SÖYLEYEN VE SÖYLENEN DEĞİL YAPAN OLMAK

Mustafa Kemal Paşa, 17/18 Ağustos gecesi çok gizlice Ankara'dan ayrılarak otomobille Konya'ya gitti.

SÖYLEYEN VE SÖYLENEN DEĞİL YAPAN OLMAK

30 Ağustos Zafer Bayramı sebebiyle Büyük Taarruz’un başlamasından önce Atatürk’ün uyguladığı stratejiyi yeniden hatırladık.

Önce Büyük Taarruz öncesi şartlara bir bakalım:

Sakarya Muharebesinde asker sayımız, subaylar dahil, yaklaşık 102 bin idi. Oysaki Yunan asker sayısı 124 bin kadardı.

26 Ağustos 1922’de Türk Ordusu yaklaşık 208 bine çıkarılabildi. Fakat Yunan Ordusu 225 bin kişi kadardı.

Bir taarruz için ordunuzun karşı taraftan sayısal olarak daha üstün olması gerekir. Ama asker sayısı olarak üstünlük sağlanamadığı gibi, Yunanlar makineli tüfek, top, uçak, kamyon sayısı açısından da üstündü.

16 Ağustos 1922’de taarruzun başlatılması planlandı. Taarruz emrini alan İsmet Paşa “Sandıklı’daki cephane ve erzak deposu tamamlanmadı… Havan topu ve sahra obüsleri gelmedi… Mermi stokumuz yetersiz… Askerin çarığı eksik… En az 500 kamyona ihtiyaç var…” dediği için Fransa ve İtalya’dan satın alınan son parti toplar, makineli tüfekler ve kamyonlar 25 Ağustos’a cepheye yetiştirildi.

Mustafa Kemal Paşa, “Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak saldırı, hiç saldırı yapmamaktan çok daha kotudur” diyordu.

Bizim üstün olduğumuz taraf komuta kademesinin müthiş tecrübesi ve askerimizi motive eden gücün anavatanımızı kurtarmak duygusu olmasıydı.

Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Fahrettin Altay vd komutanlar Çanakkale Savaşında, Trablusgarp, Balkanlar ve Dünya Savaşının diğer cephelerinde müthiş tecrübeler yaşamışlardı.

****************************************

GİZLİ HAZIRLIKLAR

Bütün somut veriler dikkate alınarak “Taarruz” için büyük bir gizlilik içinde hazırlık yapılıyordu. Düşmanın taarruz yapacağımızı bilmesi istenmiyordu.

Öncelikle siyasi bir hamle yapılıyor. E. Orgeneral Suat Aktulga’nın ifadesiyle, “Mustafa Kemal Paşa, Avrupa devletlerinin, Türklerin bir taarruz yapacak güç ve kuvvette olmadıkları kanaatine varmalarını sağlamak için bu devletler nezdinde barış taarruzuna girişmiştir. Fethi Okyar’ı evvela İtalya’ya, sonra Paris’e ve daha sonra da Londra’ya göndererek bu devletler nezdinde yardımlarda bulunmaları isteğinde bulunmuştur.”

Fethi Okyar Mustafa Kemal Paşa’nın bu görevi verirken kendisine şu sözleri söylediğini ifade ediyor: “Gayem şu: Millî Misak üzerinden bir sulhun, bugünkü şartlar içinde mümkün olup olmadığını memlekete ve cihana ispat etmek… Ancak muhataplarımız Sevr’e benzer şartları zorlayacaktır. Hasretini çektiğimiz sulh ve huzur ancak Yunan ordusunun mahvolmasıyla mümkün. Eylül ayının ortasına kadar bilhassa bir İngiliz müdahalesinden emin olmam şart. Onları oyalamanı istiyorum.” (Üç Devirde Bir Adam: Fethi Okyar -yayına hazırlayan Cemal Kutay)

Mustafa Kemal Paşa bu görevlendirmenin maksadını İsmet Paşa dahil yakın çevresinden bile gizlemiştir.

Alınan kararla “düşmanı yanlış düşüncelere götürmeyi hedef tutan bilgiler verilecek, Devlet Reisi, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve Başvekil taraflarından ara ile çay ziyafetleri verilecek, bunlar gazetelerle ilân edilecekti.”

28 Temmuz'da Akşehir’de ordu takımları arasında düzenlenen futbol maçını seyretme bahanesiyle görevli komutanlar Akşehir’de buluşup taarruz planı üzerinde görüştüler.

Mustafa Kemal Paşa, 17/18 Ağustos gecesi çok gizlice Ankara'dan ayrılarak otomobille Konya'ya gitti. Ankara'dan ayrıldığını birkaç kişiden başka hiç kimse bilmiyordu. 21 Ağustos 1922 tarihli gazetelerde Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya’da bir “çay partisi” düzenlediği şeklinde bir haber çıktı. Oysaki Mustafa Kemal Paşa, 20 Ağustos’ta Akşehir’de Batı Cephesi karargâhında idi.

30 Ağustos 1922'deki bu savaşı, bizzat Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa yönettiği için, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa bu savaşa “Başkumandan Muharebesi” adını verdi.

****************************************

ATATÜRK’ÜN SİYASET DİLİ

30 Ağustos Zaferinin sadece Türkiye’de değil, dünya siyasetinde önemli etkileri oldu.

Bu kadar önemli sonuçları olan zaferin mimarı şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk idi. Ancak O zaferin sahibi olarak Türk Milletini gösterdi.

“Büyük zafer münhasıran senin eserindir” dedi.

Mustafa Kemal Paşa bu zafer öncesi “düşman” devletlere yapacakları üzerinden tehdit, zaferden sonra aşağılayıcı bir hitapta bulunmadı. Hatay’ın kurtarılması gibi bazı meseleleri de zaman bıraktı. Yeri ve zamanı geldiğinde gerekeni yaptı.

“İcra eden, tatbik eden, karar verenden daima daha kuvvetlidir” dedi.

Mustafa Kemal söylemedi, söylenmedi, karar verdi ve gerekeni yaptı. İç siyasetteki rakiplerine, dış politikada düşmanlarımıza, İngiltere’ye, hatta esir alınan Yunan General Trikupis’e bile siyasi bir nezaketle ve saygılı bir dille hitap etti. Hiç kimseye “eyyt!” demedi. “Dış güçlerden” yakınmadı.

Taha Akyol’un tespitine göre, “Millî Mücadele döneminde Mustafa Kemal’in İngiltere ve Fransa’dan “düşman” diye bahseden bir açıklaması yoktur.” Sadece bir gizli oturumda “en alçak düşman olan İngiliz” tabirini kullanmıştır.

Düşmanlarımızı azaltmak, müttefiklerimizi çoğaltmak için çalıştı ve başardı.

Bu politik tavrın olumlu sonuçlarını barış döneminde gördük. Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) eski düşmanlarımızın daveti ve oylarıyla üye olduk. Ekonomik açıdan Cumhuriyet tarihimizin en yüksek büyümesini yaşadık.

Atatürk dış politikayı ve bu alandaki başarılarını iç siyaset malzemesi yapmadı. Milli çıkarların üstünde şahsi emelleri olmadı.

****************************************

ERDOĞAN DA NUTUK’U OKUMALI

Cumhurbaşkanı Erdoğan Merhum Turgut Özal’a nazaran Millî Görüş çizgisinin fanatik kanadından geliyor. Bu kesimin Atatürk hakkında olumsuz önyargıları olduğu malum.

Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra Nutuk’u okumuş. Ve Atatürk hakkındaki eski önyargılarından kurtularak yakınlarına “Atatürk ne büyük adammış” dermiş.

Parlamenter Sistem içindeki bir Cumhurbaşkanı kadar boş vakti olsaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Nutuk’u okuma fırsatı doğabilirdi. Okusaydı, Onun da görüşlerinin değişip gelişeceğinden eminim.

Belki de okumaya başladı. Çünkü bazı olumlu değişimler görüyoruz: Anıtkabir’de saygı duruşuna “sap gibi dikilmek” demiyor, 10 Kasımlarda ve milli bayramlarda yurtdışı geziler veya hastalık bahaneleri gündeme gelmiyor, “Aziz Atatürk” diyebiliyor.

31.08.2020

Ruhittin Sönmez