O PASLI RANZANIN DİLİ

Eskimiş demir parmaklıklar... Nemli duvarlar...

O PASLI RANZANIN DİLİ

O PASLI RANZANIN DİLİ

Eskimiş demir parmaklıklar...
Nemli duvarlar...
Ve paslı bir ranza...
Şöyle yazıyor duvarda.
"Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma.
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma"

Sinop Cezaevi burası.
Anadolu'nun Alcatraz'ı.
Yüzlerce yıl zulmün adresiydi.
Acı ve hüznün feryadıydı.
Burada çiçekler açmıyordu.
Kuşlar süzülüp uçmuyordu.
Yıldızlar ışık saçmıyordu.

Evliya Çelebi, Seyahatname'de bu gasbet yeri şöyle anlatıyordu.
“Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Allah korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.”

Sene hicri 1341'di.
Miladi 1922.
Rize'nin Haldoz (Portakallık) köyünde bir adam yaşardı.
Sandıkçı Şükrü derlerdi ona.
Kendi halinde, sakin, iyiliksever kişiliğiyle tanınırdı.
Zenginleri sevmezdi.
Ağalarla beylerle görüşmezdi.
Fakirlere ise mısır dağıtırdı.
Bir gece vakti Sandıkçı Şükrü'ye acı haber geldi.
Düğünde köy ağasının en sadık adamı kardeşini bıçaklamıştı.
O sakin adam bir anda şahin oldu.
Ağanın hanını bastı.
Mermileri üstüne boşalttı.
Hemen yakaladılar.
Sinop Cezaevi'ne koydular.
Ama tutamadılar.
Sandıkçı Şükrü kuş uçurtulmaz denilen duvarları aştı, kaçmayı başardı.
Kısa sürede bölgede nam saldı.
Adını Haldoz'un dağlarına yazdırdı.
O artık ağaların beylerin düşmanı, fakire yardım eli uzatandı.
Zenginlerin korkulu rüyası, halkın kahramanıydı.
Dönemin Trabzon Valisi Kadir Paşa 500 atlı müfrezeyi Sandıkçı Şükrü'nün peşine taktı.
Müfrezenin yanında bir de Sandıkçı'nın yakın arkadaşı Varilcioğlu Sadık vardı.
Varilcioğlu teslim olması için Sandıkçı Şükrü'yü ikna etti.
Teslim oldu.
Ama devletin otoritesini iki paralık etmişti.
Müfrezeye teslim Rize'ye dönerken, sırtından vuruldu.
Son nefesinde sanki dudaklarından şu mısralar savruldu.
“Göklerde kartal gibiydim.
Kanatlarımdan vuruldum
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.”

Sinop Cezaevi Osmanlı döneminde azılı katillerin son durağıydı.
Cumhuriyet döneminde muhalif yazar ve şairlerin adresi oldu.
Refik Halit Karay, Mustafa Hilmi, Burhan Felek, Kerim Korcan, Zekeriya Sertel, Osman Deniz burada yattılar.
Bir rivayete göre Nazım Hikmet de kısa bir süre cezasını burada çekti.

Yıl 1932'ydi.
Yeni bir mahkum getirdiler Sinop Cezaevi'ne.
Adı, Sabahattin Ali.
Suçu yazmaktı.
Atatürk'e hakaretten aylarca içerde kaldı.
Paslı demir parmaklıklar, nemli duvarlar arasında dolaşıp dururdu.
Geceleri sürekli okurdu.
Havalandırma saatlerinde diğer mahkumlarla konuşurdu.
Sonra o paslı ranzada oturup yazardı.
Rizeli Sandıkçı Şükrü'nün hikayesini cezaevinde duymuştu.
Destanını da orada yazdı.
'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz' dillere dolandı.

"Sene 1341 mevsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğim çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Çok zamanlar çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop’un hanı
Firar etmeyilen buldum amanı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Bir yanımı sardı müfreze kolu
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlıyılan kestiler yolu
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz."

O cezaevinde "Aldırma Gönül"ü yazdı.
Mazlumların, mahkumların şarkısı oldu.

"Dışarda azgın dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma"

Yine orada "Leylim Ley"i yazdı.
Meydanları sarstı.

"Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni

Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni