MUSTAFA ÖZTÜRK TEMSİLCİLİĞİNDE YERLİ ORYANTALİZM SORUNU

Türkiye’de de üniversite içinde ve dışında onların izinden giden yerli oryantalist bazı kişiler var

MUSTAFA ÖZTÜRK TEMSİLCİLİĞİNDE YERLİ ORYANTALİZM SORUNU
MUSTAFA ÖZTÜRK TEMSİLCİLİĞİNDE YERLİ ORYANTALİZM SORUNU
Nurullah Çetin
Son günlerin tartışma konusu, Prof. Mustafa Öztürk adlanan bir yerli oryantalistin küstahça, bir kabadayı ağzıyla Kur’an ile ilgili olarak yaptığı bir konuşma karşısında bazı kesimlerin feveran etmesi, linç kampanyası düzenlemesi ve bunun sonucu olarak adı geçen kişinin emekliliğini istemesi ve akademiden çekilmesi.
Bu konuda iki husus öne çıkıyor:
1.Akademik ve Bilimsel Özgürlük: Hem Batılı, hem de başka ülkelerdeki üniversitelerde pek çok İslam bilimcisi akademisyen var. Bunların çok büyük çoğunluğu ya ateist, ya Hristiyan, ya Yahudi ya da başka bir inanca mensup. Bunlar oryantalisttirler. Yani Doğu bilimci. Bunlar için Doğu dünyası ve tabii bu arada İslam, dışarıdan bir gözle incelenecek, hatta yanlışlanacak bir araştırma ve inceleme nesnesidir. Bunların bir kısmı dürüst ve nesnel ise de çoğu İslam karşıtıdır. Müslüman olan oryantalistler de var.
Türkiye’de de üniversite içinde ve dışında onların izinden giden yerli oryantalist bazı kişiler var. Olabilir. Mustafa Öztürk’ü Müslüman oryantalist olarak görebiliriz. Bana göre o, egosuna yenilmiş, yeni, farklı, aykırı şeyler söyleyerek şöhret olma derdinde olan, eleştirel düşünen entelektüel bir akademisyen sıfatını çok öne çıkaran ve saçma sapan konuşan, çelişkilerle dolu bir kişidir.
İslam özgürlükçü bir dindir. Fikir ve bilim özgürlüğüne önem verir, farklı düşünenleri linç etmez.
“Dinde zorlama yoktur.”(Bakara, 256) ayeti, hem İslam içi farklı düşünenleri, hem de İslam karşıtı düşünenleri, konuşanları ve yazanları da koruyan, onlara dokunmayan, özgürlük tanıyan bir dindir. İslam insanların inançlarına, dinlerine diyanetlerine baskı uygulamaz. Farklı düşünceden, inançtan veya dinden olanlara linç kampanyası uygulamaz, vurun, öldürün demez.
Mustafa Öztürk de farklı dinden değil ama farklı düşünen biri. İslam’da fikir ve inanç özgürlüğü vardır. Üniversite dediğimiz kurumda çalışan akademisyenlerin de fikir ve inanç özgürlüğü vardır, olmalıdır, olmazsa bilim ve fikir gelişmez, ilerlemez. İslam düşünce geleneğinde linç yok, reddiye geleneği vardır. Bir alim, bir başka alimin görüşlerini yanlış buluyorsa oturur ona reddiye yazar, karşı görüşlerini kanıtlarıyla birlikte ortaya koyar.
Fikre fikirle, bilgiye bilgiyle cevap verilir. Bir akademisyen üzerinde, fikir ve bilgi üretmesiyle ilgili olarak hiçbir kimse, hiçbir topluluk, hiçbir siyasi yapı ve hükümet baskı kuramaz, işine karışamaz. Devlet, sadece Türk Devletini yıkmaya çalışan, Türk millet birliğini parçalamaya, bölmeye çalışan, fitne ve fesat çıkaran terör örgütü destekçisi, yüz kızartıcı suç işleyicisi, yürürlükteki kanunlara aykırı tutumlar içinde olanları hukuka göre yargılar. Bunların dışında akademisyenlerin bağımsız ve özgürce düşünme, fikir ve bilim üretme hakları, bilimsel, ekonomik, siyasi eleştiri hakları en doğal haklarıdır. Hatta bundan öte işlerinin, mesleklerinin gereğidir.
Bir akademisyen yanlış şeyler de söyleyebilir. Bu yanlışları cahil, öfkeli, heyecanlı, mutaassıp kitlenin linç kampanyasıyla değil; dengi bilim adamlarının cevaplarıyla, karşı argümanlarıyla düzeltilir. Akademisyenler, Üniversitede bunun için varlar. Bu bağlamda Mustafa Öztürk adlı kişinin fikirlerini özgürce söyleme hakkı olmalıdır; onun üzerinde toplumsal, siyasi ve bireysel baskı olmamalıdır. “Allah, kâfirlere bile “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”(Kafirun, 6) ayetiyle özgürlük tanıyorsa, İslam içi farklı düşüncelere de hayli hayli özgürlük tanır.
İnsanların fikir ve ilim özgürlüğünü hiçbir kimse İslam adına yok edemez. Bu konuda Voltaire’in fikir ve bilim özgürlüğü konusundaki şu demokratik tavrı da doğrudur: “Fikirlerine katılmıyorum. Ama fikirlerini özgürce söyleyebilmen için canımı veririm.”
İslamcılık adına bazı kesimlerin “söyletmen vurun!” tavrı, İslami değil, tamamen Ortaçağ Kilisesinin skolastik zihniyetidir. Zira skolastik zihniyette aklı özgürce kullanmak, özgürce düşünmek yoktur, bunun yerine kilise dogmalarını sorgulamadan kabullenmek vardır. İslam’da ise “Aklınızı kullanmıyor musunuz?”(Enbiya, 67), “Düşünmüyor musunuz?”(Saffat, 155), “Dinde zorlama yoktur.”(Bakara, 256) ayetleri ışığında özgürce düşünce ve bilgi üretme vardır.
2.Mustafa Öztürk Zırvaları: İkinci husus Mustafa Öztürk ne demiş? Dedikleri doğru mu, yanlış mı? Ona bakalım.
Öncelikle şunu belirteyim. Ben bu Mustafa Öztürk adlanan kişiye İslam konusunda hiç güvenmedim, duruşu, tavrı, konuşmaları, yazıları, üslubu bana çok itici geldi. Her hali şüphe uyandırıyor. Fikir ve bilim diye söylediklerinin çoğu da yalan yanlış, çarpıtma içeriyor.
*Mustafa Öztürk şöyle demiş:
"Orion takım yıldızına bak, Andromeda'ya bak, National Geographice bak, okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, boğazda Arguvan'a bak, bir de Kur'an'da 23 sene Velid ibn-i Muğire aşağı, As bin Vail yukarı deyip, bütün kadrajını Hicaz, Taif, Medine'ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı, burdaki üç beş tane lavuk müşrik (olsun) ve o müşriğe Kur'an'da öyle küfürler var ki, bir tanesini okuyayım mı size?
"Velé tuti' külle halléfin mehin, hemmezin meşşein binemim, mennein lilhayri mu'tedin esim, utullin bade zelike "ZENİM"
"Ey Resul! Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, günaha batmış, kaba ve görgüsüz, bütün bunlardan sonra asalak olarak damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye sakın boyun eğme"
(Kalem-10, 11, 12, 13, 14)
"ZENİM, piç, piç dedim şimdi.
Ama tabii meal'e öyle yazamazsınız, "soysuz" diyeceksiniz.
Aç, adres veriyorum, İbn-i Küteybe'yi aç, nereyi açarsan aç, nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna "zenim" denir Arapça'da. Bu Allah dili olabilir mi? İnsanî dil olamaz mı? Olabilir! Olabilir değil mi? (Resul'ün) yanmış canı! Feverandır! (taşkınlık-isyan) olabilir! Olabilir üstadım, olabilir!"
Şimdi burada Mustafa Öztürk’ün eleştirisi nedir?
1.Kur'an'da 23 sene Velid ibn-i Muğire aşağı, As bin Vail yukarı deyip, bütün kadrajını Hicaz, Taif, Medine'ye sıkıştırmış olması yani Kur’an’ın 7. yüzyıl Arap yarımadası ile sınırlı olması ve bugüne gelmemesi yani evrensel olmaması, tarihsel bir dönemle sınırlı olması.
Karşı argüman: İlahiyat profesörü olacak bu kişiye haber verelim ki, Kur'an'ın hiç bir ayetinde Ebu Cehil'in, Velid bin Muğire'nin ve As bin Vail'in adı geçmez.
İkincisi Kur’an coğrafi olarak sadece Arap Yarımadasına değil, bütün dünyaya; zaman olarak sadece 7. yüzyıla değil, kıyamete kadar bütün zamanlara hitap eden evrensel bir kitaptır. Son kutsal kitap, son din olduğu için bütün mekânlara, bütün zamanlara hitap eden evrensel bir Allah kitabıdır.
Kur’an, 7.Yüzyılın cahil Araplarına da hitap eder, bugünün bilim dünyasına da. Nitekim bugünkü bir sürü bilimsel bilginin ipuçlarının Kur’an’da yer aldığını ortaya koyan birçok araştırma vardır.
Mesela Edwin Powell Hubble (1889–1953) adlı bir astronomun keşfettiği Evrenin genişlediği bilgisini Kur’an, 7. yüzyılda şöyle ifade etmişti: “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz.” (Zariyat, 47)
Demek ki Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün dediği gibi Kur’an sadece 7. yüzyıl Araplarına hitap etmemiş; aynı zamanda 20.yüzyıl insanı Edwin Powell Hubble‘a da hitap etmiş. Kur’an’ın evrensel olduğu bizzat Allah tarafından Kur’an’da da şöyle ifade edilmiş: “Biz seni başka değil, ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak bütün insanlara gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmek istemiyorlar.”(Sebe, 28)
*Mustafa Öztürk’ün ikinci eleştirisi şu: Kur’an’ın müşriklere küfür ettiği, hakaret ettiği, üslubunun Allah üslubu olamayacağı. Bir tanrının zenim (piç) diyemeyeceği, bu dil ve üslubun Allah’a yakışmadığı. Bu sözlerin Allah’ın değil, canı yanan Hz.Muhammed’in o kızgınlıkla, o öfkeyle söylediği sözler ve küfürler olduğu.
Karşı Argüman:
a. “Zenim” kelimesi “piç” anlamına gelmez.
Isfahanlı alim Râgıb İsfahânî (954-1108), 1018’de yazdığı El-Müfredât’ta “zenim” kelimesine şu anlamı veriyor: "Bir ümmete, bir kavme, bir topluma kendisini nispet eden, onlarla akraba olduğunu söyleyen, onların sırtından geçinen kişi anlamına gelmektedir." (Ragıp el İsfahani, Müfredat, s. 673- 674)
Buna göre zenim, piç değil; asalak, din istismarı yapan, İslam’ı çarpıtan, Allah ile aldatan, Kur’an’a yalan yanlış anlamlar yükleyen, haksız ve usulsüzce insanları soyup soğana çeviren, üçkağıtçı din adamı demektir.
Diyelim ki Mustafa Öztürk zenim kelimesine piç anlamını veriyor. Çok basit bir açıklama: Allah piçi piç olarak yaratma hakkına sahip de ona “piç” demesi mi abes? piç yerine “veled-i zina”, “nesebi gayr-i sahih” deseniz de aynı anlam karşılanmış oluyor.
b.Kur’an Hz.Muhammed’in sözü, kitabı değil; Allah’ın sözüdür. Mustafa Öztürk şu ayetleri okumadı mı?:
“Eğer Bizim adımıza ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, andolsun biz onu (peygamberi) kuvvetle yakalardık, sonra andolsun onun şahdamarını keserdik. Hiçbiriniz de onu savunamazdınız.” (Hakka, 44-47)
“İşte şunlar, sana gerçekten okuduğumuz ayetlerdir. Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra (buna değil de) hangi habere inanacaklar?”(Casiye, 6)
Bu ayetlerde açıkça Kur’an’ın, ayetlerin Hz.Muhammed’e değil Allah’a ait olduğu vurgulanıyor.
Vahiy, peygamberin kalbine Allah tarafından Cebrail kanalıyla soyut olarak, mana olarak gelir, peygamber ona müdahale edemez, değiştiremez, ekleyip çıkaramaz. Kalbindeki vahyi kullanılan, yaşayan canlı bir dile aktarır.
Hz. Muhammed’e gelen , Allah’ın “Kutsal(emin) Ruh” u, kutsal soluğudur. Tanrısal soluğun Hz. Muhammed’in içine girmesidir. Bu Tanrısal soluk, Hz. Muhammed’in kalbine, zihnine Kur’an’ın anlamını bıraktı. Hz. Muhammed de o Tanrısal mesajın anlamını Arapça olarak söyledi.
(Not: Bu yazının hazırlanmasında İbrahim Maraş, Saadettin Merdin ve Ali Aydın’ın çalışmalarından da yararlanıldı.)