TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ KARŞITLIĞININ TEMELİ VE DAYANAĞI YOKTUR.

Biz Türkler İslam’ı hem tefekkür bağlamında en iyi anlayan ve yorumlayan....

TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ KARŞITLIĞININ TEMELİ VE DAYANAĞI YOKTUR.

TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ KARŞITLIĞININ TEMELİ VE DAYANAĞI YOKTUR.
Nurullah Çetin

Son zamanlarda İslam düşmanı bazı çevreler, özellikle Türkçü görünen ama aslında Türk olmayan, İsraillilerin Türkiye’deki sinsi akrabaları, bir proje dahilinde Türkçü, milliyetçi gençleri İslam’a düşman etmek için bayat bir konuyu gündeme getiriyorlar, “Türk-İslam sentezi” olmaz, yanlıştır diyorlar ve bu yapıyı eleştiriyorlar. Bu işi de ya İslam yerine Gök Tanrı dinini (Tengricilik) diriltmeye çalışarak ya da seküler milliyetçilik söylemleri üzerinden sergiliyorlar.

Türklüğün İslam’a ihtiyaç duymadığını, bu yaklaşımın Müslüman olmayan Türkleri dışladığını söylüyorlar. Aslında bu kampanya sahipleri de biliyor ki Türk-İslamcılar, Müslüman olmayan Türkleri dışlamak bir yana onları Türk milletinin evlatları olarak bağırlarına basmaktadırlar. Türk-İslam ülküsüne karşı olanların hedefleri, din farkı üzerinden Türkleri bölmek ve birbirine düşman etmektir. Biz Müslüman Türkler, Müslüman olsun olmasın bütün Türkleri bir millet halinde teşkilatlandırmak isteyen Turancılarız.

Türk-İslam düşüncesi, aslında hem İslam düşmanlığına dayalı çarpık bir Türklük düşüncesine ve hem de milliyet karşıtlığına dayalı çarpık İslamcılık anlayışına tepki olarak doğdu. Türk-İslam ülküsü, Türkçülük ve doğru İslamlığı bir araya getiren bir düşüncedir. Serge Hutin adlı bir Fransız Masonu Les Francs-Maçons adlı kitabının 127. sayfasında şunlardan bahseder: "Masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibileri masonluğa kaydederek onlar eliyle dini millî yapılara göre reforme ederek İslam’ı bozmaya, öte yandan Müslüman Kardeşler hareketi eliyle de İslam’da milliyetçilik yoktur fikrini yayarak milliyetsiz bir İslamcılık üretmeye çalışmışlar. Böylece İslamcı ve milliyetçi çatışmasını çıkarmaya çalıştılar.”(S. Ahmed Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 1, Burak yayınevi, 9. baskı, İst., S.7)

Türk-İslam ülküsü, esas itibariyle İslam medeniyetinin Türk millî ruhuna göre somutlaştırılmasını ve yaşanabilir hayata taşınmasını ifade eder. Türk-İslam ülküsü, İslam’ın eksiğini Türklükle, Türklüğün eksiğini İslam’la tamamlama anlayışı değildir. İslam din, Türklük milliyettir. İslam eksik, yarım bir din değildir, tam tersine tamamlanmış, en mükemmel ve tam bir dindir. Türk-İslam ülküsü, Türklerin icat ettiği ya da bozup dönüştürdüğü millî bir din değildir. Tam tersine evrensel nitelikli medeniyet kaynağı olan İslam’ın Türkler tarafından anlaşıldığı ve hissedildiği şekliyle somut kurumsal yapılara, değer ve sembollere dönüştürülmüş şeklidir.

Mesela İslam, İmam Maturidî tarafından en iyi ve en doğru şekilde anlaşılmış, Fuzulî, Bakî, Şeyh Galip gibi şairler tarafından en zarif şekilde hissedilmiş ve Ahmed Yesevî tarafından en ahlakî ve insanî düzeyde yaşanmıştır.

Biz Türkler İslam’ı hem tefekkür bağlamında en iyi anlayan ve yorumlayan, hem de sanat, edebiyat, estetik bağlamında en etkili, en çarpıcı ve en dokunaklı, en samimi bir zarafete dönüştüren milletiz. Biz tam ve mükemmel olan İslam’ı bozmadan, eksiltip fazlalaştırmadan, reforme etmeden; sadece kendi millî ruhumuza göre somutlaştırarak hayata yansıttık.

Mesela cami, mabed kavramı İslam medeniyetinin soyut bir umdesi iken, Mimar Sinan’ın yaptığı Süleymaniye Camii, bu umdenin Türk millî ruhuna göre sanata, mimariye, estetiğe büründürülmüş millî kültür unsurudur. Kur’an’ın belağat mucizesi ve edebî değeri, İslam medeniyetinin bir yapısı iken Divan edebiyatı bu medeniyetin Türk millî ruhuna göre kültüre dönüştürülmüş şeklidir. İslam’ın bütün sosyal, ticari, ahlaki değerleri, yardımlaşma, dayanışma, hak hukuk, adalet anlayışına kadar insanlar arası her türlü ilişkiyi düzenleyen ilke ve değerleri, en güzel şekilde Türk kültüründe somutlaştırılmıştır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Mesela insanın maddesi ve manasıyla, bedeni ve ruhuyla mükemmelliğini, güzelliğini ifade eden şu ayet, İslam medeniyetinin bir ilkesidir: ”Biz insanı en güzel şekilde yarattık.”(Tin, 4).

Bu ilkeyi Şeyh Galip adlı bir Türk şairi Türk dili ve ruhuyla şöyle bir beyitle millî kültüre dönüştürmüştür:
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”
(Ey insan, sen kendi varlığına hoşça, güzel bir şekilde bak. Sen dünyanın özüsün. Bütün evrenin, bütün varlıkların göz bebeği olan bir insansın sen.)

İşte bu ayet ve beytin bir araya gelerek oluşturduğu bütünlük, güzellik ve zarafet Türk-İslam ülküsü dediğimiz yapıyı oluşturuyor. Ayet İslam, beyit de Türk’tür. Ayet medeniyet, beyit de kültürdür.

Türk Milliyetçiliği Düşüncesinin Öncülerinin Hemen Hemen Hepsi Türk-İslam Ülkücüsü İdi:

Bunların bazılarının düşüncelerine yer verelim:
*Ziya Gökalp: Turancı düşüncenin babası, üstadı Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp, Türk-İslam sentezcisi idi. O, düşünce sistemini “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adıyla formülleştirdi. Bu adla kitap yazdı. “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, bilim ve teknolojide çağdaş medeniyete mensubum” dedi. Meselemizi temellendirmek için Ziya Gökalp’in Türk-İslam sentezini ifade eden cümlelerinden seçmeler aktarıyorum:
“Türkler lisanca Ural ve Altay şubesine mensup olmakla beraber kendilerini İslam milletlerinden addederler.”(TİM,12)

“Asrın fünun ve felsefesini, fenniyât ve usûliyyâtını millî ve dinî an’anelerimize izah ettiğimiz surette aşılar ve mezcedersek, muasır bir İslam-Türk medeniyeti hâsıl olacaktır. Ve işte halk ruhunun Kızılelma diye aradığı bu mevûd vatana vasıl olduğumuz zamandır ki hakiki manasıyla harsen hür ve medeniyeten müstakil olacağız.”(TİM, s.21)

“Biz Türkler, asrî medeniyetin akıl ve ilmi ile mücehhez olduğumuz halde bir Türk-İslam harsı ibda etmeye çalışmalıyız.”(TİM, s.27)

“Türkçülerin gayesi muasır bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin millet mefkuresi Türklükse, ümmet mefkuresi de İslamlıktır. Bence Türkçülerin ayrıca bir ümmet programları da olmalı.
Bu umdelerden anlaşılıyor ki Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler İslam ümmetçisi olmak suretiyle kendilerini İslam milliyetçilerinden ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerine milliyet duygusunu nefyeden böyle gayr-i tabii bir ittihadı bugün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlılar, ne Berberiler ve Fürsler kabul edebilirler. Türkler millî mefkurelerini kuvvetlendirmek için dindaş ve vatandaşları olan hiçbir kavme karşı millî kin telkinine yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedimlerin, Fraşerli Naimlerin bu hatalı yoluna gitmediler.(…)

Türklerin hepsi İslam olduğu için Türkçüler hiçbir zaman İslam ümmetçiliğine mugayir bir his beslemeyeceklerdir. Aynı zamanda Türkçüler muasırlaşmak zaruretini de anladıkları için gayr-i Müslim kavimler hakkında da bu medeniyet asrının icap ettiği ihtiramkâr vaziyeti muhafaza edeceklerdir.”(TİM, 34-35)

“Türkçüler, tamamiyle Türk ve Müslüman kalmak şartıyla Garp medeniyetine tam ve kati bir surette girmek isteyenlerdir. Fakat Garp medeniyetine girmeden evvel, millî harsımızı arayıp bularak millî harsımızı meydana çıkarmamız lazımdır.”(TE, s.42)
“Milletini tanı, ümmetini tanı, medeniyetini tanı.”(TE, s.48)

*Atatürk: “Fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” diyen Atatürk, eylem planında Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” formülünü bizzat kurduğu yeni ve millî Türk Devletinin üç ana sütunu olarak hayata geçirdi. Yani aslında Atatürk, eylem planında Türk-İslam ülküsünü kurumsallaştırarak hayata geçirmiştir. Bu bağlamda Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunu kurarak Türklüğü, Diyanet İşleri Başkanlığını kurarak da İslamlığı, Batı bilim, teknoloji ve diğer medeni değerleri alarak da muasırlığı kurum düzeyinde resmîleştirdi ve böylece Türk-İslam düşüncesini somut devlet kurumları haline getirdi. Ayrıca söylem planında onun şu sözlerine bakalım: “Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.” 1922 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 66-67)

“Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal yaşamında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da Okuldur. “1923 (Atatürk’ün S.D. 11, s. 90)

*Mehmet Emin Yurdakul: Türkçülüğün önde gelen fikir, siyaset ve edebiyat adamlarından ve Millî Edebiyat akımının öncülerinden biri olan Mehmet Emin bir şiirinde Türk-İslam ülküsünü “Türk’üm” ve “dinim” kavramları üzerinden şöyle ifade eder:

“Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur,”
“Yaradan’ın Kitab’ını kaldırtmam,
Osmancığın bayrağını aldırtmam.”
(Anadolu’dan Bir Ses Yahut Cenge Giderken)
Burada ayrıca “Yaradan’ın Kitabı” yani Kur’an İslam’ın, “Osmancığın bayrağı” da Türklüğün sembolü olarak alınmış ve şair, Türkçülerin iki temel değerinin Türklük ve Müslümanlık olduğunu vurgulu bir şekilde ifade etmiştir.

*Fuat Köprülü: Büyük edebiyat tarihçisi ve Demokrat Parti kurucu ve bakanlarından olan Fuat Köprülü de Türk-İslam ülküsünü ifade eden şu cümlelere yer vermişti:

“Osmanlı hududu haricinde bize revâbıt-ı diniyye ve lisaniye (dil yani Türkçe ve din yani İslam bağı) ile manen merbut (bağlı) olan milyonlarca kardeşimiz millî bir vicdan kazanacak, medeniyet ve insaniyet yolunda ilerlemiş olacaktır.” (“Türklük, İslamlık, Osmanlılık, Türk Yurdu, S.21, s.694-495, 1329)

Burada Osmanlı sınırları dışında yaşayan ve kardeşlerimiz olan Türklerle bizim ortak iki temel değerimizin “din bağı” ve “dil bağı” olduğunu belirtir. Din bağı dediği İslam’dır, dil bağı dediği de Türkçedir yani Türklüğün sembolüdür. Yoksa dinden kastı Gök Tanrı dini değildir. Demek ki Turancılık ve Türkçülük düşüncesi, İslam’sız bir Türkçülük olarak tasavvur edilmemiştir.

*Ömer Seyfettin: Türk hikâyeciliğinin öncüsü ve ayrıca Türk milliyetçiliğinin de fikir başçılarından olan Ömer Seyfettin’in dediklerine bakalım:

“Nihayet Türk milliyetperverliği şu noktalarda takarrür eder (yerleşir) gibi oldu: Türk ataları milliyeti ‘dili dilime, dini dinime uyan’ diye tarif etmişler. İlim karşısında hiçbir ehemmiyeti olmayan eski ırk nazariyesine (kuramına) saplanmayarak ana lisanı Türkçe, dini İslam olan bütün fertleri Türk addetmek (saymak)” (20 Eylül 1919, Kalamış, İnci dergisi, 1919, S.11)
“Anadolu’yu, Azerbaycan’ı, Kafkasya’yı, Türkistan’ı, Buhara’yı dolduran fertlerin “dini bir, dili bir” kardeş olduklarını İstanbullular anlamıyorlar.” (“Memlekete Mektup” hikâyesi, Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri, Hikâyeler 3, Dergâh Yayınları, hzl. Hülya Argunşah, İst 2007, s.228)

“Yörük Hocanın dolabında elli altmış kadar pembe kaplı, sarı kâğıtlı kitap vardı. Köylülere yalnız camide mevlit okumaz, bazı geceler evinde toplananlara bu kitapları da dinletirdi. Arkasındaki iki perdesiz küçük pencerenin ortasında uzun bir saz asılıydı. Bu saz Yörük hocanın gençlik yâdigarıydı. Âşık Garib’in, Âşık Kerem’in, Köroğlu’nun koşmalarını bunda çalar, Sivastopol, Ey Gaziler havalarını tekrarlarken kendisiyle beraber bunu dinleyenleri ağlatırdı.” (“Yalnız Efe” hikâyesi, Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri, Hikâyeler 3, Dergâh Yayınları, hzl. Hülya Argunşah, İst 2007, s.292)

*Yusuf Akçura: Türkçü düşüncenin bir başka öncüsü olan Yusuf Akçura da üç tarz-ı siyasetten yani İslam birliği, Türk birliği ve Osmanlı milliyeti gibi üç yoldan hangisinin faydalı ve uygulanabilir olduğuna dair şöyle der: “Ben Osmanlı ve Müslüman bir Türküm. Bundan dolayı Osmanlı Devleti, İslamiyet ve bütün Türkler menfaatine hizmet etmek istiyorum.” (15 Mart 1904, Türk Gazetesi, Kahire, 14 Nisan-5 Mayıs 1904)
Yani o da Türk-İslam ülküsünden söz eder. İslam’ı bırakın da Tengrici olun falan demez.

*Arif Nihat Asya: Arif Nihat Asya, öldüğünde Konya’ya gömülmeyi isteyecek kadar Müslüman, cenazesinde mehter marşları çalınmasını isteyecek kadar da Türk’tür. O, Müslümanlıkla Türklüğü birbirinin karşıtı olarak görmez. Ona göre Türk’ün kimliğinin iki önemli unsuru Müslümanlık ve Türklüktür. Türk olmak, Müslüman olmaya; Müslüman olmak da Türk olmaya engel değildir. O, Müslüman Türk kimliğini, Türk-İslam sentezini samimi olarak benimsemiş duyarlı bir Türk aydınıdır. Bu konuda şöyle der:

“Türk-İslam sentezinde buluşanlar, İslam’da katiyen bir noksanlık bulmuyorlar. Aksine İslam’la şereflendiklerini, yüceldiklerini, bu yüce dini de hep yücelere taşıyacaklarını, yaşatacaklarını iddia ediyorlar. Benim milletim kadar İslam için cihat yapan, benim milletim kadar İslam’ı güzel tebliğ eden ve güzel yaşayan kaç millet var acaba?

Biz Hristiyan dünyasının en mukaddes merkezlerinden biri olan Anadolu’yu fethedince (1071) üzerimize tam sekiz Haçlı Seferi düzenlendi. 1095 yılından 1270 yılına kadar süren bu 175 yıllık ölüm kalım savaşlarında Haçlılar bazen yüz bin, bazen beşyüz bin kişilik ordularla bize saldırıp durdular. Onların karşısına hep biz dikildik. Bazen son erimize kadar çarpışarak şehit düştük. Biz eğer o Haçlı Seferlerine karşı da Türk-İslâm inancıyla göğüs germeseydik Orta Doğu’da Arap kavmi de kalmayacaktı. Yani Arap kavmini de Haçlı seferlerine karşı koruyan biziz.

Biz İslamiyet’i Araplardan aldık doğru. Ama Allah İslamiyet’i sadece Araplar için indirmedi. İslamiyet, bütün insanlık içindir. Elhamdülillah ben de bütün gönlümle Müslümanım. Ama Arap Müslümanı değilim, Türk Müslümanıyım. Türklüğün inkârı İslamiyet’e hiçbir şey kazandırmaz.” (Yavuz Bülent Bakiler, Arif Nihat Asya İhtişamı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 2008, s.348-349)

*Seyyid Ahmed Arvasi: “Türk-İslam sentezi” yerine “Türk-İslam ülküsü” kavramını öne çıkaran bir başka Türk milliyetçisi düşünür ve yazar olan Arvasi şöyle der:

“Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, “sentez”, “tez” ile “anti-tez” arasında söz konusu olacağına göre yıllardan beri kullandığımız “Türk-İslam sentezi” yerine “Türk-İslam ülküsü” sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını Türk-İslam Ülküsü olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.” (Türk-İslam Ülküsü 1, s.8)

“Türk-İslam ülküsü Türk milletini İslam’la, İslam dinini de Türk milleti ile güçlendirmek ve yüceltmektir.” (Türk-İslam Ülküsü I, Bilgeoğuz Yayınları, 2017, s.61)

“Nihayet Türk, İslamiyet ile o derece kaynaştı ki Avrupalı İslamiyet’e “Türk’ün dini” demeye başladı. Daha sonra İmparatorluğumuzu yıkmak isteyenler bu sefer yüce dinimize “Arab’ın dini” diyerek güya millî hislerimizi rencide ederek bizi yüce dinimizden soğutmak istemişlerdi. Oysa yüce peygamberimiz bu ilahi dini Arap bedevilerine kabul ettirmek için ne kadar zahmet çekmişlerdi. Hiç şüphesiz İslamiyet şu veya bu kavmin dini değildir. O bütün insanlığın haysiyetini kurtarmak için Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği âlemşümul ve ilahî bir dindir. Her ırk, kavim ve her fert karakterini ve şahsiyetini kaybetmeksizin bu dine girebilir.”(Türk-İslam Ülküsü 1, s.82)

*Nihal Atsız: Nihal Atsız Türk-İslam ülkücüsü değildi ama Tengriciliği de önermedi. Türkçü başçılar arasında İslam’a en soğuk bakan ve mesafeli duran, Hz. Muhammed ve Kur’an hakkında bazı yanlış değerlendirmeleri olan Nihal Atsız bile Türk gençliğine “İslam’ı bırakın, Tengricilik dinine girin” demedi. Hiçbir yazı ve konuşmasında bu yönde bir telkini yoktur.

Türk-İslam ülkücüsü olmayan ve İslam’a uzak duran Nihal Atsız, mensubu olduğu milletinin çok çok büyük çoğunluğunun dini İslam olduğu için İslam’a saygılı olmuştur. Bugün bazı Türkçü görünen ama aslında Yahudi olan bazı kişiler, Türk-İslam Sentezi karşıtlığı ve seküler milliyetçilik söylemleri ile Nihal Atsız taraftarı Türkçü gençleri İslam’dan uzaklaştırıp onları ya Tengrici ya da dinsiz yapmaya çalışıyorlar. Türk gençleri bunlar karşısında uyanık olsunlar, yüz vermesinler. Nitekim Nihal Atsız’ın İslam’ın Türk milletinin temel değerlerinden biri olduğunu ifade eden yazı ve konuşmaları da olmuştur. Mesela şöyle der:

”Milleti yapan unsurlardan birisi de din olduğuna göre Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki Türklerin dini Müslümanlıktır. Eski dinimiz olan Şamanlık’tan da bazı unsurlar alarak bir Türk Müslümanlığı haline gelen bu din, on asırdan beri bizim millî dinimiz olmuştur.(…) Öyle gözüküyor ki bir Türk birliği gerçekleştiği takdirde bütün bu Şamanî ve Hristiyan Türkler Müslüman olacaklardır. Onun için şimdiden onları zorlamaya bir mecburiyet yoktur.” (Orkun dergisi, 18 Ocak 1952, S.68)

“Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir.” (Ötüken dergisi, 7 Mart 1964, S.109)
“Müslümanlık başka din erbabına zulmü terviç etmezse de ‘Hak din İslamiyet’tir’ düsturu ile bu meseleyi kesin şekilde çözüp atar.” (Ötüken dergisi, 1969, S.64)

“Türkler, 11. yüzyılın ortasından Kurtuluş Savaşının sonuna kadar da tek başlarına İslam dünyasının önderi ve savunucusu olmuşlardır.” (Ötüken dergisi, 17 Nisan 1964, S.4)

”Tanrı inancı ve dolayısıyla din, fert olarak da millet olarak da vazgeçilmez manevî ve ahlakî büyük bir dayanaktır. Bu sebeple, bugünkü Türk dünyasının dayandığı iki esaslı temelden birisini teşkil eden İslam dininin, millî varlığımızın ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyoruz.” (Orkun dergisi, Şubat 1962, S.1)
Nihal Atsız, İslam düşmanlarının Müslümanları gerici olarak yaftalamasına da şiddetle tepki koyar ve şöyle der: ”Gelenek, mazi, din lüzumludur mu dedin? Gericiliği yapıştıracaktır.” (Ötüken dergisi, 14 Kasım 1964, S.11)

Nihal Atsız’ın İslam düşmanlarına karşı tepkisi, bugünün en radikal İslamcısında bile bulunmaz. Mesela Eflatun Cem Güney adlı bir İslam düşmanının Müslüman Türk çocuklarının Allah inancını yok etmek için yazdığı, Allah kavramıyla alay eden Nar Tanesi adlı kitabını sert biçimde eleştirir ve şöyle der:

“Ey bu topraklar için Allah Allah! diye bağırarak can verenlerin soyundan gelenler! Ey dokuz asırdır Allah uğrunda gaza edenlerin nesilleri!... Körpe beyinleri yeni yeni uyanan yavrularımıza, bu kızıl düzenler ve dolanlarla, Tanrının ne yolda tahayyül (hayal) ettirildiğini görüyorsunuz. Aldanmayın. Maksat Türk cemiyetinin temel dayanaklarından biri olan Allah fikrini yıkmaktır. Allah düşüncesi, yurt ve millet sevgi, ahlak duygusu ve aile bağları yıkıldıktan sonra geriye ne kalır? Her yabancı istilayı kabule hazır, hayvanlaşmış bir yığın.”(Altın Işık, 15 Mart 1947, S.3)

Atatürk Müslümandı ve İslam’a hem saygılıydı, hem de hizmet etti. Ama kendilerine Kemalist denen, bana göre çok çok azlık teşkil eden bazı İslam düşmanları, Müslümanlara karşı çok katı davrandılar. Bugün Kemalistlerin çok büyük bir kitlesi İslam’a saygılıdır, bunu da belirtelim ki bütün Kemalistleri İslam düşmanı olmakla suçladığımız zannedilmesin.

Nihal Atsız, işte o azlık grubu İslam konusundaki saldırılarından dolayı eleştirir ve şöyle der: ”Nerde o mukaddesata (kutsal değerlere) saldıran Kemalist inkılâpları? Milletin dinine tahakküm artık sökmüyor, değil mi?” (Orkun dergisi, 1951, S.21)
Yine Atsız, kendi döneminde Türk’ün millî ve dinî değerleriyle alay edenlere de şiddetli bir tepki koyar ve şöyle der:

”Bayrakla alay edemezsin. Millî tarihle eğlenemezsin. Kur’an’ı mizah konusu yapamazsın. Aile namusunu hiçe sayamazsın. Bunlar millî mukaddesattandır (kutsallarımızdandır). Millî mukaddesatı olmayan millet, millet değil hayvan sürüsüdür.” (Ötüken dergisi, Nisan 1968, S.52)

Atsız, Komünist bir tarih öğretmenini şöyle eleştirir: ”Sinsi sinsi dinle de alay ederek manevi bağlardan birini daha baltalamaya çalışır.” (Ötüken dergisi, 12 Ekim 1965, S.22)

*Ülkücüler ve MHP, Türk-İslam Ülkücüsüdür:
Alparslan Türkeş, 8-9 Şubat 1969 tarihlerinde CKMP’nin Adana Kongresinde yaptığı konuşmada şöyle demişti: “İçimizde Tanrı Dağı’ndan taşıdığımız Ergenekon seddini eriten ateş, gönlümüzde, zihnimizde Hira Dağı’ndan doğan güneşin ışığı var. Biz Müslüman Türk’ün öz nizamını, millî nizamı temsil eden millî hareketiz.”

1973 yılında Ülkü Ocakları Derneği, ülkücü olma kıstası olarak şu tanımlara yer verdi: “Ülkücü, Türk soy ve şuuruna sahip olan insandır. Irkçı değildir, Türklüğü ve milletiyle övünen kişidir. Ülkücü aynı zamanda İslam’ı da bilen, dinini yaymaya ve yaşatmaya çalışan bir insandır.” (Hakan Akpınar, Kurtların Kardeşliği CKMP’den MHP’ye Ülkücü Hareketin Kısa Tarihi, İstanbul, Kamer Yayınları, 2016, s.104)

MHP Hilali, Ülkü Ocakları da bozkurdu sembol yaparak Türk-İslam sentezini sembolik düzeyde sergilemiştir.

İYİ Parti ise genel başkanları Meral Akşener'in ağzından "biz Ernest Renan milliyetçisiyiz" diye, "Türk milliyetçiliği" de olmayan, İslam ve Türk düşmanı Fransız Ernest Renan kaynaklı başka türlü, yabancı bir milliyetçilik anlayışını ortaya atmıştır.

*Türk-İslam Ülküsünü Benimseyen Bazı Eserlere Şu Örnekleri Verelim:
*Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Türk-İslam Felsefesi, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1984
*Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk-İslam Sentezi, İstanbul 1985. Kafesoğlu “Türk-İslam sentezi” ifadesini 1972’de bir konferansta kullandı.
*Prof. Dr. Süleyman Yalçın, “Türk-İslam Sentezi”, Tercüman gazetesi, 5 Şubat 1987
*Prof. Dr. Ercüment Kuran, Türk-İslam Kültürüne Dair, Ocak Yayınları, Ankara 2000
*Dr. Cengiz Aldemir, Türk-İslam Aydınlanması, Ankara 2014