Yıl 1939... Jules Sénis Mir adında bir kişi İspanya’dan, Franco rejiminden kaçarak Lyon’a geliyor.

Kaosun ortasındaki huzuru, yaşamın kırılganlığını hatırlatıyor bu mikro cennet.

Yıl 1939... Jules Sénis Mir adında bir kişi İspanya’dan, Franco rejiminden kaçarak Lyon’a geliyor.

Geçen hafta fotoğrafını çektiğim aşağıdaki kitapçının adı: Le Bal des Ardents. “Ateşli Balo” anlamına geliyor. İsmin gerisinde şöyle enteresan bir hikaye var:

1300’lü yılların sonlarına denk düşen bir dönem…

Fransa Kralı VI. Charles, kraliyet sarayında sık sık büyük eğlenceler düzenliyor. Yine böyle büyük bir baloda hem kral hem de beş saray mensubu keten ve balmumu ile kaplı “vahşi adam” kostümü giyiyorlar.

Fakat, eğlence esnasında kralın kardeşi elindeki meşaleyle “vahşi adamlar”a çok fazla yaklaşınca kostümler alev alıyor ve -kral ile bir kişi hariç- dört kişi yanarak hayatını kaybediyor.

Bu, sadece trajik bir olay olmakla kalmıyor; gereksiz ihtişamın ve sorumsuzluğun gözler önüne serilmesine ve “Ateşli Balo”nun dönemin toplumsal ve siyasal yapısının bir simgesi haline gelmesine neden oluyor.

İşte, fotoğraftaki kitapçı da, bu olayın entelektüel anlamını bir metafor olarak benimseyerek, kendini ticari yayıncılık baskısından uzak tutan ve yazarlarla okurlar arasında köprü görevi üstlenen bir kültür merkezine dönüşüyor.

Sıra dışı kitapçının felsefesini şöyle özetleyebilirim…
Diyor ki: Kitaplar ve fikirler bir tür “yanıcı güce” sahiptir. Nasıl ki ateş hem bir yıkım hem bir dönüşüm sembolüyse, kitaplar ve fikirler de okuyucular üzerinde benzer bir dönüşüm etkisi yaratabilir.

*

Bugün, bir değişiklik yapayım ve fotoğraflar üstünden iki hikaye anlatayım istedim.

Yazının yorum bölümüne eklediğim diğer fotoğraflarda ise bir park göreceksiniz. O park sadece yaz aylarında ve birkaç gün ziyarete açık olan; Lyon şehrinin önemli kültürel miraslarından biri.

Dolayısıyla parkın kapalı olduğunu bilmeme rağmen şansıma güvendim ve gittiğimde sahiden de içeride parkın bakımını yapan çalışanlar vardı. Tam işlerini bitirmiş çıkıyorlardı ki...
“Ben bir hayli uzaktan geldim, sadece 5 dakika içeriyi görüp çıkabilir miyim?” diye ısrarcı olunca, beni kırmadılar ve böylelikle parkı 5 dakika boyunca tek başıma gezdim.

Yıl 1939... Jules Sénis Mir adında bir kişi İspanya’dan, Franco rejiminden kaçarak Lyon’a geliyor. Bir süre sonra kendisine konulan kanser teşhisi onun yaşamını yeniden şekillendirmesine; hem inançlarına hem de sanatsal arayışlarına daha fazla bağlanmasına neden oluyor.

Bir taş ustası mahareti ile 400 metrekarelik bahçeyi deniz kabukları, çakıl taşları, volkanik taşlar ile inşa ediyor. Geometrik düzende tasarladığı bahçede bir de meditasyon alanı var.

İnanılmaz ama gerçek…
Bu yaratıcılığı ile kendini iyileştiriyor. Bahçeye de tam o sırada vefat eden annesinin adını veriyor: Rosa Mir.

Parktaki her detay o kadar etkileyici ki.

Kaosun ortasındaki huzuru, yaşamın kırılganlığını hatırlatıyor bu mikro cennet.

Ve ben bu bahçeden hem büyük bir iç huzurla hem de nakış gibi işlenen taşlardan yaşamın zorluklarına direnmenin zaferini hissederek ayrılıyorum.
Zihnimde Albert Camus’nün dönüp duran şu sözüyle:

“Kışın ortasında, içimde yenilemez bir yaz olduğunu fark ettim.”
*


*Hafta arası da şu fotoğrafları paylaşmıştım:
https://lnkd.in/d7FMx_5m

Damla Ömür Tantekin

Advisor | Writer | Speaker