ÜÇ AYRI ZEMİN BİRBİRİNE KARIŞIYOR: HİKEMÎ İSLAM, TARİHSEL İSLAMLAR, SOSYOLOJİK İSLAMLAR...

İslam, havada asılı soyutlanmış bir topluma gelmedi. Tarihin çetin coğrafyalardan birine mahkum

ÜÇ AYRI ZEMİN BİRBİRİNE KARIŞIYOR: HİKEMÎ İSLAM, TARİHSEL İSLAMLAR, SOSYOLOJİK İSLAMLAR...

ÜÇ AYRI ZEMİN BİRBİRİNE KARIŞIYOR:
HİKEMÎ İSLAM, TARİHSEL İSLAMLAR, SOSYOLOJİK İSLAMLAR...

İslam, havada asılı soyutlanmış bir topluma gelmedi. Tarihin çetin coğrafyalardan birine mahkum Arap toplumuna geldi. Ekonomisi, iklimi, sosyal düzeni... itibarıyle hiç de gıpta edilecek bir toplum değildi Araplar o sırada.

Bir dil kullanıyorlardı ve o dil bir köleci toplumda kavramlarını kurmuştu.
...
Gelenekleri, güçlüye göreydi, kadın ikinci sınıftı, değeri yoktu... O kadar derinden gelen bir ayrımdı ki bu, Arab'ın dilinde bile eril, dişil ayrımı önemli bir kategoriydi... Kur’an ve Hz. Peygamber’in tebliğ yöntemi, dili, öncelikleri bu yapıdan bağımsız olamazdı. Bu cahil ve vahşi kitleye çok da nezaket ve zarafet diliyle konuşulamazdı.
Tehdit de vardı o dilde korkutma da…
Bazı vahim hallere ister istemez boyun eğme de vardı, köleliğe rıza gibi…
*
Buna mukabil, Tevhid kavramının eşsiz ilhamları, Hikmet’in kapılarını açan gücü o toplumda bile harikalar yarattı tabii… Ancak daha Hz. Peygamber’in irtihalleriyle beraber de eski alışkanlıklar ve saltanat hırsının en tepelerde kol gezmesine engel olunamadı. Sonra sonra nisbeten kalıcı bir düzen tesisine rağmen o günler çokca takdis edilmekle, dine dair düşünce üretenler bir sınırlandırılmış alandan çıkamadılar. “Asr-ı saadet”e dil uzatılamaz, “her biri gökteki yıldız” olan sahabelerin o vahşet devrindeki, akla hayale gelmez yanlış tutum ve davranışları analiz edilemezdi.
İnsan inanamıyor ama el’an da bu fiilî yasak devam ediyor. Bir kurgu üzerinden “istenen” yorumların hududlarının aşılmasına İslam toplumu hala hazır değil!
Yani İslam konuşulacağı zaman, gerçekçilik zemininde buluşmadan mesafe alamayız.
Bu sistem tarihte ortaya çıkmış, bir tarihî dil ile meramını anlatmıştır. Yoksa tefsirdeki, sebeb-i nüzul arayışlarındaki, ayetlerin ve surelerin tertibine dair ihtilaflar… bitmez miydi 1500 senedir?
Bu tutumun İslam toplumlarında reşid olmayı geciktirdiği bir vakıa tabii…
Rakip medeniyetlerin de aynı kaotik yaklaşımda devam etmesi eskiden sıkıntıyı yeterince görmeyi zorlaştırıyordu sanırım. Maalesef bugün, hem doğu hem batı gelenek ve dinî toplumlarında kendilerine dair bir hesaplaşma yapılmış, bir istikamet seçilmiş. Biz ise en ufak meselelerde bile, ciddî bir analiz ve teşhis yapmaktansa, yarayı örtmekten yanayız. Alttan alta o yaralı konular zamanla gangren oluyormuş!.. Ne gam?
İslam adıyla önümüzde duran birikimin tarihsel teşekkül şartları ve yer yer zaman içinde biçimlenmiş, eklemlenmiş unsurları teker teker görülmek istenmemiştir. Bu “dinî sistem”in zamanda dolaşırken içine girdiği sosyolojik yapılara göre biçimler kazandığını, bunun da son derece normal olduğunu görmek istememişizdir.
Bazen tarihsellikleriyle sosyolojik dönüşümleri ayıklanmadan bu 1500 senelik birikim ve adetleşmiş, çok zaman taşlaşmış, kalıplaşmış tutumların ardındaki “Tevhidî Hikmet”in artık “ümmet”e hiç dokunamadığını düşünmeden edemiyor insan.
Şu “Tarihsel İslamlar”la “Sosyolojik İslamlar”ın ağırlığından kurtulsaydı, bu Âlî Hikmet’in bize neler verebileceğini görmek istiyor gönül.
En alt seviyedeki zayıf karakterlere göre biçimlenmiş “Fıkıh İslamları”nın da adamakıllı imbiklenmesi gereği ayrı ve başlıbaşına bir mesele!
Hâlâ başörtüsü istismarına devam edildiğine bakıp ümitlerimiz yerle bir olsa da, gayretten, en azından meselelere kökten bakma çabasından vaz geçmemek lazım tabii…
*
Hayat akıp gidiyor. Asırlarca yaşamıyoruz.

Dr.Sait BAŞER