Türkiye'nin gelecek adına Dünya'da "süpergüç" olabilmesinin tek yolu, sahip olduğu tüm güçlerle inovasyon (işe yarar yenilik) yapması ve bunu endüstriyel boyutlarda gerçekleştirebiliyor, gerçekleştirdiğini de güçlü pazarlama stratejileri ile pazarlayabiliyor olmasından geçiyor.

Bu bağlamda Türkiye'nin, toplumun genlerinde iki ana konu var: Birincisi Savunma Sanayi, ikincisi ise Biyoteknoloji (Gıda ve Tarımda). Tarih boyunca hep böyle olmuş. Düşmanları hezimete uğratan top teknolojisi ya da zırh teknolojileri de bu topraklardan çıkmış, gıdaların uzun süre korunmasını sağlayacak mikrobiyal fermantasyon teknolojileri de ya da buğday gibi Dünya'nın neredeyse yarısının beslenmesini sağlayan bitkilerin deyim yerindeyse "ehlileştirilmesi" ve onlardan "ekmek" yapılması da yine bu topraklarda doğan keşifler..

Savunma Sanayinde hızla ilerlediğimiz gerçeğine karşın, özellikle tarım ve gıdada yüksek katma değeri oluşturabilecek güce, daha doğrusu hak ettiğimiz güce henüz erişemedik. Bitkisel özütleri, bitkilerden elde edilen ve sağlığımıza faydalı tüm biyoaktifleri, bitkisel lifleri, jelleştirici ajanları, bitkisel proteinleri, çok kıymetli ve ilaç sanayinde kullanılan özel bileşenleri henüz ülke olarak üretmiyoruz. Bu daha konunun ilk basamağı. Sonrasında nanobiyoteknolojik uygulamalarla bunları bir üst seviyelere de taşımak söz konusu. Biyopestisitleri, sentetik antibiyotiklere eşdeğer güçte doğal biyoantibiyotikleri, biyostimülanları vb. bileşenleri de ülkemizde üretebilir hale ve sonrasında ihraç edebilir hale gelmemiz gerekiyor. Bu bilinci yaygın bir şekilde herkese aşılamamız gerekiyor.

Yani bu alanda özetle yapacağımız çok şey var. Bu konuda çok küçük bir yazı paylaşmak istiyorum sizinle.. Kardelenlerden, Alzheimer İlacı'na giden yolculuğu özetledim. Keyifle okumanız dileğiyle.

www.cankayacilar.com

Localvore