NE SEN SOR, NE BEN SÖYLİYEYİM!

4 Nisan 2018 Çarşamba günü Başbuğumuzun vefat yıldönümüydü.

NE SEN SOR, NE BEN SÖYLİYEYİM!
4 Nisan 2018 Çarşamba günü Başbuğumuzun vefat yıldönümüydü.
Ankara‘daydım.
Bugün, 9 Nisan Samsun‘dayım...
Beş gündür düşünüyorum!
Neyi düşünüyorum biliyor musunuz?
4 Nisan‘da Ankara‘da gördüğüm çirkinlikleri, hatta bizzat muhatap olduğum şerefsizlikleri düşünüyorum!
Yazayım mı? Yazmayayım mı? Diye, onu düşünüyorum onu...
Ve sonunda yazmam lazım dedim...
Namertlerin namertliğini, mert olanlar saklamaya çalışmamalı dedim...
Kahpeliği yapanlar utanmıyor da, ben neden utanayım dedim...
Yaralanan yürekler değil, yaralayan köpekler gocunsun dedim...
İşte bu duygularla bilgisayarın başına oturdum yazıyorum...
Oturdum ama gördüğüm çirkinliklerden önce, gördüğüm güzelliklerden bahsetmek ve bu vesileyle de o gördüğüm güzelliklere emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum!
Gördüğüm güzellik şu idi;
Her yıl olduğu gibi bu sene yine Allah rızası için ve Başbuğ‘umuzun ruhaniyetine hediye edilmek için Ankara Bahçelievler Merkez Camii’nde Kur‘an tilaveti ve Mevlid-i Şerif okundu...
Çok muhteşemdi.
Okuyanlar muhteşemdi...
Dinleyenler muhteşemdi...
Samimiyet muhteşemdi samimiyet...
Kimler gelmemişti ki?
Almanya‘dan, Fransa‘dan, İngiltere‘den, İsveç‘ten, Romanya‘dan daha Avrupa‘nın nice ülkelerinden hatta ta Avustralya ve Amerika‘dan ülkücüler gelmişti...
Başbuğ‘un ikliminde ülkücülük yapmış hatta siyaset yapmış herkes oradaydı desem mübalağa yapmış olmam...
Şehit ailelerinden tutun, eski ocak başkanlarından yaşlı profesörlerden, genç akademisyenlerden çıkın...
Hatta “kara budun„ yani halk oradaydı halk...
Her kesimden insanlar dolmuştu o camiye...
Benim ortaokuldan matematik öğretmenim olan Mehmet Erdinç hocam bile oradaydı...
Allah hepisinden razı olsun.
En güzel yanı da neydi biliyor musunuz?
AKP belediyelerinin tahsis ettiği otobüslerle değil(!), herkes kendi imkanlarıyla gönüllü gelmişti oraya...
Sonra o güzide kalabalık adeta ders veriyordu tefekkür edenler için!
Ne idi verdiği ders diye sorarsanız, arzedeyim efendim;
Lider geçinenlerin dirisi dağıtırken, gerçek liderlerin ölüsünün bile derleyici, toplayıcı olduğunu gördüm ben orada!
Muhteşemdi dememin de esas sebebi bu zaten.
Dolayısıyla Mehmet Kaytanbıyık kardeşime ve onun şahsıda kendilerini “Başbuğun Evlatları„ olarak adlandıran tertip komitesine bütün ülkücüler adına teşekkür ediyorum...
Allah onlardan da razı olsun.
Şimdi gelelim çirkinliklere...
Ben 21 senedir, yani Başbuğumuzun aramızdan ayrıldığı gün olan 1997‘nin 4 Nisan‘ından beri her 4 Nisan’da hep Ankara‘da oldum...
Her seferinde engellenmeye maruz kalsamda, itilsem kakılsam da, önüme genç genç yavrularımızı dizip duvar oluştursalar da, 19 sene Başbuğ‘umun ayak ucunda yerimi aldım...
Ondokuzuncu sene bana bazı gençleri saldırtmalarına rağmen yine oradaydım...
Ancak, iki yıldır öğleden önce yapılan proğramlara katılıp Anadolu’dan gelen Başbuğ sevdalıları ile yani o kalabalıkla birlikte Başbuğ‘umu ziyaret edemiyorum...
Edemiyorum çünkü;
Buna artık ameliyatlı olan vücudum el vermiyor...
Dahası bırakın bana yumruk atmaya kalkan kahramanları(!) gelip boynuma sarılarak sevgisini göstermek isteyen ülküdaşlarımın ilgisine bile karşılık vermek beni yoruyor...
Eee... 8,5 saat neşter altında kalmanın bana armağanı bu olsa gerek!..
İşte bu sebeplerden dolayı, artık o kalabalığa katılmıyor, öğle namazının akabinde okunan mevlitten sonra bir gurup ülküdaşımla gidip ziyaretimi yapıyordum.
Bu sene de öyle yapmak, yani mevlitten sonra ziyaretimi yapmak istedim...
Ama ne mümkün!
Birilerinin emriyle daha kabrin girişinde önümüze dizilen bir gurup gençlerimiz bizi mezarın yanına koyamayacaklarını, emir aldıklarını söylediler...
O anı anlatmak daha doğrusu detayına girmek bile istemiyorum.
Yanımda bulunan Prof. Dr. Derviş Kılıçkaya‘nın hırsından gözlerinin doluşunu hiç unutmayacağım.
Oğlumuz belki de torunumuz yaşında olan kendi çocuklarımızla kavga edecek halimiz yoktu elbette...
Velevki, Allah muhafaza böyle bir kavga zuhur etse; bu kavganın kimi veya kimleri keyf edeceğini anlamamak için aptal olmak lazım.
Elbette ki, kurtların kavgasından en büyük keyfi köpeklerin alacağı meydanda... Açık...
Köpeklere o keyfi yaşatmamak için,
“la havle„ çekerek, “ya sabır„ diyerek oradan ayrılmak zorunda kaldık...
Velhasıl değerli ülküdaşlarım;
Başbuğ‘a ırkçı diyen, yetiştirdiği gençliği yani sizleri “Fatiha„ okumayı bile bilmezler diyerek, inançsızlık ve imansızlıkla suçlayan, Başbuğ‘un fikrini, yani Türk Milliyetçiliğini ayaklarının altına aldığını söyleyen Recep Tayyip Erdoğan ve Damadı Berat Albayrak‘ın bile malum hesaplarla ziyaret ettiği Alpaslan Türkeş‘in mezarını, aynı gün Ozan Arif ziyaret edemedi...
Biz ziyaret edemedik biz...
Ettirmediler...
Onları yani yukarıda saydığım zevatı hazırolda bekleyip, Başbuğ‘umun mezarında onların ellerine ibrik tutuşturarak ibrikçilik yapanlar, bize gelince kabadayılık yapmaya kalktılar.
Kendileri karşımıza çıkmadılar, çıkamadılar o emir verenlerin, ama maalesef o benim toz konduramadığım ülkücü gençleri (pavyon badigartı gibi kullanarak) maşa yerine koydular...
Ülkücüleri, ülkücü ağabeylerine, hocalarına karşı kullandılar!..
Hadi bunu da geçiyorum...
Aynı gün Gazi Üniversitesi’nde, saat;16:00’da başlamak üzere,
“Doğumunun 101. Vefatının 21. Yılında Başbuğ Alpaslan Türkeş„ konulu bir panel tetiplenmişti...
Panelde hepsi de Prof. Dr. ve Gazi Üniversitesi’nin öğretim üyesi olan Abdurrahman Güzel, Derviş Kılıçkaya, Fatih Kirişçioğlu, Murat Çetinkaya, Mehmet Güçlü hocalarımız ve MHP‘nin eski Ankara Milletvekillerinden Şevket Bülent Yahnici konuşacaktı...
Türkeş‘i anlatacaklardı Türkeş‘i...
Başbuğ'u anlatacaktı o hocalar...
Bu insanlar ne seçme, ne seçilme, ne de makam hesabı olan insanlardı...
Bu insanlar ömrünü ülkücü harekete adamış, Başbuğumuzla aynı yolda yürümüş, onunla siyaset yapmış hatta kimisi bu sevda için gardaşını bile şehit vermiş insanlardı...
Onları da konuşturmadılar anlayacağınız...
Kendi tabanınında artık tamamen tefessüh etmiş, bırakın siyaseti; insani olarak bile iflasta olan kişiliksiz tipler, iktidara koltuk deynekliği yaparak edindikleri gücü kullanacak başka yer bulamayınca, ülkücülere karşı kullanmayı iyi beceriyorlar!
Yani, kısacası o paneli de iptal ettirdiler o beyler(!)..
Esasında ettiremezlerdi ama “Başbuğun Evlatları„ Üniversitede bir rezalet yaşanmasın diye bu sefer “...çalıyı dolaşmayı..„ tercih etmişler!
Bence iyi de etmişler...
Ha, gelecek sefere nasıl olur onu bilemem!
.......
Şimdi bazılarınızın “neden böyle oluyor Ozan‘ım” dediğini duyar gibiyim.
Bu suale inanın nasıl cevap vereceğimi ben de bilmiyorum.
Oluyor işte gardaş...
Ne yapalım?
İnanması mümkün değil ama oluyor...
Demek ki, hakikaten o söz doğruymuş!
Demek ki, hakikaten eşeği mektep müdürü yapınca, dersaneler ahıra dönebiliyormuş!
Demek ki, hakikaten bırakın dava adamlığını, bırakın adamın adamı olmayı, adam olmayanların bile adamı olunabiliyormuş!
Hatta bırakın birilerinin iti olmayı, itin bile iti olunabiliyormuş meğerse!..
Daha açıkçası;
Demek ki, kurtların kılavuzu köpek olunca böyle oluyormuş!
Bundan daha başka izahı olabilir mi sevgili kardeşim?
Onun için ne sen sooorr...
Ne ben söyliyeyim…
OZAN ARİF
09 Nisan 2018
Samsun