Kar yağışı altında Anıtkabir'i izledim.

Hayal ettim. O muazzam düşünceleri, halkı motive edişini...

Kar yağışı altında Anıtkabir'i izledim.

Akşamın geç saatlerinde geldiğim şehirde muhteşem bir kar yağışı vardı.. Otelin perdelerini sonuna kadar açtım. Ve yatağıma uzanıp, biraz dinlenmek için kar yağışını izlerken, hemen karşımda Anıtkabir'i gördüm. Doğruldum. Pencerenin biraz uzağına bir koltuk çekip, gecenin köründe kar yağışı altında Anıtkabir'i izledim. Hayal ettim. O muazzam düşünceleri, halkı motive edişini, organize edişini. Bir değil, bin iş yapışını.. Bilimin tüm sistemin kalbinde olduğunda nelerin başarılabileceğini. Tüm toplumun bilimle yeniden yapılandırılabileceğini.

Cumhuriyet kurulduğunda 300 olan sanayi işletmesi sayısının sadece 10 yılda 1000'e çıkması ve dokuma fabrikalarından tutun da şeker fabrikalarına, tersanelere, tekstil fabrikalarından, çelik fabrikalarına nelerin yapıldığına.. Tam da o dönemde (1929-1938) sadece 10 yılda ağır sanayi dediğimiz devasa işler yapan fabrika artışının %150'lerin üzerinde olması.

Türkiye yeterli motivasyon ve bir arada olmakla her türlü şeyi başarabilecek güçte. Paranın en olmadığı zamanlarda da bu böyle olmuş, paranın olduğu zamanlarda da. Para değil aslında problem. Hiç bir zaman olmadı. Sorun aslında bana kalırsa "birliktelik" problemi. Çünkü biz toplum olarak ancak "zor zamanlarda" bir aradayız. Diğer türlü bir şekilde yaşamlarımıza devam ediyoruz. İlla bir şeyler yapmak için de zor zamanları beklememiz gerekiyor bana kalırsa.

İklim krizi bizlere sürekli zor zamanlar ve imtihanlar hazırlıyor fazlaca. Düzenli ve zamanında yağmayan yağmurlar, bize kuraklığı getirecek. Kuraklık, gıda krizini.. Türkiye'nin başındaki en büyük bela bu. Bir anda gelişebilecek "bitki hastalıkları salgınlarından" bahsetmiyorum bile. Çünkü hava sıcaklığı sürekli belli dozda kalınca tıpkı bağırsaklarımızdaki mikrobiyota gibi farklı mikropların üremesi ve hızla yayılması daha beklenebilir bir şey. Yani kuraklıktan önce mücadele etmemiz gereken şeyler salgın hastalıklar olacaktır diye düşünüyorum.

Türkiye'nin çok ama çok şey yapması lazım. Mesela bir örnek vereyim. Hani hep derler, Hollanda Konya kadar yer, ama Dünya tarımsal üretimde ilk 5'te ve Meksika gibi devasa bir ülkenin domates üretiminden sonra 2. sırada vs. diye.. Bir çoğumuz bunu işte bir sürü tarla.. Düzenli tarım vs. diye hayal eder. Ama o kadar küçük bir ülkenin bu kadar çok ürün üretmesi konusunda "seracılık" faaliyetlerini pek de hayal etmez. Ama Hollanda 12 ay boyunca devasa oranlarda seracılığın, hem de en modern seracılığın yapıldığı bir ülke. Hollanda'nın Hollanda olmasının altında "seracılık faaliyetleri" yatıyor. Türkiye'de ise herhalde toplam üretimin en güçlü yerde (Antalya) sadece %7'si seracılık faaliyetlerinden geliyor.

Türkiye'de seracılığın çok fazla artması gerekiyor. Yenilikçi tarım modellerine ihtiyaç var.

Türkiye seracılık ya da açık alan tarım faaliyeti yaptığı her türlü tarımsal üründen yüksek katma değerli ürün üretmek zorunda.

Ez cümle, değişmesi gereken Türkiye'de çok fazla şey var. Algı, üretim, geleceğe bakış.

Türkiye'nin Başkenti'nde düşündüklerim bunlar..

Can KAYACILAR

Biyolog, Davranış Bilimci (Neuroscientist, MSc)