“Şahzadeyi buldum ama eskisi gibi değil.”

Ne güzel şey kaybolup bir başkası olarak dönmek

“Şahzadeyi buldum ama eskisi gibi değil.”
“Şahzadeyi buldum ama eskisi gibi değil.”



Tunus’lu yönetmen Nasır Hemir’in Bab’aziz: Ruhunu Tefekkür Eden Prens isimli filminde eğlenip, raks edilen çadırdan çıkan prens (şahzade) bir ahunun peşine takılır. Atıyla ahu nereye giderse peşinden gider ve sonunda çölün ortasında bir su birikintisinin kıyısına çöküp kalır. Kaybolmuştur. Fakat yitişinden kendisi de bihaber.. Su birikintisini vecd halinde günlerce seyreder. Şahzadeyi aramak için gönderilenlerden bir süvari bir gün şehre gelir ve şöyle der: “Şahzadeyi buldum ama eskisi gibi değil.”



Ben bu filmi seyrederken şahzadenin filmdeki hikayesi bana bir yüce gönüllü insanı; sûfi İbrahim ibn Edhem'i hatırlatmıştı. Horasan’ın Belh şehrinden olan İbrahim ibn Edhem varlıklı bir aileye mensuptur ve bazı rivayetlerde prens olduğundan bahsedilir. Edhem bir gece tahtında uyur. Ve uykunun en derin yerinde tavandan gelen sesler ve gürültü üzerine uyanır. “Damdaki kimdir” diye seslenince karşılık olarak: “Yabancı değilim, devemi kaybettim, onu arıyorum” der. Edhem: “Be hey gafil, damda devenin işi ne?” deyince adam yanıt verir: “İbrahim, sen yıllardır süslü elbiselerin içinde tahtında Allah’ı arıyorsun acayip olmuyor da ben devemi damda arayınca mı tuhaf oluyor?” der. İbrahim ibn Edhem lafın tesirinden kurtulamaz ve tacı, tahtı terkedip kendine bir sefere çıkar ve değişir.



Hem filmdeki şahzadenin hem de İbrahim ibn Edhem’in hikayesi epeyce Sidarta Gotama Buda’nın kıssasına benzer. Buda bir lakaptır ve Sanskritçede “uyanmış kişi” demektir. Buda da 29 yaşındayken sarayı ve zenginliği terk eder ve özünün peşine düşer. Her kendine yolculuk biraz da terk ediştir aslında. Ve epeyce de cesaret. Sevilenlere, sevenlere, tutkulara, elde olanlara ve rahata karşı bir harekettir çünkü yolculuk. Duldasız, pusatsız, üryan* bir direniş.. Başa neler gelecek kaygısını da unutup dibini göremediğimiz bir suya dalış. Kendi kıyılarına bile yabancı insan için kendi derinlerine dalmak ürkütücüdür zira. Biraz metafizik, biraz mistik ve elle tutulur yanı olmayan alengirli şeylerden bahsetmiyorum. Ben sadece kalabalık caddelerde her ağızdan içeri girip, dolandığım ruhlar ve beyinlere çimdik atıp: “Bak kardeşim içine dokunabilirsin” demek için kıvranıyorum. Dokunmalısın; çünkü sen dokunmadıkça başkaları tecavüz ediyor..



Sadece aşık olmayanlar kendi yansımalarını görürler.** Bizi çeken birikinti, dalıp gittiğimiz manzara bize farklı bir bakışı, yeni gözleri sunmuyorsa sefer sefer değildir. Aşk çünkü önce körlük sonra arı gibi binlerce gözün reçetesidir. Fakat günümüz ıstıraplıdır. Çünkü her kayboluştan sonra değişmeden çıkageliriz. Aynı gözlerle, aynı kokularla, aynı tenle geri döneriz. Ne dönüşümüz kimseyi şaşırtır, ne bize hayretle bakanlar olur, ne de şehrin uzak ucundan bir süvari bizi bulduğunu ama artık değiştiğimizi haykırır. Öylece döneriz. 4 mevsimden sıyrılıp bir beşincisini keşfetmeden. Hep aynı bahçe..Çoktan her köşesi gezilmiş ve meyvesiz.



Ne güzel şey kaybolup bir başkası olarak dönmek

can küçükşahin

mühendis
..
Resim önizleme