Nasıl davranacağınıza siz mi karar veriyorsunuz?
Medya araçları, kişilerin nasıl davranması gerektiğini empoze ediyor!
Medya araçları, kişilerin nasıl davranması gerektiğini empoze ediyor!
Sosyal medyanın, insanların iletişim kurma şeklini ve yakın ilişkilerini doğrudan etkileyen güçlü bir etkileşim aracı olduğunu belirten uzmanlar, medyanın toplumu etiketlediğine, yönlendirdiğine ve yönettiğine dikkat çekiyor.
Her türlü platformun durmaksızın ‘obje’ üretme gücüne sahip olduğuna değinen Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, “Her türlü objeleşme türü izleyicilere empoze edilmeye çalışılsa da bireyler sıklıkla ‘cinsel obje’ olarak yansıtılır.” dedi. Dizilerde ve filmlerde yansıtılan kadın ve erkek rollerinin izleyicinin kendi hayatında nasıl davranması gerektiğine işaret ettiğini söyleyen Dr. Mert Sinan Bingöl, “Kadınlar ve erkekler hangi fiziksel özelliklere sahip olmalı, nerede, nasıl davranmalı, nasıl tanışmalı, nasıl ilişki kurmalı, nasıl giyinmeli, nasıl sevişmeli, tüm bunlar diziler ve filmler aracılığı ile evlere girip bireylerin yaşamını etkileme gücüne sahiptir.” açıklamasını yaptı.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, medya araçlarının toplumun cinsiyet rolleri üzerindeki etkisini değerlendirdi.
Medya toplumu etiketliyor, yönlendiriyor ve yönetiyor
Sosyal medyanın, insanların iletişim kurma şeklini ve yakın ilişkilerini doğrudan etkileyen güçlü bir etkileşim aracı olduğunu ifade eden Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, “Sosyal medya aynı zamanda insanların sevgi anlayışlarını, cinsel yaşantılarını ve toplumsal rollerini, kendi belirlediği yönde dönüştürebilme gücüne sahiptir.” dedi.
Medyanın toplumu etiketlediğine, yönlendirdiğine ve yönettiğine dikkat çeken Dr. Mert Sinan Bingöl, “Her türlü platform durmaksızın ‘obje’ üretme gücüne sahiptir. Çeşitli değer yargılarını paket halinde bireylere yükleyerek, her türlü objeleşme türünü izleyicilerine empoze edebilmektedir. Bireyler her ne kadar ‘muhafazakar obje, siyasal obje, mafyatik obje, radikal obje, mağdur obje’ olarak lanse edilebilse de, sıklıkla karşılaşılan durum, bireylerin ‘cinsel obje’ olarak yansıtılmasıdır!” şeklinde konuştu.
“Her iki cinsiyet de ‘cinsel obje’ tanımına uyuyor”
Yapılan araştırmaların, erkeklerin doğasının ‘görmeye ve keşfetmeye’, kadınların doğasının ise ‘görülmeye ve keşfedilmeye’ eğilimli olduğunu gösterdiğini dile getiren Dr. Mert Sinan Bingöl, “Doğada daha baskın olarak erkek isteyen, kadın istenilendir. Özellikle erkek amigdalasının, dişi amigdalasından yüzde 20 daha büyük olması (muhtemelen bu nedenle erkekler ‘görsel cinsel uyarımlara’ daha eğilimli, pornografiye daha yatkın), kadınların tek bir yumurta üretmesine rağmen erkeklerin günde milyonlarca sperm üretebiliyor olması, bir bebeğin dünyaya gelmesinin erkeğin 1 dakikasına kadının 1 yılına mal olması bu eğilimleri açıklıyor gibi görünüyor. Bu bağlamda, her iki cinsiyet de ‘cinsel obje’ tanımına uysa da, günlük pratikte kadınlar tüm bu fizyolojik, hormonal ve evrimsel gerekçeler nedeniyle daha fazla ‘cinsel obje’ olarak algılanabiliyor.” dedi.
“Bazı insanlar görünür olmak için kendilerini ‘cinsel obje’ olarak sergileyebiliyor”
Esas sorunun, sosyal medya ve toplumsal ‘eril’ söylemin etkisiyle, bireylerin kendisini ‘cinsel obje’ olarak algılamaya zorlanması olduğuna dikkat çeken Dr. Mert Sinan Bingöl, şöyle devam etti:
“Sorun, bir kadının mesleki ve sosyal yaşantısının da olabileceğinin, günlük yaşamın içerisinde aynı zamanda bir dost olarak, arkadaş olarak, anne olarak, kız kardeş olarak veya ‘bağımsız, özgür’ bir birey olarak da var olabileceğinin unutularak sadece cinsel obje olarak görülmesidir! Bu unutmanın sonucu da; duyguları ve varlığı yok sayılarak odalara kapatılması, sosyalliğinin kısıtlanarak şehvetten ve arzudan arındırılmaya çalışılması, erkekle karşılaşmaması için her türlü çabanın sarf edilmesidir!
Kendilerini görünür kılmak amacıyla, kimi erkekler kaslı vücudunu veya lüks arabasını, kimi kadınlar ise çıplaklığını veya güzelliğini kullanmak zorunda kalabiliyor maalesef! Bu bağlamda bazı kadınların kendilerini cinsel obje olarak ön plana çıkarmalarında, yetiştikleri ailede ve çevrede kendilerini değersiz ve yetersiz algılamaları ve hayatlarına daha çok küçük yaşlardan itibaren dışlanmalarla, hor görülmeyle başlamaları sebep olmuş olabilir. Ve muhtemelen ortaya çıkan değersizlik hissiyle baş edebilmek için, cinselliklerini ön plana çıkararak güçlü görünme, istenilme, değer görme arzularını gideriyor olabilirler.”
“Diziler ve filmler evlere girip bireylerin yaşamını etkileme gücüne sahip”
“İzdivaç programları, bir taraftan evlilikte kadın erkek rollerinin nasıl olması gerektiğini empoze ederken, öte yandan erkek egemen ideolojinin sürdürülmesini ve pekiştirilmesini sağlıyor, yani aslında ekranlarda bir bakıma ‘ataerkil pazarlık’ sahneleniyor.” diyen Dr. Mert Sinan Bingöl, izdivaç programlarında, toplumsal cinsiyet rollerine atıfta bulunan söylemlerle, kadınların ve erkeklerin bu rolleri gerektiği gibi yerine getirmeye yönlendirildiklerini söyledi.
Özellikle kadınların, kendilerini kocalarına ve çocuklarına adamaları, mutlulukları için ömür boyu evlilik kurumuna hizmet etmeleri gerektiği görüşünün vurgulandığının altını çizen Dr. Mert Sinan Bingöl, Benzer şekilde televizyon dizilerinde de, kadınlar, ‘itaatkâr, bağımlı, zayıf, duygusal ve pasif’ olarak yansıtılır ve kendilerinden geleneksel değerlere bağlı kalarak ev hayatına adapte olmaları beklenir. Dizilerde yansıtılan kadın ve erkek rolleri, izleyicinin kendi hayatında nasıl davranması gerektiğine işaret eder. Kadınlar ve erkekler hangi fiziksel özelliklere sahip olmalı, nerede, nasıl davranmalı, nasıl tanışmalı, nasıl ilişki kurmalı, nasıl giyinmeli, nasıl sevişmeli, tüm bunlar diziler ve filmler aracılığı ile evlere girip bireylerin yaşamını etkileme gücüne sahiptir.” şeklinde konuştu.
Kadın kimliği toplumun bilinçaltında değersizleştiriliyor!
Reklamlarda ise, cinsel bir obje olarak kadın bedeninin, erkeğin bakışına sunulan ‘seyirlik bir nesne’ haline getirildiğine dikkat çeken Dr. Mert Sinan Bingöl, sözlerini şöyle tamamladı:
“Otomobil reklamlarının birçoğunda, erkek egemen bakış açısının etkisiyle kadın, cinselliği üzerinden metalaştırılmaktadır. Cinsel bir meta haline dönüştürülen kadın bedeni, erkek tüketiciler için ilgi çekici ve arzulanan ‘cinsel obje’ olarak yansıtılmaktadır. Reklamı yapılan ürün olan otomobil ile cinsel bir metaya dönüştürülen kadın arasında bir bağ kurularak, bu sayede otomobil de erkeğin gözünde arzu nesnesine dönüştürülmektedir. Bu yaklaşım, otomobilin değerini arttırırken, maalesef kadın kimliğini ise toplumun bilinçaltında değersizleştirilmektedir.”