Ressamımız Ömer Kaleşi

Bedri Rahmi Eyüboğlu ile çalışan ve yarım asır önce Paris’e yerleşen ressamımız Ömer Kaleşi.

Ressamımız Ömer Kaleşi
Sizi Paris’e, Arago Bulvarı’na, bir apartmanın çatı katına ve onun içindeki üretken yaşama doğru kısa bir yolculuğa çıkarmak isterim.

Fransa’da yaşadığım dönemde en besleyici uğraşılarımdan biri de yazar, sanatçı evlerini ve atölyelerini ziyaret etmekti. Özellikle yaratıcı işlerle uğraşan kişilerin günlük rutinlerine, çalışma ortamlarına tanıklık etmenin ilham veren bir yanı oluyor.

İşte bu tanıklıklarımdan biri de, 40–45 metrekarelik, çekme katlı, alt katı atölye, üst katı yatak odası olan, tamamı ahşaptan yapılmış bir ressamın eviydi.

Makedonya’da doğup büyüyen, sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olup, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile çalışan ve yarım asır önce Paris’e yerleşen ressamımız Ömer Kaleşi.

Onunla tanıştığımda 90 yaşına yaklaşıyordu ve 150'den fazla sergi açmıştı.
Fotoğrafta gördüğünüz ziyaretimde, kendisiyle son sohbetimiz olacağını nereden bilebilirdim…

*

“Her sabah erkenden uyanır, çayımı alır, otururum işimin başına." diye anlatmıştı Ömer Kaleşi.
Ben de sormuştum: “Bugün de canım hiç çalışmak istemiyor dediğiniz veya ilham gelmediği olmuyor mu?”

Kaşlarını kaldırıp, bana bakmış ve “Öyle şey olmaz; oturursun işin başına, mutlaka o heves gelir.” demişti.

Bugün kitap sayfalarına uzun uzun konu olan döngüyü bir cümleyle özetlemişti ressam.

Demek istiyordu ki:

Üretim için gerekli olan şey nereden geleceği belli olmayan ilham ve motivasyon değil; disiplindir.

*

Farklı bir teknik kullanıyor; sadece spatül ile resim yapıyordu. Bu özgün teknikte, tuval üzerine önce boya yayılıyor, daha sonra spatülle boya içten dışa doğru genişletilerek figürler oluşturuluyor.

Onun artık imzası hâline gelmiş, “baş”tan oluşan çoban ve derviş figürleri var.

“Sürekli baş resmediyorum.” diyordu ressam. “Tüm resim sanatım baş’lar üstüne kurulu.”

“… çünkü baş bedenden önce gelir, onu yönetir, dilediği yere yönlendirir, bedene komut verir. Her şeyi baş’ın içinde görürüz; baş yeterlidir.”

*

Şöyle bir olay anlatmıştı:

Ressamın 50 yıldır yaşadığı Arago Bulvarı üstünde at kestanesi ağaçları var. Bu ağaçlar 17. yy başında Osmanlı Sultanı 1. Ahmed tarafından, İstanbul Boğazı ile Seine Nehri'nin kardeşliğini simgelemek üzere Fransa’ya hediye edilmiş. Fakat 2010 yılında bir hastalığa yakalanıyorlar ve 200 adet at kestanesi ağacı kesiliyor. Kaleşi buna çok üzülüyor ve bir seri yaratıyor.

“100 gün hiç evden çıkmadım. Sadece o seriyi yaptım.” demişti.

“Ağaçların başları kesilmiş, geriye sadece içi çürümüş gövdeleri kalmıştı. O çürümüş gövdeler bana insanı ve ölümü çağrıştırdı.”

Ağaç gövdelerinin üstüne baş’ları çiziyor yine ressam.

… ve Osmanlı’nın Paris’teki at kestanesi ağaçları baş’larla yeniden hayat buluyor.

*

"Çizdiğim her resim kendi yaşamıma sorduğum bir soruydu” diyen Leonardo da Vinci gibi, Ömer Kaleşi de bize yaşamlarımızda belki şunu düşündürtmek istemişti:

Baş; vücudun düşünen, üreten, yöneten kısmı. Baş bunları yap(a)mıyorsa bedene ihtiyaç duyulur mu?

…ve her şeyi baş’ın içinde görürüz; baş yeterlidir.

Damla Ömür Tantekin

Founder of D Strategy | Advisor&Writer | Speaker
Bu resim için alternatif metin açıklaması yok