KUNDAKLAMA GELENEĞİNİN GÖRME DUYUSUNUN GELİŞİMİNDEKİ ETKİSİ

Kundaklama geleneğinin bebeğe yapılan işkence olduğunu düşünenlerdenim

KUNDAKLAMA GELENEĞİNİN GÖRME DUYUSUNUN GELİŞİMİNDEKİ ETKİSİ

Kundaklama geleneğinin bebeğe yapılan işkence olduğunu düşünenlerdenim. (Yeni nesil bilinçli anneler çoğunlukla bunu yapmıyorlar. -Öyle olmasını diliyorum.- Ama bir kuşak önce eminim birçoğumuzu mumya gibi kumaşla kaplamışlardır.

Bedenimizin tamamının bir kumaşla sıkı sıkı sarılmış olduğunu düşünelim. Zaten dapdaracık bir yumurtanın içinde aylarca kalmışız, güç bela minik tünelden çıkıp tam özgürlüğe kavuştuk “ooohhh dünya varmış" diyeceğiz. O da ne! Mumya modunda sıkışıp kalıyoruz. Ağlıyoruz, ağlarken kollarımızı hareket ettirmek istiyoruz, ettiremiyoruz. Sırtüstü pozisyonda saatlerce yatıyoruz sağa sola dönmek istiyoruz, dönemiyoruz. Durumu daha da ajite etmeden işin bilimsel yönüne bir bakalım.

Görme duyusunun gelişmesi ile bebeklerin vücutlarını rahat hareket ettirebilmeleri arasında ciddi bir bağlantı vardır

Bebeklerin önlerindeki bir nesneye dokunmak üzere uzanmaları, yalnızca dokusunu ve biçimini öğrenmek için değildir. Bu tür hareketler, görmeyi öğrenmek için de gereklidir. Vücut hareketlerimizin görme için gerekli olduğu düşüncesi biraz tuhaf gelse de, bu görüş 1963’te iki kedi yavrusuyla yapılan incelikli bir deneyle doğrulanmıştı.

MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) araştırmacılarından Richard Held ve Alan Hein, dikey şeritlerle boyanmış bir silindirin içine iki kedi yavrusu koydular. İki kedi de, silindirin içinde hareket ederken görsel uyaranları alabiliyordu. Ancak yaşadıkları deneyimler arasında önemli bir fark vardı: Birinci kedi; kendi hareketiyle yürürken, ikincisi; merkezi eksene bağlı bir kutu içinde yer değiştiriyordu.

Düzenek, iki kedinin de tam olarak aynı şeyi göreceği şekilde ayarlanmıştı.

Şeritler, ikisi için de aynı zamanda ve aynı hızla dönüyordu. Görme eylemi, eğer fotonların göze çarpmasından ibaretse, iki kedinin görme sistemlerin de aynı şekilde gelişmesi gerekirdi. Ama şaşırtıcı sonuca göre, kendi hareketiyle yer değiştiren kedide normal görüş gelişirken, kutunun içinde hareket eden kedi normal biçimde görmeyi öğrenemedi; çünkü görme sistemi de normal bir gelişim gösterememişti.

Görmek, fotonların beyindeki görme korteksi tarafından doğrudan yorumlanabilmesi demek değildir; bu deneyime bütün vücut dâhil olur. Beyne gelen sinyaller, ancak alıştırmalar yoluyla anlam kazanır; bunun için de sinyallerin, hareketlerimiz ve onların duyusal sonuçlarıyla ilgili bilgilerle eşleştirilmeleri gerekir. Beynin, görsel verilerin gerçek anlamlarına ilişkin doğru yorumlar yapabilmesinin tek yolu budur.

Doğduğunuzda dünyayla herhangi bir etkileşimde bulunamıyor ve duyusal bilginin anlamını geribildirim aracılığıyla çözümleyemiyor olsaydınız, görmeniz de kuramsal olarak mümkün olmayacaktı. Bebekler yataklarındaki parmaklıklara çarptıklarında, ayak parmaklarını ağızlarına soktuklarında ya da oyuncak küpleriyle oynadıklarında yaptıkları şey, keşiften ibaret değildir; aslında bir yandan da görme sistemlerini eğirmektedirler. Karanlıkla çevrili beyinleri bu sırada, dünyaya sunulan hareketlerin (başı döndürmek, bir nesneyi irmek ya da elinden bırakmak gibi), geri dönen duyusal girdileri nasıl etkilediğini öğrenmektedir. Bu geniş kapsamlı deneylerin sonucunda görme eylemi de yavaş yavaş gelişir.

Yeni doğan bebeğin beyninde saniyede yaklaşık iki milyon yeni bağlantı yani sinaps oluşur. İki yılın sonunda bebekteki sinapsların sayısı yüz trilyonu aşarak, bir yetişkindeki sinaps sayısının iki katına ulaşır.

Bebek beyninde nöronlar arasında bu kadar bağlantı varken, ebeveylerin koruma iç güdüsü ile sergiledikleri bazı davranış biçimleri bebeğin beyin gelişimi için olumsuz sonuçlar doğurabilir. Çocuğun içinde bulunduğu ortam onun beynini inceden inceye işler ve edindiği yeni deneyimlere göre tekrar biçimlendirir.

Yeni bağlantılar oluşum sürecinde gereksiz olan bilgileri de “sinaptik budama” adı verilen bir yöntemle eler. Bu açıdan bakıldığında birey olma sürecinde bizi biz yapan neyi deneyimlediğimizden ziyade neleri elediğimizdir. Deneyimlemek ve gereksizi elemek birey olmanın ilk şartıdır. Kısacası; çocuklarımıza “deneyimleme” (ve de eleme) şansını tanımak onların birey olma serüvenlerinde yaşama uyum sağlayabilmeleri için en doğru yaklaşım olacaktır.

Elif Sözer

Yüksek Mimar