Sahtekâr Sendromu.

Sahtekâr Sendromu psikolojik bir bozukluk değil;

Sahtekâr Sendromu.
İş hayatında, özellikle yeni bir kariyer başlangıcındaki çoğu kişinin yaşadığı bir histen bahsedeceğim. Hatta bu hissin çarpıcı bir adı da var: Sahtekâr Sendromu.

Bu sendroma sahip olanlar, işlerinde başkalarının düşündüğü kadar yetkin ve uzman olmadıklarını veya başarılarının tesadüfen ya da şans eseri gerçekleştiğini düşünüyorlar. Dolayısıyla da kendilerini sahtekâr gibi görüyor ve bir gün bütün “gerçeklerin” ortaya çıkacağından endişe duyuyorlar.

Biri bir gün çıkıp…

“Pardon bakar mısınız? Bir yanlışlık olmuş sanki…” diyecekmiş gibi.

*

Bu sendromu orijinal ismiyle yani “Impostor Syndrome” olarak da duymuş olabilirsiniz. Impostor, İngilizcede “hilekâr, sahtekâr” anlamına geliyor. Sendromu ilk kez 1970'lerde iki psikolog ortaya koymuş.

Çoğumuz gibi ben de, daha önceden konuyu genel hatlarıyla biliyordum. Fakat biraz daha araştırma yaptığımda bana ilginç gelen noktalar oldu…

İş hayatında, akademik hayatta hatta romantik ilişkilerde bile yaşanabiliyor bu his. Sendrom her ne kadar iki cinsiyeti etkilese de, bundan muzdarip kişilerin azımsanmayacak bölümünü başarılı iş kadınları oluşturuyor.

Bir diğer düşündürücü nokta da, önlerine imkânlarla dolu bir hayat sunmak için çabaladığımız çocuklarımız açısından. Bu şekilde yetiştirilen çocukların da yetişkinliklerinde bu sendroma yakalanma olasılıkları fazla oluyor (imiş).

Buna bir örnek olarak gösterilen Yazar Kafka’nın, 30'lu yaşlarının sonundayken babasına yazdığı 47 sayfalık bir mektubu okumuştum. Kafka, babasının maddi imkanları sayesinde imtiyazlı bir gençlik geçirmiş. Fakat bundan da bir o kadar suçluluk duymuş. Hatta mektubunda yazdığı bir ifadeyi alırsak; kendini “okul hayatında hep dolandırıcılık yapmış bir bankacı” gibi hissetmiş.

Yaşadığı bu duygunun da esasen yazara olumlu bir katkısı olmuş; başarılarını hiçbir zaman sahiplenemediği için hep daha fazlası için çalışmış.

Albert Einstein’ın da buna benzer bir hikayesi var. Einstein’in ölümünden önce bir arkadaşına “Çalışmalarıma gösterilen abartılı saygı beni çok rahatsız ediyor. Kendimi, istemeden sahtekârlık yapan biri gibi hissediyorum” dediği rivayet ediliyor.

*

Sahtekâr Sendromu psikolojik bir bozukluk değil; çoğumuzun taşıdığı fakat adını koyamadığı bir his. Bu hisse de genellikle tetikte bekleyen bir yetersizlik duygusu ve çoğunlukla “mükemmeliyetçilik” eşlik ediyor.

İyi haber şu…

Tıpkı Kafka örneğinde olduğu gibi, bu bize “gelişim odaklı zihin”in yani “growth mindset”in yolunu açıyor. Gelişim odaklı zihin, azimle zorlukların üstüne gitmek, denemekten yılmamak ve mücadeleye hep devam etmek demek.

Hissin varlığını kabullenmek ilk adım, başarıyı sahiplenmek ikinci adım, kendini başkalarıyla kıyaslamadan elinden gelenin en iyisini yapmak da nihaî adım.

Nitekim, Henry Eyring’in dediği gibi “Eğer doğru yoldaysak o yol hep yokuş yukarı olacaktır” zaten değil mi?


(Bu pazar günü için yukarıdaki yazıyı hazırladığımda Amasra'daki elim kaza henüz meydana gelmemişti.
Çok üzgünüm.
Başımız sağ olsun

Damla Ömür Tantekin

Founder of D Strategy | Advisor |

Bu resim için alternatif metin açıklaması yok