı besleyen ve milyonlarca ton hacimlerde ve milyonlarca hektar arazide kendi tarımını bizlere yaptıran domates, patates, patlıcan, biber gibi sebzelerin tamamı ve tütün gibi tüm insanlığın tükettiği bitkiler aslında yaşam ağacındaki binlerce bitki ailesinden sadece tek bir ailenin yani “Solanaceae” ailesinin üyelerine ait türler. Ne kadar garip değil mi?

Neden böyle diye sorguladığınızda karşınıza çok enteresan içerikler ve farklı moleküler mekanizmalar çıkıyor. Örneğin, tam olarak bu ailenin yani Solanaceae ailesinin üyeleri insan canlısının “ilgisini” çekebilecek türde iki farklı kimyasal bileşen sentezliyor: Birincisi ağrı kesici ya da keyif verici özellikte “polifenol grubundan özellikle chlorogenic acid” ve ikincisi ise çok farklı formda ve uyarıcı olarak nitelendirilebilecek “alkaloidler ailesinden nikotin” gibi nöroaktifleri sentezliyorlar. Ve bu sentezledikleri nöroaktifleri bolca meyvelerinde biriktiriyorlar. Biz onları tükettiğimizde, deyim yerindeyse kendimizi “iyi” hissediyoruz. Tam da bu nedenle tüketmeye devam ediyoruz ve yine bu nedenle onların tarımını dünyada çok ama çok yaygın bir şekilde yapıyoruz. Böylece o bitkiler kendi yaşamlarını, hayatta kalabilirliklerini ve elbette ki türlerinin devamını bizlere yaptırıyorlar.

Bitkiler ve tarım konusunu daha önce hiç böyle düşündünüz mü bilmiyorum? Ama perdenin arkasındaki gerçek tam olarak böyle. Domatesin o kıpkırmızı görüntüsü, kahvenin o müthiş ve bizleri cezbeden aroması, sebzelerin inanılmaz parlak ve taze duruşları, tahılların o muhteşem güzelliği hep ama hep aynı nedenden.. Yani bizlere kendilerinin tarımlarını daha fazla yaptırıp, aslında bu gezegendeki türlerinin devamını sağlamak.

İşin daha da özeline indiğinizde mesela topraksız tarımda neden marulu seçmişiz? Marul tarımını biz neden topraksız seralarda yapmaya başladık? İnsanlığın gelecek gıda ihtiyacını karşılamak ve iklim krizinin yaratacağı öngörülen gıda kıtlığından bizleri koruyabilecek, kalorisi inanılmaz düşük olan marul mu bir “kalori kaynağı” olacak? Hiç düşündünüz mü? Evet, marul kolay yetişiyor, “görüntüsü” güzel vb. Bunlar sizce sorunun doğru yanıtları mı? Sanki bilmediğimiz bir neden var gibi geliyor mesela bana. Ve araştırınca görüyorsunuz asıl nedenini. Aslında marullar, tüketildiğinde insanları “sakinleştirici” özellikleri bulunan “opioidleri” yüksek oranda sentezliyor. Tıpkı insanlığın vazgeçemediği hayvansal bir kaynak olan süt gibi.. Sütün de sakinliği yine opioidlerden geliyor. Ne kadar garip değil mi?

Tükettiğimiz, özellikle sıklıkla tükettiğimiz her ama her şeyde, özellikle de beynimize iyi gelen bileşenler var. Tüm insanlığın tüketim alışkanlıkları kalori alımı üzerine değil, nöroaktif bileşen alımı üzerine kurulu :) “Beslenme” dediğimiz olgunun, “lezzet” dediğimiz olgunun da temelinde aslında bu var. Serotonerjik (açlığa bağlı gıda arama) ve Dopaminerjik (lezzet duyma) bir aktivite aslında. Konunun devamında bir de “ağrıları azaltıcı, keyif verici” bileşen bombardımanına tükettiğiniz gıdanın “gizli” doğasında var olan bileşenlerden dolayı tutulduğunuzda, zaten artık o gıdadan neredeyse vazgeçemez oluyorsunuz. Domatessiz bir Dünya hayal edebilir misiniz mesela? Domatessiz yemekler..

Bu dünya insan canlısının değil, özellikle tam da bu saydığım nedenle bizleri “yöneten” bitkilerin dünyası.. Milyonlarca insan, sadece ama sadece bu bitkilerin tarımlarını yapıyor ve bir o kadarı da bu tarımdaki ürünlerden hepimizin tükettiği gıdaları üretiyor.. Gerçekler tam olarak bu şekilde :)

Can KAYACILAR

Endüstriyel Bilim İnsanı