PROF. DR. NURULLAH ÇETİN İLE MANKURTLUK, ORYANTALİZM VE YABANCILAŞMA ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

Eskilerin güzel bir sözü var. “Ulema (alimler) bozulunca din, ümera (yöneticiler) bozulunca devlet, fukara bozulunca ahlak elden gider.”

PROF. DR. NURULLAH ÇETİN İLE MANKURTLUK, ORYANTALİZM VE YABANCILAŞMA ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ
Necdet Cura: Türk milleti tarihi boyunca çeşitli coğrafyalarda sayısız devlet kurdular. Çok ciddi ve kıymetli ilim yolunda, hakikat peşinde koşan insanlar yetiştirdiler. Ne oldu da geri kalmaya başladılar?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Öncelikle “geri kalma” kavramına açıklık getirelim. Hangi anlamda geri kalma? Geri kalmayı üç boyutta ele alalım: 1.Siyasi ve idari yapıda, 2. Bilim ve teknikte, 3.Kültür ve medeniyette.
1.Siyasi, İdari Yapıda: Türk milleti tarih boyunca değişik coğrafyalarda birçok devlet kurdu ve birçok devleti yıkıldı. Devletlerinin yıkılmasının siyasi ve idarî sebebi, devlet yönetiminin milliyet bilincinden yoksun, siyasetname bilmeyen ehliyetsiz ve liyakatsız yöneticilerin eline geçmesidir. Bilge ve bilgin, milliyetçi, ehliyetli, dirayetli, liyakatlı yöneticiler iş başında olduğunda Türk devletleri hep yükselmiş, ilerlemiş, genişlemiş ve müreffeh bir konuma gelmiştir.
Ehliyetsiz, liyakatsız, anlayışsız, bilgisiz, ahlaksız, erdemsiz, millet mistiği olmayan, salt kişisel heva ve heveslerine göre hareket eden yöneticilerin eline geçince de Türk devletleri gerilemiş ve yıkılmıştır. Nitekim bu meselenin farkına varan Selçuklu Sultanı Sencer, Harzemşahlara esir düştüğünde ona büyük devletinin nasıl dağıldığını sorarlar. O da şöyle der: “Büyük işleri küçük adamlara, küçük işleri de büyük adamlara verdiğim için yıkıldı. Çünkü küçük adamlar büyük işleri yapamadılar, büyük adamlar da küçük işleri yapmaya tenezzül etmediler.”
Eskilerin güzel bir sözü var. “Ulema (alimler) bozulunca din, ümera (yöneticiler) bozulunca devlet, fukara bozulunca ahlak elden gider.”
Bilge Kağan atamız, 735 yılında, Orhun Kitabelerinde Türk devletinin ve milletinin nasıl bölündüğü; hatta yıkıldığı ile ilgili olarak şöyle der: "Türk beyleri Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutup, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl, işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli Kağan'a kadar ordu sevk edivermiş. Batıda Demir Kapı'ya kadar ordu sevk edivermiş. Çin kağanına ilini, töresini alıvermiş." Türk adının birçok anlamı vardır. Bu anlamlar aslında aynı zamanda Türk milletinin devlet ve millet anlayışını, felsefesini içeren kapsayıcı bir kavramdır.
Türk devlet ve millet birlik ve bütünlüğünü en kapsamlı ve kuşatıcı şekilde "Türk" adı ortaya koyar. Türk beyleri ve tabii milleti, Türk adını bırakmakla aslında aynı zamanda Türk devlet ve millet bütünlüğünden de vazgeçmiş oluyorlar. Dışarıdan emperyalistler ve içerden işbirlikçileri, Türklere Türk adını unutturur, hatta Türk adlarına düşman ederlerse kolayca esir alabilirler, kolayca sömürgeleştirebilirler, kolayca devletlerini ve milletlerini bölüp yıkabilirler.
Bu proje, Göktürkler zamanında da vardı, bugün de. Türk adının anlamları: 1. Derleyen, toplayan, 2. Töreli, 3.Kanun ve nizam sahibi, 4. Güçlü, kuvvetli, 5. Türeyen, artan, çoğalan. Buna göre Türk devleti, bütün Türk milletini millî birlik ve bütünlük içinde tutmazsa, Türk töresini korumazsa, kanun ve nizamı hâkim kılmazsa, ekonomiyi ve orduyu güçlendirmezse, Türk nüfusunu çoğaltmazsa devlet de yıkılır, millet de dağılır.
2.Bilim ve Teknikte: Önce şu ayete bakalım:“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!"(Zümer, 9). Bu ayeti her alana uygulayabileceğimiz gibi devlet kurumu için de uygulayabiliriz. Buna göre bilen devlet ilerler ve ayakta kalır, bilmeyen devlet yıkılır gider. Devletler, milletler dönemlerinin, zamanlarının gereği olan bilgi ile donanmış ve gereğini yapmışlarsa vardırlar, yoksa yoktur.
Bilim ve teknolojide ileri olan devletler ilerler, geri olanlar da ya sürünür ya da yıkılır. Herşeyin temeli bilimdir. Türk Devletleri de kendi dönemlerinin bilim ve teknoloji seviyelerine uygun bir konumda olduklarında ilerlediler, bu alanda geri kaldıklarında da yıkıldılar. Mesela Osmanlı Devleti 400 yıl boyunca matbaadan, bilim ve teknolojiden uzak kaldığı için geri kaldı ve sonunda yıkıldı.
3.Kültür ve Medeniyette: Kültürün kaynağı milliyet, medeniyetin kaynağı ise dindir. Türk milleti millî bilinç sahibi olduğu zaman ve gerçek dine bağlı kaldığında ilerlemiş, gelişmiş ve imrenilesi bir millet ve devlet yapısı kazanmıştı. Ancak milliyet şuurunu kaybedince ve inandığı dinlerde asıldan uzaklaşıp uyduruk dinlere bağlanınca gerilemiş; hatta yıkılmıştır.
Millî bilinç, milleti sevme ve onun için faydalı işler yapma heyecanı verir. Milletini ve devletini seven insan aşkla şevkle çalışır, mensup olmaktan büyük gurur duyduğu milletine olan sevgisinden dolayı çok çalışır, üretir, adalete, hakka, hukuka riayet eder, saygı sevgi ölçüleri içinde hareket eder. Bu durumda da Türk devleti ilerler.
Ancak milliyetçilik bilinci yok olunca kimse milleti için fedakârca çalışma gereği duymaz, ortak millî felâketlerde adanmışçasına savaşmaz, mücadele etmez, salt bireysel menfaatleri adına hareket eder. Bu durumda millî ahenk bozulur ve devleti de yıkılır. Anomi bir toplumsal hastalıktır. Ortak toplumsal sorunlar karşısında bana ne demektir, nemelazımcılıktır.
Nemelazımcı bireylerden oluşan toplumda milliyetçilik kalmamıştır ve böyle bir millet, millet olmaktan çıkıp topluluk olmuştur ve ortak millî hedefler kalmamış demektir. Ortak millî sorumluluktan kaçışın çaresi, Türk gençliğine milliyetçilik bilinci aşılamaktır.
Milliyetçilik bilinci ortadan kalkan toplumlarda başka yabancı milletlere özenme, onları taklit etme ve onlardan olma eğilimi başgösterir. Başka milletlere hayran olup onları taklit edenler, özendikleri milletler tarafından eritilir.
Nitekim Hun Türkleri Avrupa içlerine aktılar ve oralarda millî kimliklerini, dillerini ve kültürlerini koruyup geliştirmedikleri için Avrupalı kavimler içinde eriyip gittiler. Göktürkler Çinlileşerek ortadan kalktılar. Selçuklu Devletini yıkan Farslılaşmak, Osmanlıyı yıkan Araplaşmaktı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Atatürk’le birlikte millî ve istiklalci bir devlet olarak doğmuştu.
Ancak İsmet İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve diğerleri, Türk millî kimliğini, milliyetçilik duygusunu ve bağımsız istiklalci, millî devlet yapısını bir kenara ittiler; hep Amerika ve Avrupa’ya özendiler, hep Batıyı taklit edip Amerikanlaşma ve Batılılaşma hedefi doğrultusunda çalıştılar.
Amerika’nın Türkiye sömürge valisi gibi çalışan bu kişiler kanalıyla Batıcılaşmak özellikle de Amerikanlaşma virüsü bulaştı. Eğer Türkiye Türkleri, titreyip kendilerine, özlerine dönerek Başbuğ Mustafa Kemal’in açtığı yolda kendi millî Türk kültürüne, kimliğine ve istiklaline bağlı kalırsa yaşar, gelişir ve büyür. Eğer milliyetçi Türk Devletini yeniden ihya edemezsek bu devlet de yıkılır.
Bir medeniyet kaynağı olarak Gök Tanrı dini ve İslam gibi sahih din inançları da Türklerin hem ahlakını düzeltmiş, hem düzenli, yardımlaşmacı, dayanışmacı, üretken bir millî hayat inşaına katkı sağlamıştır. Mesela çok eski zamanlarda Türk kavmine gelen sahih Gök Tanrı dininin aslına bağlı kaldığı dönemlerde Türkler ilerlemiş, gelişmiş, ancak bu dinin aslını bozup birçok boyutunu unutup ya da reddedip paganist bir yapıya büründürünce gerilemiş ve devletleri de yıkılmıştır.
Yine aynı şekilde biz Türkler sahih, gerçek İslam dinine ve onun en doğru yorumu olan İmam Maturidi itikadına ve Ahmet Yesevi uygulamasına bağlı kaldığımız dönemlerde ilerledik, ancak daha sonraları asıl İslam’ı bırakıp hurafelerle, sapmalarla, akıl ve bilimi reddeden salt nakilci, yüzeysel algıya dayalı bir İslam anlayışını benimseyince bilimde, medeniyette, her alanda gerilemeye başladık ve devletlerimiz de bu yüzden yıkıldı. Geri kalışımızın birinci sebebi, millî bir heyecan kaynağı olan Türklük duygumuzu yitirmemiz ise, ikinci önemli sebebi de İslam’ı yanlış algılamamızdır.
Mesele şu: Biz Türkler İslam’ı ilk kabul ettiğimiz dönemlerde İmam Maturidi ve Ahmet Yesevi kanalıyla doğru anlamış ve yaşamıştık. Ancak zamanla özellikle Yavuz Sultan Selim’in Mısır fethinden sonra Ezher medreselerinden Eşarî uleması getirmesiyle birlikte Osmanlı Devleti bünyesinde çarpık, geri, ilkel, aklı ve bilimi dışlayan, cahil hoca üretimi bir İslam dayatıldı. Akıl ve bilim geri plana itilince de zamanla Batılılar akıl ve bilimle ilerlediler, biz ise geri kaldık.
Necdet Cura: Mankurtluğun ilk ortaya çıktığı edebî eser hangisidir? Nasıl anlatmaktadır bu durumu?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: “Mankurtluk” kavramını dünya edebiyatına kazandıran, özelde Kırgız Türklüğünün, genelde dünya Türklüğünün büyük yazarı Cengiz Aytmatov’dur. O, Gün Olur Asra Bedel adlı romanında Türkistan Türklüğünün Rus esaretine giriş sürecini simgesel bir efsane hikâye kurgusu üzerinden bu kavramla açıklama yoluna gitti.
Efsane özetle şu: Düşmanlar yakaladıkları Türk gençlerinin saçlarını kazıtıp başlarına yeni kesilmiş bir deve derisi geçiriyorlar, ellerini kollarını bağlayıp güneşin altında üç beş gün aç susuz bırakıyorlar. Deri kurudukça başı sıkıyor, çıkan kıllar geri batıyor ve delikanlı hafızasını tamamen yitiriyor. Dilini, dinini, atasını anasını, tarihini, her şeyini unutuyor. Düşmanlar da ona yeni bir hafıza yüklüyorlar. Düşman, kendisini efendi olarak tanıtıyor, ne emrederse onu yapması gerektiğini telkin ediyor. Artık millî ve dinî kimliğini kaybetmiş, tamamen düşmanın gönüllü bir kölesi olmuştur.
Aytmatov, bunu Rusların Türklere millî ve dinî kimliklerini nasıl unutturup onları Rusların gönüllü köleleri haline getirdikleri sürece uyarlıyor. Ben de Mankurtluk Külahı (İlbilge Yayınları) adlı kitabımda özellikle Tanzimat’tan günümüze kadarki süreçte dışardan haricî bedhâh olan Batılıların ve içerden dahilî bedhâh olan Batıcıların bizi mankurtlaştırma sürecine uyarladım.
Mankurtluk, Türklerin millî bilinç ve kimliklerini unutmaları, reddetmeleri hatta düşman olmalarıdır. Emperyalist Ruslar, uyguladıkları yöntemlerle Türkistan Türklerinin dillerini, dinlerini, kimliklerini, tarihlerini, millî bilinçlerini, millî ve dinî bütün değer, sembol ve kurumlarını unutturmuşlar; hatta bu kendilik değerlerine düşman etmişlerdi. Türklerin doğal ve millî hafızalarını silmişlerdi. Türklük ve Müslümanlıklarını unutturmuşlar; hatta buna düşman etmişlerdi. Türklüğünden söz eden Türkler PanTuranist, İslam’dan söz edenleri de Panİslamist suçlamasıyla bastırmışlardı.
Necdet Cura: Cengiz Aytmatov Beyin(rahmet ile anıyoruz) kültürümüzde, edebiyatımızdaki yeri nedir?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Cengiz Aytmatov, herşeyden önce sanatın, edebiyatın hem teknik, hem estetik, hem felsefi yönlerini çok iyi bilen ve edebiyatı Türk milletinin uyanması, kendine gelmesi ve bilinçlenmesi için kullanan dünya çapında çok büyük bir edebiyatçıdır.
Komünist Rus esareti altında yok edilmeye çalışılan Türkistan Türklerinin millî kimliklerine dönmelerinde, onların tekrar Türklük ve Müslümanlık değerlerine ve kimliklerine dönmelerinde onun eserleri çok etkili olmuştur. Emperyalist devletlerin Türkleri mankurtlaştırma çalışmalarına karşı onun eserleri çok sağlam korunaklar ve sığınaklar hazırlamıştır.
Necdet Cura: Doğu ile Batı arasında bir kıyaslama yapacak olursak Doğu nedir? Batı nedir? Mensubu olduğumuz bu milleti tarif ederken ne Doğu ne de Batılı ifadesini rahat rahat kullanabiliyoruz. Bu bizim zenginliğimiz olduğu kadar kendimizi anlamlandırmada sorun mu çıkarmaktadır?
Türk aydını ve Türk milleti Doğu’da mıdır yoksa Batı’da mı?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Dünyayı yönlere göre Doğu ve Batı diye ayırma geleneği Batının bilim ve teknolojide ilerleyip başka milletleri emperyalist projelerle sömürme siyasetine zemin oluşturmak üzere ürettiği bilim etiketli oryantalist çalışmalarıyla birlikte ortaya çıkan bir durumdur.
Batı, kendisini Doğu dediği dünya karşısında konumlandırmış ve kendisini üstün, Doğu dünyasının da her anlamda geri, değersiz ve itibarsız olduğu algısını yaymaya çalışmıştır. Batılıların Oryantalist çalışmalarına göre Batı bilimde, teknikte, kültürde, sanatta, medeniyette, siyasette, ekonomide, tarımda, sağlıkta, her anlamda üstün, ileri, değerli ve tartışılmazdır. Doğu ise bütün bu alanlarda değersiz, geri, ilkel, cahil ve barbardır.
Bizde ise Doğu-Batı kavramları etrafındaki düşünme ve tartışmalar Tanzimat’la birlikte artmaya başladı. Tanzimat’tan itibaren bizim için istenen, özenilen, benzemeye çalıştığımız Batı, tek boyutlu değil. Bazıları için Batı, Ortaçağ sonrası içine girdiği Aydınlanma dönemi, Pozitivizm, sekülerizm, cumhuriyet Batısıdır.
Yani siyasi ve idari yapıda krallık yerine cumhuriyet, kültürde, gündelik hayatta, inançta din yerine sekülerizmdir. Bazıları içinse Batı bilim, teknoloji, sanat, şehirleşme, ticaret, hukuk, üretim, gelişme Batısıdır. Bizde bilimci, çalışkan, üretken, düzen fikrine bağlı Batı fazla yer almadı. Daha çok seküler Batıcılık, eğlence, tüketim, israf, dinsizlik boyutuyla ön plana çıktı. Yani asrî züppelerin temsil ettiği berbat bir Batı temsil edildi.
Türk aydınının Batı karşısındaki tavrı da iki boyutludur. Bir kısmı bütüncül Batıcıdır. Bunlar Batı medeniyetini bilimiyle, kültürüyle, sekülerizmi ile; her yönüyle tam olarak alma taraftarıdır. Bir kısmı ise yarım batıcıdır. Bunlar da dinde Müslüman, kültürde Türk kalalım, Batıdan sadece bilim, teknoloji, sistem alalım derler. Bunlara eklektik batıcı da denir. Türk aydını ya bütün ya da yarım batıcı olmuştur.
Halbuki bu konudaki tavrımız şu olmalıdır. “Biz şu veya bu şekilde Batıcı olmak zorunda değiliz; biz biz olalım yeter” diyebilmek. Bundan kastım şu: Batıyı üstün yapan bilim ve teknolojidir. Bizim için önemli ve değerli olan da budur. Yoksa Batının kültürü, medeniyeti, dini bize yaramaz. Bilim ve teknoloji ise Batının malı değildir. Zira bugünkü modern bilimlerin temelini kadim zamanlarda Müslümanlar attılar.
Mesela Endülüs Emevi İslam Devleti bunun bir örneğidir. Çok eski zamanlarda Uygur Türklerinin ortaya koyduğu, dönemine göre çok ileri düzeydeki tarım, sulama ve şehirleşme gibi alanlardaki üstün teknik de Türk dehasının ürünüdür. Uygarlık kelimesi de Uygurlardan geliyor. Atatürk’ün Türk tarih tezinde yer alan, Batılı oryantalistlerin belirlediği dört büyük medeniyet havzasının dışında ve üstünde olmak üzere Türkistan merkezli eski Türk medeniyetini ön plana çıkarması da biz Türklerin bilim ve teknolojide ileri oluşumuzu vurgular.
O halde bugün Batının sahip olduğu bilim ve teknolojiyi almak demek, Batıcı olmak anlamına gelmez. Bilim ve teknoloji bütün insanlığın evrensel ortak malıdır. Bugün bile Batı dünyasında bilim ve teknoloji üretiminde birçok Türk ve Müslüman bilim adamının katkısı vardır. Biz kendimizi “batılı” olarak tanımlamak zorunda değiliz. Biz kendimizi sadece “Müslüman Türk milleti” olarak tanımlayalım yeter.
Necdet Cura: Bizi biz yapan değerlerimiz nelerdir?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Değerler sistemi, birey ve toplum için hayatı anlamlı ve değerli kılan zihniyet, dünya görüşü, hayat anlayışı, yaşama felsefesi dediğimiz yapının ana sütunlarıdır. Değerler sistemi bir bireyin ve milletin kimliğidir. Biz bireysel ve toplumsal bir hayat yaşıyoruz. Bu hayatı ne için, ne adına ve nasıl yaşıyoruz? Sorularının cevabı, bizim sahip olduğumuz değerlerle örülür. Hayatınıza anlam katacak bireysel ve toplumsal bir yaşama amacınız, bir hedefiniz yoksa o zaman değerleriniz yok demektir.
Uğruna gerekirse hayatınızı da verebileceğiniz düşünceleriniz, inançlarınız, varlıklarınız, sembolleriniz, kurumlarınız, nesilden nesle aktarma gereğini duyduklarınız sizin değerlerinizdir. Bireysel hayat da toplumsal hayat da ancak millî hayatla anlam kazanır. Değerler, insanların ancak millet halinde yaşamaları sürecinde anlam kazanan kutsallardır. Millet olma bilinciniz, aidiyetiniz, mensubiyetiniz yoksa o zaman hayatınız ya bireyseldir ya da evrensel. Bireysel hayat, tamamen bireysel çıkarlara dayalı bir hayat kurgusudur. Başka insanlara ve yaratıcıya dönük artı değer üretmeyen bir hayat bencilcedir ve “değersiz”dir.
Evrensel insanlık ideali adına yaşanan bir hayatın da anlamı yoktur. Zira evrensel insanlık kavramı, somut karşılığı olmayan, havada kalmış soyut bir ütopyadır. Realite, gerçeklik ise millet hayatıdır. Dünyadaki bütün insanlar ancak milletler halinde yaşamaktadır. O halde değerler sistemi, millet hayatına göre düzenlenir ve anlam kazanır.
Bu zemin döşemesine bağlı olarak bizi biz yapan değerler nedir sorusunun cevabı, bizi Türk milleti yapan değerler nedire evrilebilir. Bizi biz yapan değerlerimiz uzun zaman önceden beri Türk aydınları tarafından bir formül halinde şöyle ifade edilmiştir: “Millî ve manevî değerler”.
Bu durumda bizi Türk milleti yapan değerleri bu iki temel kavrama göre açalım: Millî değerlerimizin ana kaynağı ve üst şemsiyesi en temelde ses bayrağımız olan Türkçe’dir. Zira Türk milleti olabilmenin temeli dildir, Türkçedir. Türkçe en zengin, en işlek, en yaygın, en zarif kullanımıyla Türkleri bir millet yapan, ortak duygu, düşünce, inanç ve ülkülerde birleştiren bir iletişim dizgesidir.
Türkçe, Türkleri Yahya Kemal’in ifadesiyle “Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını” yapmıştır. Türkçe, sat bizim biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılayan bir iletişim dizgesi değil, aynı zamanda bütün bir tarih boyunca ürettiğimiz kültürümüzün, medeniyetlerimizin, edebiyatımızın, duygu ve düşünce zenginliğimizin kodlandığı bir arşivimizdir, millî hafızamızdır.
Türkçe ve Türkçeye kodlanan bütün millî kültür ve sanat değerlerimiz bizim millî kimliğimizi verir. Şiir, hikâye, masal, efsane, destan, türkü, atasözleri gibi bütün alt değerlerin hepsi Türkçe dediğimiz üst şemsiye değere bağlıdır.
Manevî değerlerimizin kaynağı ve üst şemsiyesi de İslam’dır. Dolayısıyla ikinci temel değerimiz Müslümanlığımızdır. Zira bugün 350 milyonluk Türk dünyasının yüzde doksanbeşi Müslümandır. Dünyada milliyetiyle dinini bu kadar yüksek oranda birleştiren başka bir millet yoktur. Hem nüfus bakımından büyük çoğunluğumuz Müslümandır hem de Türk millî kültürünün çok büyük bir bölümünün kaynağı İslam’dır.
Bugün Türk kültürü, töresi, geleneği, âdetleri, törenleri, bayramları, toplumsal kurumları adına ortaya koyabileceğimiz birikimin yüzde doksanı İslam kaynaklıdır. Yardımlaşma, dayanışma, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, misafirperverlik, ailenin kutsallığı gibi değerlerimizi biz çoğunlukla İslam’ın tanımlayıp öğrettiği biçimde alıp uyguladık. İslam dışı kültürel değerlerimiz fazla bir yekün tutmuyor. O halde bizi biz yapan değerlerimizi bütün Türk büyükleri hep dil ve din diye formüle etmişlerdir. Mesela büyük Türk beyi ve bilgelerinden bir seçme yapalım:
Ziya Gökalp: “Türkçülerin gayesi muasır bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin millet mefkuresi (ülküsü) Türklükse, ümmet mefkuresi de İslamlıktır."
Atatürk: “Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.” 1922 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 66-67)
Mehmet Emin Yurdakul: “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.”
Fuat Köprülü: “Osmanlı hududu haricinde bize revâbıt-ı diniyye ve lisaniye (dil yani Türkçe ve din yani İslam bağı) ile manen merbut (bağlı) olan milyonlarca kardeşimiz millî bir vicdan kazanacak, medeniyet ve insaniyet yolunda ilerlemiş olacaktır.” (“Türklük, İslamlık, Osmanlılık", Türk Yurdu, S.21, s.694-495, 1329)
Türk ataları, Türk milletini: ‘Dili dilime, dini dinime uyan’ diye tarif etmişler. (20 Eylül 1919, Kalamış, İnci dergisi, 1919, S.11)
Yusuf Akçura: "Ben Osmanlı ve Müslüman bir Türküm. Bundan dolayı Osmanlı Devleti, İslamiyet ve bütün Türkler menfaatine hizmet etmek istiyorum.” (15 Mart 1904, Türk Gazetesi, Kahire, 14 Nisan-5 Mayıs 1904)
Necdet Cura: Oryantalist kuşatmanın aşamaları hangi basamaklardan oluşmaktadır?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Ben, Oryantalist Kuşatma (İlbilge Yayınları) adlı kitabımda Batının Türk’e oryantalist kuşatmasını uzunca anlatmıştım. Oryantalizm, Batının kendine göre gerçeklerden uzak olarak, tamamen öznel bir Doğu tanımlaması, Doğu dünyasına ait dilden, edebiyattan, tarihten, coğrafyadan, dine, kültüre, ekonomiye, siyasete kadar her türlü bilgiyi edinmesi ve bu bilgileri kendi emperyalist amaçları doğrultusunda yorumlaması ve uygulamaya koymasıdır. Oryantalizm, Batının siyasi, ekonomik ve kültürel emperyalist projelerini kolayca uygulayabilmesi için kullandığı bir bilgi zeminidir.
Batının Türk-İslam dünyasına dönük oryantalist kuşatmalarını şöyle tasnif edebiliriz:
1.Bilimsel ve Teknolojik Kuşatma: Batılı bilim adamları Türk-İslam dünyasının tarihini, edebiyatını, kültürünü,coğrafyasını her şeyini bilimsel bir sistem içinde inceler, ortaya koyar sonra da bu bilgilerden hareketle yargılar. Mesela Türk tarihini inceler, sonra da bu bilgileri kendince öznel bir yoruma tabi tutarak “barbar Türk” imgesini yayar. Ayrıca sahip oldukları yüksek teknoloji ile silah, bilişim, iletişim, ulaşım gibi her türlü alanda efendi ve sahip konumlarını koruyarak Türk-İslam dünyasını esir ve köle gibi kullanıyorlar. Mesela son Çin virüsü hadiseleri üzerine bütün dünyayı dijital devrimle esir alma, köleleştirme çalışmalarını hızlandırdılar.
2.Dinî Kuşatma: Batılı oryantalist ilahiyatçılar Kur’an ve hadis gibi İslamî kaynaklar, değerler ve Hz. Muhammed gibi öncüler üzerinde yaptıkları inceleme ve araştırmalarda daima yanlış, çelişki ve eksik arama kaygısını taşırlar. İslam’ı ve Müslümanları itibarsızlaştırmak, değersizleştirmek için her türlü propaganda faaliyetlerini yürütürler. İslam’ı geri, ilkel, barbar, yobaz, bilime, ilerlemeye, gelişmeye, kalkınmaya düşman, düşünce özgürlüğüne, kadın haklarına, çevreciliğe düşman bir din gibi sunarlar.
EL-KAİDE, IŞİD, BOKO HARAM gibi kendi ürettikleri terörist örgütler üzerinden İslam’ı suçlarlar. Türk gençleri arasında deizm ve ateizm çalışmalarını yayarlar. Müslümanları İslam’dan uzaklaştırmak için Yahudilik, Hristiyanlık, İslam karışımı uyduruk bir din üretip onu bize işte insanlığın evrensel dini diye sunarlar. Kendi yetiştirmeleri ve beslemeleri olan Fethullah Gülen kanalıyla “dinlerarası diyalog” gibi bir projeyle bu bulamaç dini dayatırlar. Yine Batı, Oryantalist faaliyetler kapsamında birçok tarikat ve cemaat üretip Müslüman Türk ahali arasına salar.
3.Siyasi Kuşatma: Emperyalist Batı, Türk-İslam dünyasının siyasi liderlerini, devlet yöneticilerini her yolu deneyerek ele geçirme, satın alma, kendi siyasi projelerinin uygulanmasında aracı olarak kullanma, onları sömürge valisi olarak istihdam etme, Türk-İslam devletlerini parçalama ve çökertme yönünde yönlendirme çalışmaları içindedir.
Ayrıca kendi üniversitelerinde, kiliselerinde, havralarında, düşünce kuruluşlarında bizi her alanda perişan etmeye dönük siyasi projelerini bizi kurtarıcı reform paketleri halinde sunarlar ve içimizdeki dahilî bedhâh niteliğine sahip kendi temsilci ve sözcüleri olan siyasetçilerin ellerine tutuştururlar. Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, İkinci Meşrutiyet inkılabı, Marshall Planı, Avrupa Birliğine Uyum Yasaları ve Ödevleri, Demokratikleşme paketleri, Çözüm Süreci gibi bir sürü proje hep Batının siyasi oryantalist çalışmalarının ürünüdür. Çin virüsü hadiseleri sonrasında bize dayatacakları proje, muhtemelen İstanbul merkezli bölgesel federe devletçikler.
4.Ekonomik Kuşatma: Emperyalist sömürgeci Batı para, teknoloji, uluslararası teşkilatlı şirket ve siyasi yaptırım gücünü kullanarak Türk-İslam ülkelerinin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yağmalama faaliyeti içindedir. Ham madde kaynaklarımızı yağmalıyorlar, ham maddeyi ürüne dönüştürme mekanizmalarının, fabrikalarının sahibiler ve ürünü pazarlama sistemlerinin kontrolü ellerinde. Ayrıca ürün ve hizmetlerin dolaşımını sağlayan aracı kurum olan para politikaları tamamen ellerinde. Günümüzde Çin virüsü hadiseleri sonrasında büyük bir ekonomik kriz çıkartıp elimizde kalan üç beş ekonomik kaynağımızı da yağmalayacaklar.
Necdet Cura: Mankurtluk yani kendi millî ve manevî değerlerine olan düşmanlık ve kayıtsızlık, ilgisizlik durumunun üstünden gelmek için bir reçete var mıdır? Varsa bu reçetede hangi ilaçlar yer almaktadır?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Millî ve manevî değerleri olmayan ya da önceden var olup da unutan ve bilmeyen toplumlar kolayca mankurtlaştırılır. Çünkü bunların millî özgüveni yoktur. Zayıf ve cılız kültürler, baskın kültür tarafından yok edilir. Millî özgüven, kendi kimlik değerlerinize olan sağlam güveniniz ve inancınızdır. Kimlik değerleri itibarsızlaştırılan, değersizleştirilen toplumların millî özgüveni yoktur.
Mesela “İslam gericiliktir, Türklük şovenizmdir, ırkçılıktır” propagandası etkili bir şekilde yaygınlaşmışsa bu durumda Türklerin millî özgüveni yok edilmiştir. Çünkü kimliğini ören iki ana sütunu yıkılmıştır. Bu durumda her türlü yabancı düşünce, felsefe, ideoloji ve inanç kolayca benimsetilebilir. Makurtlaştırma stratejisi bellidir: “Önce zemin temizlemesi yap, boşalt, sonra doldur.“
Özelde Türk gençliğini, genelde ise bütün Türk milletini mankurtlaştırma çalışmalarına karşı yapılacak iş bellidir. Millî özgüveni tahkim edici nitelikte millî ve manevî kaynakların gerçekliğine, aslına, zenginliğine, güzelliğine, zarafetine, derinliğine, sahihliğine ve millî öze dönüş hareketlerinin hızlandırılması gerekir. Öncelikle okulda, sanatta, basın yayın kurumlarında çok sağlam, kaliteli, derinlikli ve etkili bir şekilde Türk-İslam değerleri, kültürü ve medeniyeti hem öğretilmeli, hem telkin edilmeli, hem kurumsal düzeyde yaygınlaştırılmalı ve hayatın her alanına yerleştirilmelidir.
Bu iş için gerçek, samimi, bilgili, kültürlü, gayretli, fedakâr Türk-İslam aydınları, bilim adamları, öğretmenler, sanatçılar, ilahiyat profesörleri seferber edilmeli, Türk milliyetçiliği ve sahih İslam çok iyi öğretilip telkin edilmelidir. Ayrıca oryantalizme karşı oksidentalizme ağırlık vermemiz lazımdır.
Yani Batının kültür ve medeniyetinin, felsefe ve siyasetinin, inanış ve dinlerinin çürüklüğünü, yanlışlığını, çarpıklığını ve kötülüğünü gerçek bilgi ve belgelerle açık ve net olarak ortaya çıkarıcı ve Batının bizi çökertmeye dönük emperyalist proje ve faaliyetleri hakkındaki çalışmalar yaygınlaştırılmalı ve oksidentalist aydınlar, Türk milletini aydınlatmak ve bilinçlendirmek için seferber edilmelidir.
Necdet Cura:Sorularımızı dinlediğiniz için çok teşekkür ederiz. Eksik olmayın. Başka söyleşilerde görüşmek dileğiyle...